13"Eğer dileseydik, herkese elbette hidayetini verirdik. Fakat benden sâdır olan Cehennemi, bütün cinlerden ve insanlardan muhakkak dolduracağım" hükmü artık hak olmuştur". Allahü teâlâ, onların, "Ya Rabbi gördük, işittik. Şimdi bizi dünyaya geri gönder" sözlerine, bu şekilde cevap vermiştir. Bunu şöyle izah ederiz. Allahü teâlâ sanki demek ki: "Eğer sizi imana döndürecek olsaydım, dünyada iken size hidayet ederdim. Sizi hidayete erdirmemiş olduğuma göre, imanınızı irâde edip dilemediğim çıkmaktadır. Dolayısıyla sizi dünyaya geri göndermem." Ayetteki, "Eğer dileseydik, ... verirdik" ifadesi, biz ehl-i sünnetin görüşünün doğruluğu hususunda çok açık bir sözdür. Çünkü biz diyoruz ki: "Allah, iman etmesini irade etmemiş, onun kâfir olmasını dilemiştir." Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Fakat Benden sadır olan, "Cehenneme, bütün cinlerden ve insanlardan muhakkak dolduracağım" hükmü artık hak olmuştur" yani "Bu hüküm artık vâkî olmuş, Bizden çıkmıştır" buyurmuştur. Bu hüküm de, Hak teâlâ'nın İblis'e, "Cehennemi muhakkak seninle ve sana tabî olanlarla dolduracağım" (Sad. 85) şeklindeki sözüdür. Bu izah, nakil açısından yapılmıştır. Bunun şu şekilde bir de aklî izahı vardır: Allahü teâlâ, hikmetsiz hiçbir iş yapmaz. Bu, üzerinde ittifak edilen bir husustur. İhtilaf noktası, Cenâb-ı Hakk'ın bir fiili, ondaki ötürü mü yaptığı, yoksa o fiili, hikmet kendisini onu yapmaya sevketmeksizin ve zorlamaksızın yapıp, daha sonra hikmet onun ayrılmaz vasfı mı oluyor konusundadır. O'nun fiillerinin hikmetsiz olmadığı bilindiğine göre, hükemâ şöyle demişlerdir: Onun fiillerinin hikmetleri tam ve ayrıntılı olarak anlaşılamaz. Ama bu husus icmalen ve toptan (genel olarak) anlaşılır. Çünkü alemdeki, hertürlü kötü işlerin hikmeti, şu aklî taksimden (sınıflamadan) çıkar: Fiil (iş), ya tamamen hayır, ya tamamen şer, yahut da şerle karışık hayır olur. Bu son kısım da üç çeşittir: Hayrı gâlib olan, şerri gâlib olan, hayrı ve şerri denk olan. Bunun böyle olduğu bilindiğine göre, Allah, sırf hayrın bulunduğu bir âlem yaratmıştır. Bu, melekler âlemi olup, en yüce âlemdir. Yine Cenâb-ı Hak, kendisinde hayır ve serlerin yer aldığı bir âlem yaratmıştır. Bu da, bize insanların yer aldığı âlem olup, âlem-i süffâ (en aşağı alem) dir. Fakat sırf şerrin bulunduğu bir âlem yaratmamıştır. Bizim âlemimiz olan, âlem-i süflide, hayır ve şer bulunuyor ise de, bu hayır tarafının gâlib olduğu, birinci çeşittendir. Çünkü bu âlemdeki faydalı şeyleri zararlı (şerli) şeylerle, faydalı olanı da zararlı olanla mukayese ettiğinde, faydalı olanların daha çok olduğunu görürsün. Yine şerli olanları, hayırlı olanlarla mukayese ettiğinde, hayrın daha çok olduğunu görürsün. Nasıl böyle olmasın. Çünkü kâfir mü'minin karşıtıdır. Fakat mü'min bu âlemde bazan, peygamberler ve veliler gibi, ömrünün başından sonuna kadarki ömründe, şerrin hiç yer almadığı bir durumda bulunur. Kâfirin de, bu dünyada kendisinde hiç hayrın bulunmadığı, ondan hiç hayrın sâdır olmadığı biçimde bulunması mümkün değildir. Bu konuda söylenecek son söz, kâfirin küfrünün, hayırlarını yok edip, hayırlarının kendisine fayda vermeyeceğidir, örfe bakıldığında, susamış bir kimseye bir yudum su, acıkmış bir kimseye bir lokma ekmek vermeyen ve ömründe Rabbini hiç anmayan bir kâfirin bulunması imkânsızdır. Nasıl böyle olmasın ki. Çünkü o kâfir, çocukluk derecesinde, hayırları yapmaya sevkedecek bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Bunun böyle olduğu sabit olduğuna göre, diyoruz ki: Onlar, "Eğer bu âlemde şer olmasaydı, Allah'ın yarattığı şeyler sırf hayırlı olurdu ve O, hayrın gâlib olduğu, şerrin az olduğu bir çeşid yaratmamış olurdu. Çünkü bu kısmı yaratmamak, eğer kendisinde bulunan serlerden ötürü olsa, az bir serden ötürü, çok hayrı terketmek hikmete uygun düşmezdi. Baksana bir tacirden bir dinar karşılığında, bir dirhem vermesi İstendiğinde, eğer o kabul etmese ve "Bunda şer (zarar) var. Bu zarar da, o dirhemin benden çıkmasıdır" dese, ona, "Ama buna karşılık, daha çok hayır (kâr) var. Bu