12"Celalim hakkı için biz, Lokman'a, "Allah'a şükret" diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi faydası için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Allah ganîdir, hamîddir". Allahü teâlâ, inadları yüzünden ve yaratmayanları herşeyi yaratana ortak koşmaları sebebiyle, "İşte bu, Allah'ın yaratmasıdır. O'ndan başkasının ne yarattığını haydi gösterin bana" (Lokman,11) ifadesi ile, bunların inançlarının bozuk olduğunu ve müşriklerin zâlim sapıklar olduklarını beyan edince, onların sapıklıklarının ve zulümlerinin, kendilerine peygamber gelmemiş bile olsa, Allah'ın hikmetinin gereği olduğuna delâlet eden hususu zikretmiştir. Bu, şöyle bir hususa işarettir: "Peygambere uymak, "taabbudi"liği (kulluk teslimiyetini) ortaya koymak için, manası akledilemeyen şeyler hususunda bile gereklidir." Artık, peygamberliğe mahsus olmayıp, manası akıl ile anlaşılan ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bildirilmiş olup hikmeti anlaşılan hususlarda nasıl olur da ona itaat edilmez? İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, Lokman (aleyhisselâm)'ın kıssasını zikretmiş ve onun, peygamberinin getirdiği şeyleri hikmet sayesinde anladığını bildirmiştir. Binâenaleyh ayetteki, "Biz Lokmanda... hikmet verdik" ifadesi, amelin ilme uygunluğundan ibarettir. Binâenaleyh kendisine, amel-ilim uygunluğu nasib edilen kimseye, hikmet verilmiş demektir. Binâenaleyh o hikmeti, kendisine Allah'ın hikmetinin dahil olduğu konularda tarif etmek istersek, "Hikmet, amelin (işin-fiilin), malum olana (yani Allah'ça bilinenlere) uygun olarak gerçekleşmesi, yapılmasıdır" deriz. Bu tarife, şu da delâlet etmektedir: Bir kimse birşeyi öğrenir, ama onun faydalı ve faydasız yönlerini bilmezse, bu kimseye hakîm denilmez. Bu kimse olsa olsa, şanslı olmuş olur. Baksana, bir kimse kendisini yüksek bir yerden atsa, bir yere düşüp batsa ve kendisine bir şey olmaksızın, karşısına orada bir hazine çıksa, her nekadar kendini aşağı atması neticesi bir menfaat, ölmesi gibi bir zarardan kurtuluş olmuş olsa bile, o bunu baştan hesab etmediği için, ona hakîm denilmez. Oraya kişinin kendisini atmasının ölümüne sebep olacağını bile bile oradan atlasa, böylece her tarafı kırılsa, o, bu hareketi neticesinde olacakları hesab etmiş olmasına rağmen, buna da hakîm denmez. Bu söylediklerimize, Hak teâlâ' nın "Allah'a şükret" diye" ifadesi de delalet eder. Çünkü bu gibi yerlerdeki (......) edatı, en-i müfessire adını alır. Binâenaleyh bu, "Allah hikmet verme işini, bu ifade ile, yani "Allah'a şükret diye" ifade ile açıklamıştır ki, bu böyledir. Çünkü bu da, amel-ilim münasebeti ile ilgili olarak söylenen şeylerdendir. Zira insan, biri diğerinden daha mühim olan iki bilir ve daha mühim ile meşgul olursa, yaptığı ilmine uygun olur ve "hikmet" olur. Ama daha mühim olanı ihmal ederse, bildiğinin aksine hareket etmiş ohr ve bu, kesinlikte hikmet sayılmaz. Allah'a şükretmek herşeyden mühimdir. O halde hikmet, yapılması gerekli olan şeylerin, en önemlilerini yapmak demektir. Daha sonra Hak teâlâ, bu şükürden, sadece şükredenin faydası olacağını, "Kim şükrederse, ancak kendi faydası için şükreder" buyurarak; nankörlüğün de yine ancak nanköre (kâfire) zarar vereceğini, "Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Allah ganîdir, hamîddir" buyurarak açıklamıştır. Bu, "Allah, hiçbir şükre muhtaç değildir ki, kâfirin küfrân-ı nimetinden (nankörlüğünden) ötürü zarara uğrasın. Çünkü O, insan kendisine şükretse de, etmese de zatı gereği hamde layıktır" demektir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele ve birkaç incelik var: Allahü teâlâ, hikmet verme işini, şükretme emriyle tefsir etmiştir. Fakat kâfir ve câhil de şükürle emrolunmuş- lardır. Binâenaleyh onlara da hikmetin verilmiş olması gerekir? Cevap: Allahü teâlâ'nın, "Allah'a şükret" diye" ifadesi, bir "tekvini emir" olup, Biz onu şükredenlerden kılmamız suretiyle, ona hikmet verdik" manasındadır. Kâfire atan "şükür" emri ise, "tekvinî" değil, "teklifi" bir emirdir. Allahü teâlâ, şükür ile ilgili ifadede, muzarî sîgası ile (......) şart edatı mazi ve muzariyi aynı manaya getirse bile, inkâr (nankörlük) ile ilgili ifadede ise, mazi sîgasıyla (......) buyurmuştur. Bu tıpkı, "Kim benim evime girdi veya kim benim evime girerse, hürdür" denilmesi gibidir. Cevap: Burada, hem bir manaya işaret, hem bir hususa dikkat çekme olup, bu, şu şekildedir: Şükrün, nimetler hep tekrar edip durduğu için, her zaman tekrarlanması gerekir. Binâenaleyh şükredenin, şükrü tekrarlaması ve sürdürmesi gerekir. İnkârın ve nankörlüğün ise, sona erdirilmesi gerekir. Binâenaleyh kim inkâr ederse, bu inkârını hemen terketmesi gerekir. Bir de, şükredenin şükrü, hiçbir zaman tam ve mükemmel olamaz. Aksine her zaman, onun bu şükrü, şükredenin var olmasını istediği, ama bir türlü var edemediği (tam manasıyla gerçekleştiremediği) bir şeydir. Nitekim "Ey Rabbim, nimetlerine şükretmem için, bana güç ver" (Ahkaf. 18) buyurmuştur. Binâenaleyh Cenab-ı Hak, yapılacak hiçbir şükrün mükemmel manada olamayacağına dikkat çekmek için, şükre muzârî sîgasıyla işaret etmiştir. Ama inkâr nankörlük), tam olarak tahakkuk eder. Dolayısıyla bunu da mazî sîgasıyla beyan etmiştir. Cenâb-ı Hak burada, "Kim şükrederse, ancak kendi faydası için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Allah ganîdir..." buyurarak şükretme işini, küfrân-ı nimetten önce zikretmiştir. Rum sûresinde ise, "Kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kim de iyi amelde bulunursa, kendileri için hazırlanmış olurlar" (Rum, 44) buyurmuştur. Niçin? Cevap: Biz diyoruz ki orada, bu, Hak teâlâ'nın, '"Allah'ın reddine asla imkân bulunmayan o günü gelmezden evvel ki, o gün (bütün insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır, yüzünü haydi o dosdoğru dine çevir" (Rûm, 43) ifâdesinden ötürü, terhîb (korkutma amacıyla) için ele alınmıştır. Burada ise, terğîb için zikredilmiştir. Çünkü babanın oğula yapmış olduğu va'z ve nasihat, bir lütuf ve vaad üslubuyla olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim de iyi amelde bulunursa" (Rûm, 44) ifadesi, öncelikle, bizim bahsettiğimiz bu şeyi ortaya koymaktadır. Çünkü Rûm sûresinde ele alınanlar, reddi mümkün olmayan günden sonra oldukları için, o ameller yapılmış ve bitmiş demektir. İşte bu sebeple de Cenâb-ı Hak, mazî sîgasıyla orada, "Kim de iyi amelde bulundu ise" buyurmuştur. Burada ise, ele alınanlar, şimdi ele alındığı için, muzarî sigasıyla, "Kim şükrederse" buyurulmuştur. Cenâb-ı Hak, "Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Allah ganîdir, hamîddir" buyurmuştur ki bu, "Allah, hamdedenlerin hamdinden müstağni, onların hamdi olmaksızın da, zâtı gereği mahmûd, hamde müstehaktır, Hamdeden kişi, Allah'a hamdetmesi sayesinde, ancak kendi mertebesini yüceltmiş olur" demektir. |
﴾ 12 ﴿