5"Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız da onlar, esasen dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ettiğinizde ise, size bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin kasten yaptığında vebal vardır. Allah gafur ve rahîmdir" Hak teâlâ'nın, "Onlan babalarına nisbetle çağırın" ifadesi, en doğru davranış, 'Bu Allah indinde daha doğrudur" ifadesi de, "Daha âdil ve uygun olan davranış" demektir. Çünkü bu birşeyi, yerli yerine koymak demektir. Bu ifade hakkında şu iki izah yapılabilir: 1) Umûmî manaya gelsin diye, izafetin terkedilmiş olması olup, aslında ifadenin takdiri, "Bütün sözlerden daha doğru" şeklindedir ki, bu tıpkı bir kimsenin, "Allahu Ekber" (Allah mutlak surette büyüktür) demesi gibidir. a) Daha önce söylenilen sözün, kafada niyetlenmiş olmasıdır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Bu, sizin, "O falanın oğludur" şeklindeki sözünüzden daha doğrudur" demek istemiştir. Cenâb-ı Hak, bu doğruya iletme işini tamamlamış ve "Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız da onlar, esasen dînde kardeşleriniz ve (köleleriniz), dostlarınızdır' buyurmuştur. Bu, "Onlara, "kardeşlerimiz" yahut "Falancanın kardeşleri" deyiniz. Eğer onlar köle iseler, "Bu falancanın kölesidir" deyiniz" demektir. Daha sonra Hak teâlâ, "Hata ettiklerinizde ise, size bir vebal yoktur" buyurmuştur. Bu, "Bir kimsenin, bir başkasına şefkat üslubuyla, "Evladım!" veya saygı için, "Babacığım" demesi de hata gibidir. Baksana, yeminlerdeki "lağv" de, "bir hata ve sürc-ü lisan gibidir" demektir. Binâenaleyh bir kimsenin, "Oğlum" ifadesindeki sürç-ü lisanı ile, nesebi isbata niyetli olmaksızın, "oğlum" şeklindeki sözündeki hatası eşittir. "Fakat kalblerinizin kasten yaptığında (vebal vardır)" cümlesi, daha önce geçen ifadelerin haberine delâlet ettiği için, haberi hazfedilmiş bir mübtedadır. Bu haber de, günah (bir vebal) yoktur ifadesidir. Bu, "Kalbinizin kasten yaptığı şey ise günahtır" demektir. Cenâb-ı Allah, "Allah gafur ve râhîmdir" yani, "Allah günahları bağışlar, günahkâra merhamet eder" buyurmuştur. Mağfiret ve rahmet hakkında, daha önce birkaç yerde yeterli izah yapmıştık. Burada o izahlardan bir parçasını yeniden ele alıp şöyle diyoruz: Mağfiret, kadir bir zâtın, kudreti altındakilerden sâdır olan çirkin bir şeyi görmemezlikten gelmesidir. Meselâ köle, efendisinin cezasından korktuğu için, efendisinin kusurunu görmemezlikten geldiğinde, "O ona mağfiret etti" denilmez. Rahmet ise, kendisine merhamet edilenin âciz oluşundan ötürü, bir karşılığı olmaksızın, rahmet edenin ona lütufla yönelmesi, muamele etmesi demektir. Çünkü meselâ, hükümdar gibi kudretli birisine, bir insan lütufla yönelse, ona bir iyilik yapsa, "O, o (hükümdara) rahmet etti" denilmez. Aynen bunun gibi, başkasının iyiliğini umarak, yahut da geçmişte ondan kaynaklanan bir iyiliğe karşılık vermek için iyilik yapan kimse için de, "O, ona rahmet etti" denilmez. Bunun böyle olduğu bilindiğine göre, eğer mağfiret, rahmetten önce zikredilirse, onun manası "O onun ayıbını sakladı, sonra da onu âciz-müflis birisi olarak görüp, hem de merhamet edip, ona yetecek kadar şey verdi" şeklinde; ama mağfiret, rahmetten sonra zikredilirse -ki bu kullanılış çok azdır- o zaman bunun manası, "O, ona âciz olduğu için lütfetti, onu cezalandırmadı. Hatta dahasını yapıp, günahlarını bağışladı" şeklinde olur. |
﴾ 5 ﴿