da o bir dinarın senin kesene girmesidir" denilir. İnsan da böyledir. Eğer uzun süre bir rahatlık elde edeceğini bile bile, önemsiz ve basit bir işi, kendisinde meşakkat olduğu için yapmazsa, hikmete aykırı davrandığı söylenir. Binâenaleyh insan hikmeti dikkate aldığında, az bir şerre karşılık olan çok hayrın meydana gelmesinin bir lütuf olduğunu anlar. İşte bundan ötürü kendisinde, şer de bulunan bu âlem yaratılmıştır. Hak teâlâ buna, "Hani Rabbin meleklere, "Ben şüphesiz yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlarda, "Orada, fesad çıkarıp, kan akıtacak kimseler mi yaratacaksın. Halbuki biz, seni hamdinle tesbih ediyor ve takdis ediyoruz" dediler" (Bakara, 30) ayetiyle işaret etmiştir. Allahü teâlâ meleklerin bu sözüne, "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" buyurmuştur. Bu, "Ben böyle bir şeyin hikmete uygun olduğunu biliyorum. Çünkü bundaki hayır, şerrinden çoktur" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Allah, meleklere, bu kısmın daha hayırlı oluşunun, ilim öğretme sayesinde olduğunu anlatmış ve "(Allah), Adem'e bütün isimleri öğretti" (Bakara, 31) yani "Ey melekler, sırf şerr veya şer tarafı fazla veya şerri ve hayrı denk olan şeylerin yaratılması hikmetime uygun düşmez. Fakat içinde az bir şer bulunan, ekserisi hayır olan şeylerin yaratılması İse uygundur" buyurmuştur. Binâenaleyh ayetteki, "Orada fesad çıkarıp, kan akıtacak" ifadesi, bu âlemde bulunan şerre işarettir. Cenâb-ı Hak, "(Allah) Adem'e bütün isimleri öğretti" ifadesi ile, bu âlemde hayrın da bulunduğunu bildirmiştir. Eğer birisi, çıkıp da: "Allahü teâlâ bu kısmı, kendinden hiç şer olmayacak biçimde, şersiz yaratmaya kadirdi?" derse, ona tıpkı Allah'ın buyurduğu gibi, "Eğer dileseydik, herkese elbette hidayetini verirdik" beyanı ile cevap verilir. Yani "İsteseydik hayrı serden tamamen temizlerdik. Ama bu durumda, az şerre belenmiş hayr-ı kesiri yaratmamış olurdum. Halbuki böyle bir kısım aklîdir. Dolayısıyla azıcık serden ötürü terki caiz olmayan şey, hikmete uygun düşmez. Çünkü az serden ötürü, çok olan hayrı terketmek hikmete uygun değildir. Eğer bu şekilde olmasaydı, onun yaratılmasına bir engel bulunmazdı. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak bu âlemi, kendisindeki hayrın daha çok olmasından ötürü yaratmıştır. Bu sözü, maslahatların gözetilmesi gerektiğini söyleyen (Mu'tezile), şu şekilde ifade etmektedirler: Hayır kazada, şer ise kaderdedir. Allahü teâlâ hayra hükmetmiştir, ama kaderdeki şer, O'nun çirkinlikten ve cehaletten münezzeh olan fiili ile meydana gelmiştir. Allahü teâlâ "Bütün cinlerden ve insanlardan..." buyurmuştur. Çünkü Hak teâlâ İblis'e, "Cehennemi muhakkak seninle ve sana tabî olanlarla dolduracağım" (Sad. 85) demiştir. Bu, cehennemin süflî alemdekiler içi olduğuna bir işarettir. Ulvî alemdekiler ise, cehenneme girmekten münezzeh olup, bunlar meleklerdir. Allahü teâlâ'nın bu beyanı, İblisin meleklerden olmamasını gerektirir. Doğrusu da budur. Ayetteki "bütün" ifadesi, a) Te'kid olabilir. Açık olan budur. b) Hâl de olabilir, yani "toplanmış oldukları halde" manasınadır. Allahü teâlâ niçin bütün insanları ve cinleri cehennemi dolduracaklarından saymıştır? Biz deriz ki: Buradaki min edatt, cinsin beyanı içindir, yani "Başkasından değil, cin ve insan cinsinden doldurulur o cehennem" demek olup, bu, meleklere güven vermek içindir. Ayetteki bu ifade, bütün insanların ve cinlerin, oraya girmesini gerektirmeyip, tıpkı bir kimsenin, "Kesemi dirhemlerden doldurdum" şeklindeki sözünden, kesenin dışında artık hiç dirhem kalmadığı manasının anlaşılmaması gibidir. İmdi, eğer "Bu, cehennemin bazı yaratıklarla hemen dolacak kadar dar olduğunu gösterir" denilirse, biz deriz ki "Evet bu böyledir. Geniş olan, Allah'ın geniş rahmetinin eseri olan cennettir." Allah en iyisini bilendir. Allahü teâlâ, "Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik" buyurarak, onlar için bir dönüşün olmayacağını beyan edince, onlara, "Siz dünyaya tekrar dönüşünüzün olmadığını bildiğinize göre: |
﴾ 13 ﴿