26

"Allah, Ehl-i Kitap olup o (münafıklara) destek olanları da, yüreklerine korku düşürerek, kalelerinden indirdi. Siz onların birkısmmı öldürüyordunuz, bir kısmmı da esir ediyordunuz".

Ayetteki, "Ehl-i Kitap'tan onlara yardım edenler" demek olup, bunlar yahudî Kureyza kabilesidir. Allah onları "sayâsîlerinden" yani kalelerinden indirdi, kalplerine korku saldı. Böylece de onlar, kendileri öldürülmeye, çoluk-çocukları da esir edilmeye mahkûm oldular. Siz (hani) onlardan birkısmmı, yani erkeklerini öldürüyor, birkısmını da, yani çocuklarını ve kadınlarını esir alıyordunuz.

Eğer, "Cenâb-ı Hak, dediği için, mef'ûlü önce almasında, dediği için de mef'ûlü sonraya bırakmasında bir hikmet var mıdır?" denilirse, derim ki: Daha önce de izah ettiğimiz gibi, Kur'ân'da olan herşeyin, her özelliğin mutlaka bir fayda ve hikmeti vardır. Bunlardan bir kısmı açıktır, biz onları görebiliriz. Bir kısmı ise açık değildir. Allahü teâlâ en iyisini bilir ya, şu anda içime doğan şudur: Konuşan kişi, önce en mühim şeyi söyler, sonra daha az mühim olanı söyler. Yine konuşan, işe en tanınmışı zikrederek başlar, sonra derece derece daha az tanınan ve bilineni zikreder. Yine konuşan, Önce en yakın olandan başlar ve sonra derece derece uzakta olanlara doğru giderek, onları zikreder. Ayette bahsedilen bu kimseler meşhur idiler. Dolayısıyla meydanda, herkesin bildiği kimselerdiler. Böylece öldürme işi bunların başına geldi. Esir olanlar ise, bunların kadınları ve çocukları olup, pek meşhur değildiler. Halbuki esir alınma, öldürülmeden daha açık bir iştir. Çünkü esir alınan, hayatta kalır. Böylece de herkesçe, onun esir olduğu görülür, bilinir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, ayetteki iki yerden meşhur olanını kendisiyle kâim olan fiile; iki fiilden meşhur olanını da daha kapalı olana takdim etmiştir.

İstersek, bu meseleyi nahiv kaidelerine uygun bir ifade ile şöyle de açıklayabiliriz: Ayetteki, ifadesi, fiil ve mefûlden ibarettir. Fiil cümlesinde asıl olan ise, fiilin mef'ûl ve failinden önce getirilmesidir. Bu ifadenin bir fiil cümlesi olması hususunu şöyle ispat ederiz: Eğer bu bir isim cümlesi olsaydı, baştaki "Ferik" kelimesinin merfû olması ve denilmesi gerekirdi. Bu kelime mansub olduğuna göre, bu mansub oluş, takdirinde, zahirdeki fiilin tefsir ettiği mukadder bir fiilden ötürüdür. Sözün bu şekilde söylenmesine sevkeden sebeb ise, mef'ûlün beyân edilmesine aşırı itinâ gösterilmesidir. İşte ayetteki durum da budur. Çünkü Cenâb-ı Hak, onlara yardım edenlerin durumundan bahsedip, onların kalelerine korku saldığını bildirirken, eğer Cenâb-ı Hak demiş olsaydı, bunu duyan kimse, bunun mef'ûlünü duyuncaya kadar, ya aradan zaman geçerdi, yahut da onu söylemeye bir manî çıkar, böylece o da onu söyleyemezdi, böylece de onların öldürülmüş oldukları bilinemezdi. Fakat daha önce onların kalblerine korkunun salındığını da duydukları için, Allah, söze "ferîkan" diye başlayınca, bunlar sözün tamamını duymak için kulak kesileceklerdir. Eğer birincisi fiil ve mef'ûl olursa, mef'ûl astında olduğu gibi, ikinci cümlenin o cümleye atfedilmesi faydasından ötürü, öne alınır. Binâenaleyh fiilin öne alınmayışı, onu öne almayı gerektiren bir hususun olmayışından ötürüdür. Onların hali bilindiğinde, ondan sonra gelen şeyler de, onlara havale edilmiş olur.Dolayısıyla eğer Cenab-ı Hak, bundan sonra da, aynı şekilde demiş olsaydı, bu “ferikan”ı duynlar, ya çoğu kez onların içinde salıverilenler olduğunu, yahut da onların yakalanamadıklarını sanırlardı.Binaenaleyh bu ikinci ifadede, fiilin önce zikredilmesi evla olmuştur.Durum hem hem de cümleleri için aynıdır.Çünkü korkunun kalblere salınması, kalelerden indirmeden öncedir.Çünkü korku, o indirmenin (inişin) sebebidir.Fakat onların kalelerinen indirilmelerinden duyulucak sevinç daha çok olduğu için, Hak teâlâ bu işi, onların kalblerine korku salmadan önce zikretmiştir. Allah en iyi bilendir.

Mülklerine Siz Varis Oldunuz

26 ﴿