29"Ey peygamber, hanımlarına de ki: "Eğer dünya hayatını ve onun zinetini, İhtişamını arzu ediyorsanız, gelin size boşama bedellerini verip, hepinizi güzellikle salayım. Yok eğer Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız, şüphe yok ki Allah, sizden iyi hareket eden kadınlar için büyük bir mükâfaat hazırlamıştır". Bu ayetin, daha öncekilerle münasebeti şöyledir: Güzel ahlâk, iki şeye, yani Allah'ın emirlerine saygı duymaya ve Allah'ın yarattıklarına şefkatli olmaya hasredilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna, "Namaza (devam) ve elinizin altında olanlara (yani kölelere şefkat)..." hadisiyle işaret etmiştir. Allahü teâlâ, peygamberini, daha önce, "Ey Peygamber Allah'dan ittikâ et" (Ahzâb, 1) emriyle, Allah'a saygı tarafıyla ilgili olan kısma sevkedince, şefkat tarafıyla ilgili olan şeylerden de bahsedip, buna önce hanımlarından başlamıştır. Çünkü onlar, insanların şefkat edilmeye en layık ve muhtaç olanlarıdır. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, nafaka konusunda da hanımları önce zikretmiştir. Bu ayette birtakım fıkhi meseleler var: 1) Muhayyer (bu iki şeyden birini seçmede serbest) bırakma işi, peygambere vâcib midir, değil midir? Diyoruz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, onlara sözlü olarak muhayyer olduklarını söylemesi, şüphesiz vâcib (farz)dır. Çünkü bu, risâleti (verilen ilahî emri) tebliğdir. Çünkü Allahü teâlâ Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Onlara ... de" diye emredince, bu artık peygamberliğin gereği olmuş olur. Fakat mana (hüküm) olarak muhayyer bırakma işi, emrin vücûb ifade edip etmemesine bağlıdır. Zahir olan, emrin vücûb (farziyyet) ifade edişidir. 2) Onlardan birisi eğer, peygamberden boşanmayı tercih ederse, onun bu tercihi, dinen bir boşanma (ayrılık) sayılır mı? Zahir olan, bunun bir ayrılık sayılmamasıdır. O kadın, kendisini (boşanmasını) tercih etmesi ile, hemen bâin (boşanmış) olmaz. Ancak bu boşama işi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından yapılırsa olur. Çünkü Allahü teâlâ, "Gelin size boşama bedellerinizi verip, hepinizi güzellikle salayım" buyurmuştur. 3) Onlardan birisi, eğer kendisini tercih etseydi, ki biz bunun ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından, bâin talakla boşanması hâlinde, bâin talakla boşanmış olacağını söylemiştik. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, onun için talâk vermesi vâcib olur muydu? Sürünen odur ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in makamına nisbetle, bu vâcibtir. Çünkü paşgamberin vaadinden dönmesi caiz değildir. Fakat bizden birisi böyle değildir, böylesi durumda, dediğini tutmak, o kişiden şer'an matlup değildir. 4) Bâin talaktan sonra kendisini tercih etmiş peygamber hanımı, başkasına haram olur muydu, olmaz mıydı? Zahir olan, onun haram olmayacağıdır. Aksi halde, onun kendisini (boşanmayı) tercih etmesi halinde, dünya zinetlerinden istifade etmesi mümkün olmazdı. 5) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah'ı ve Resûlullah'ı tercih eden kadınını boşaması haram olur muydu, olmaz mıydı? Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in makamı itibarıyla, zahir olan, haram olduğudur. Bu, "Hazret-i Peygamber bu işe teşebbüs edemezdi, etmesi halinde Allah tarafından cezalandırılır veya itab edilirdi" manasına gelir. Ayette birtakım lafzı incelikler vardır: 1) Dünyanın tercih edilmesinin öncelikle söylenmesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kadınlarına çok fazla düşkün olmadığına bir işarettir. Nasıl böyle olmasın ki? Çünkü o. Rabbine ibadette meşguldür. 2) Ayetteki, "Hepinizi güzellikle salayım" ifadesi de, biraz önce bahsettiğimiz nususa işarettir. Çünkü güzellikle salma işi, örfen çok fazla duyulacak bir acıyla birlikte olamaz. Böylece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in güzel salıvermenin kendi tarafından olmasının delaletiyle, hanımlarının ondan ayrılmayı tercih etmelerinden etkilenmeyeceği anlaşılır. 3) Ayetteki, "Yok eğer Allah) ... diliyorsanız" ifadesinde, onların, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tercih etmelerinde, hem Allah'ı, hem Resulünü, hem de ahireti tercihin yattığını bildirme vardır. Zaten din de bu demektir. Cenâb-ı Hak, "(Allah), sizden iyi hareket eden kadınlar için yani sizden sâlih amelde bulunanlar, büyük bir mükâfaat hazırlamıştır" buyurmuştur. "Yok eğer Allah'ı, peygamberi ve âhiret yurdunu diliyorsanız..," ifadesinde, iman manası; "Muhsinler (iyi hareket edenler) için" ifadesinde de, önceki ifâdenin o -nanada olabilmesi için, ihsan manası vardır. Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadeleri tıpkı, "Kim, muhsin olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse..."(Lokman, 22); "Kim imân eder ve salih amel işlerse..." (Furkan, 70) ve "îman edip, salih ameller işleyenler..." (Asr, 3) ayetleri gibidir. Ayetteki, "büyük mükâfaat", her zaman zâtı açısından büyük, sıfatları (özelikleri) bakımından güzel olan demektir. Çünkü maddeler hakkında kullanılan azim (büyük) kelimesi, ancak uzunluk, en ve derinlik bakımından büyük olan şeyler için kullanılır. Eğer birşeyin sadece uzunluğu fazla olsa, ona "uzun"; sadece eni fazla olsa ona "enli" kelimeleri kullanılır. Derinlik de böyledir. Binâenaleyh bir şeyde ancak her üç özellik birlikte bulunursa, ancak onun hakkında "azîm" kelimesi kullanılır. Meselâ yüksek ve her tarafa doğru uzanmış-yayılmış dağ için, "azîm bir dağ" ifadesi kullanılır. Ama her tarafa uzamamış (sıradağ olmayan), sadece sivri (yüksek) olursa, buna "yüksek dağ" denilir. Bunun böyle olduğunu anladığına göre, şimdi diyebiliriz ki: Aslında dünyanın ücreti zâtı itibarıyla az, özellikleri bakımından da birtakım çirkinlikler (zararlar) taşımaktadır. Zira onlardan yenilecek olanlarında, zarar ve ağırlık da vardır. İçilecek olanlar ve diğer lezzetleri de böyledir. Hem sonra bunlar sonludur. Ahiret mükâfaatlan ise hem çoktur, hem de çirkin (ve zararlı) olma özelliklerinden uzaktır. Ayrıca süreklidir. O halde onlar azîmdir. |
﴾ 29 ﴿