10"Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki bunca nimetlerini hatırlayın. O zaman ki size, düşman orduları saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, ne yaparsanız hepsini hakkıyla görendir. O vakit onlar, hem üstünüzden hem de altınızdan size gelmişlerdi, zaman gözler yılmış, yürekler el-Haklara dayanmıştı ve siz, Allah hakkında türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz". Ayetin bu ifadesi, daha önce geçmiş olan takva emrinin, Allah'ın yanısıra, karşı kalmayacak bir biçimde olması gerektiğini ortaya koymak içindir, böyledir, zira o hiziplerin, grupların bir araya gelmeleri hâdisesinin altında, bu ashaba çok ağır gelmesi meselesi yatmaktadır. Çünkü, hem müşrikler hem de yahudiler, tamamiyle ve eksiksiz olarak bir araya gelmişler ve Medine'ye inmişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, tedbir olarak hendekler kazdırdı. İş, şiddetin doruk noktasına varmış, korku da zirveye çıkmıştı. İşte bu noktada Allah, o topluluğu ashabtan, savaş yapılmaksızın savuşturmuş; ashabı böylece, korktuklarından emin kılmıştır. Binâenaleyh kulun, Rabbinden başka kimseden korkmaması gerekir. Zira O, kulun bütün işleri hususunda ona yeter ve hiçkimse O'nun mekrinden, cezasından kendisini emin hissedemez. Çünkü O, her türlü mümkinâta kadirdir. Binâenaleyh O, tıpkı kâfirleri saltanat ve kuvvetlerine rağmen mü'minlerin kahredip ezdiği gibi, zayıf olmalarına rağmen müslümanları da kahretmeye kadirdir. (......) ifadesi, O'nun o kâfirlere, bir kış gecesinde, üzerine soğuk bir rüzgâr göndermesi, melekleri onlara salıvermesi, gecenin atların çıkardığı (seslerden) kaynaklanan korkudan dolayı birbirlerine bir hale gelmeleri... gibi onların kalblerine korku atması vb. şeylere bir işarettir. Kaldı ki bu kıssa, meşhurdur. Cenab-ı Hakk'ın, ifadesi de, Allahü teâlâ'nın, onların iltica edip sığındıklarına, lütfunu umduklarına, böylece de bir saldırı düşmanlarının aleyhine onlara yardım etmiş olduğuna bir işaret olup, bu da Allah'dan korkmanın farz olup, Allah'dan başkasından ise korkmamanın gerekli ortaya koyan bir husustur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik" hitabı, "Allah, siz görmediğiniz halde, sizin ihtiyaçlarınızı karşılar. Eğer sizin için bir emniyet vesilesi zuhur etmezse, onun size zuhur etmemesine aldırmayınız. Çünkü sizler, herşeyi göremezsiniz. Öyleyse, Allah'dan başkasından korkmayın. Allah, ne yaparsanız, hepsini hakkıyla görendir. Sakın, "Biz bir şey yaparız, O onu nasıl görecek?" demeyiniz. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla görendir" manasındadır. (......) ifâdesi, işin şiddetini ve korkunun doruk noktasını beyan etmektedir. Ayetteki, "üstünüzden" tabirinin "doğu tarafından"; "altınızdan" ifadesinin de, "batı tarafından" manalarına geldiği; bu gelenlerin ise Mekkeliler olduğu da ileri sürülmüştür. Ayetteki "gözler yılmış" tabiri de, "normal düzen ve ölçüsünden sapmış, böylece de çokluğundan dolayı düşmana dönüp bakamaz hale gelmişti" anlamındadır., "Yürekler gırtlaklara dayanmıştır" ifadesi, O sıkıntının doruk noktasına çıkmış olmasından kinayedir. Bu böyledir, zira kalb öfke anında, kabarır; korku anında, büzülür ve böylece de boğazı tıkar. Bazan da nefes borusunu tıkayacak bir hal alır, böylece kişi hava teneffüs edemez de, o zaman korkudan ölür. O halde bu cümlenin anlamı, "Can boğaza geldiğinde" şeklinde olur. "Ve siz, Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz" ifadesindeki elif-lâm, daha ileri bir mana ifade etsin diye, "istiğrak-şümûl" manasına olması mümkün olup, "Sizler, türlü türlü zanlara başvurdunuz" demektir. Çünkü, herkes, büyük bir musibet ve sıkıntı, büyük bir şey esnasında, hertürlü zanda bulunabilir. Ayetin bu ifadesiyle, onlardan malûm ve makûd olan zanlarının kastedilmiş olması da mümkündür. (Yani, elif-lâm "akd" ifade eder). Çünkü, mü'minden alışılagelen ve malum olan şey, Allah hakkında, hayır ve güzel zanda bulunmasıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah hakkında hüsnü zanda bulunun" buyurmuştur. Kâfirden beklenen ve vaki olan ise, onun kötü zanda bulunuşudur. Nitekim Cenâb-ı Hak "Bu, o küfredenlerin zannıdır"(Sad,27) ve "Onlar zandan başkasına tâbi olmazlar" (Necm, 28) buyurmuştur. Eğer birisi: "Masdar çoğul yapılmaz. O halde ayetin bu ifadesindeki (......) kelimesinin çoğul olarak getirilmesinin hikmeti nedir?" derse, biz deriz ki: Bu kelimenin, mef'ûlü mutlak olarak mansûb olduğunda şüphe yoktur. Ancak ne var ki isim de "Onu, kamçılarla dövdüm" ve "Onu, defalarca tedib ettim, düzelttim" denilmesi gibi, bazan masdar kabul edilebilir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Sizler zan üstüne zanda bulundunuz" demiştir ki bu da, "Sizler, bir zanda da sebat etmediniz!" anlamına gelir. O halde, ayetin bu ifadesindeki incelik şudur: Şayet Allahü teâlâ, "Bir zanda bulunuyorsunuz" demiş olsaydı, o zaman onların, isabetli oldukları akla gelebilirdi, ama "zanlar" denilince o zaman onların içinde, yalan ve doğru olmayanların bulunduğu da anlaşılmış olur. Çünkü zanların, aynı konuda olmaları halinde, bazan hepsi, bazan da bir kısmı yalan olabilir. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bir topluluk, uzakta bir karaltı, bir cisim görse, sonra da onların bir kısmı, bunun Zeyd; diğer bir kısmı Amr, üçüncü bir kısmı da bunun Bekir olduğunu zannetseler, o görülen şeyin, meselâ ağaç veya taş olması gibi gerçeğin ne olduğu onlar tarafından anlaşılsa, o zaman hepsi de hata etmiş olurlar. Bazan onların birisi isabet edeceği gibi, hepsinin isabet edememesi de mümkün ve muhtemeldir. O halde ayetteki tabirini, onların içlerinde, o zanlarında hata edenlerin bulunduğunu ifade eder. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak şayet, "Allah hakkında birzanda bulunuyordunuz" demiş olsaydı, bu, bir önceki anlamı ifade etmezdi. |
﴾ 10 ﴿