35"Şüphesiz ki müslüman erkeklerle, müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle, mü'min kadınlar, İtaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazı erkeklerle mütevâzî olan kadınlar, sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle, oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle kadınlar (yok mu), işte bunlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfaat hazırlamıştır". Allahü teâlâ onlara emirler verip, yasaklar koyup, onlar için gerekli şeyleri beyan edince, o kadınlar için şu on mertebeyi zikretmiştir: Birincisi, müslüman olmak ve Allah'ın emrine boyun eğmek; İkincisi, sayesinde Allah'ın emirlerinin geldiği (öğrenildiği) şeye, yani Kur'ân'a imandır. Çünkü mükellef önce, "O'nun dediği herşeyi kabul ediyorum" der. İşte bu İslâm'dır. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak birşey söyleyip, mükellef de onu kabul ettiğinde, Allah'ın o sözünü tasdik etmiş ve inancının doğruluğunu ortaya koymuştur. Bu da imandır. Sonra onun bu inancı, kendisini güzel işler yapmaya ve amel-i sâlihe sevkeder. Böylece de o itaatkar olur ve ibadet eder. İşte bu, Ayetteki "itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar" (kânitîn-kânitât) ifadesi ile belirtilen üçüncü mertebedir. Daha sonra mükellef iman edip, şalin amelde bulunduğu zaman kendisi kâmil (olgun) olmuş olur ve başkalarını kemâle erdirmeye çalışır, emri ma'rûfta bulunup, kardeşlerine nasihat eder. Böylece de nasihati hususunda tasdik edilmiş (doğrulanmış) olur ki ayetteki, "Doğru erkeklerle doğru kadınlar" (sâdıkîn-sâdikat) tabiriyle kastedilen budur. Daha sonra bu kimse, iyiliği emredip, kötülükten nehyederken karşısına birtakım sıkıntılar çıkar. O da buna sabreder. İşte Cenâb-ı Hak bunu da, "Sabreden erkeklerle sabreden kadınlar" tabiri ile belirtmiştir. Sonra bu mükellef kemâle erip, başkalarını kemâle erdirdiğinde, kendini beğenmeye ve yaptığı ibadetlerden dolayı "ucb"e başlar. Cenâb-ı Hak onu bu halinden, "Mütevâzî erkeklerle, mütevazı olan kadınlar" (Haşiîn-Hâşiât) ifadesiyle men etmiştir. Yahut şöyle de diyebiliriz: Cenâb-ı Hak, bu güzel ve iyi sıfatlardan bahsedince, bunlara manî hallere de işaret etmiştir. Bu da ya gözle görülecek şeylerden olan makam ve mal sevgisidir, yahut da gözle görülemeyen şeylerden olan şehvettir. Gazab da bu iki hususa dahildir. Çünkü gazab (öfke), ya makam noksanlığı, yahut bir mal elde edememe, yahut da arzu edilen birşeyden engellenme gibi sebeblerden dolayı ortaya çıkar. O halde ayetteki, "Hâşiîn ve Haşlat" ifadesi, "Makam ve mansıbların kendilerini ibadetten alıkoyamadığı mütevâzi kimseler" manasınadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar" buyurmuştur. Bu da, "Çok sevdikleri için mal biriktirme özelliğinde olmayıp, mallarını infâk edenler" demektir. Allahü teâlâ daha sonra, bâtınî arzu ve isteklerin, kendilerini Allah'a ibadetten alıkoyamadığı kimselere işaret olarak da, "Oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar..." (Sâimîn-Sâlmât) buyurmuştur. Hak teâlâ, "Namuslarını koruyan erkeklerle kadınlar..." buyurmuştur. Bu da, "Cinsî arzuların kendilerini Allah'a İbadetten alıkoyamadığı kimseler" demektir. Daha sonra Hak teâlâ, "Allah'ı çok zikreden erkeklerle kadınlar" buyurmuştur. Yani, "Onlar bütün hallerinde, her halükârda, her zaman Allah'ı anarlar (hatırlarlar). Müslümanlıkları, imanları, taatları, sadâkatleri, sabırları, tevazûları, sadakaları ve oruçları, hâlis bir niyyetle, Allah için olur. Bil ki Allahü teâlâ, bir çok ayette "zikir"den bahsettiği zaman, onunla birlikte "çok"luk vasfını da getirmiştir. Mesela daha sonra gelecek olan, "Ey iman edenler Allah'ı çokça zikredin" (Ahzab, 40) ayetinde ve bundan önce geçmiş olan, "Allah'ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için" (Ahzab, 21) ayetinde böyledir. Çünkü bedenle yapılan fiilleri (amelleri) çok yapmak, ya mümkün değildir, ya zordur. Meselâ İnsan yerken, içerken ve yiyeceğini-içeceğini elde etmeye çalışırken, bütün bunlar onun devamlı namaz kılmasına manîdirler. Fakat insanın yerken, içerken, yürürken, alırken, satarken, Allah'ı zikretmesine bir mâni yoktur. İşte bu hususa Hak teâlâ, "Ayakta iken, otururken ve yanlan üstü (yatarken) Allah'ı zikredenler.." (Âl-i İmran. 191) ifadesiyle işaret etmiştir. Bir de bütün amellerin sıhhati, Allah'ı zikir (anma) İle olur. İşte bu da niyettir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "İşte bunlar için Allah (günahlarını silen) bir mağfiret ve büyük bir mükâfaat hazırlamıştır" buyurmuştur. Bu büyük mükâfaattan daha önce bahsetmiştik. |
﴾ 35 ﴿