SEBE SÛRESİBu sûre, Mekki'dir. İçinde yer alan, 6 ayetin Medenî olduğu söylenmiş olup, 54 veya 55 ayettir. 1"Göklerde ne var, verde ne varsa, kendisinin olan Allah'a hamdolsun. Ahirette de hamd Onundur. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden de, hakkıyla haberdardır". "Hamd" ile başlayan sûreler beş tane olup, bunlardan ikisi, Kur'ân'ın ilk yarısında yer almıştır ki, bunlar En'âm ve Kehf sûreleridir. İki sûre de, Kur'ân'ın son yarısında bulunmaktadır ki, bunlar da, bu sûre ile Fâtır (Melâike) süresidir. Beşincisi de, Fâtihatü'l-Kitâb olup, Fatiha Sûresi hem Kur'ân'ın ilk yarısıyla, hem de son yarısıyla Dirlikte okunur. Bundaki hikmet şudur: Allah'ın nimetleri, çok olmasına ve bizim, onları sayıp dökemememize rağmen, iki kısımda toplanmıştır ki, bunlar var etme nimeti ile, var edilen şeyi sürdürme, yaşatma nimeti... Çünkü Allahü teâlâ, bizi ilk önce rahmetiyle yaratmış ve bizim için, sayesinde hayıfımızı devam ettirebileceğimiz şeyleri halketmiştir ki, bu nimet, "iade" -yeniden yaratma- vasıtasıyla tekrar tahakkuk edecektir. Zira o, bizi yeniden yaratacak ve bizim için devamlı ve kesintisiz olan şeyi de yaratacaktır. O halde bu demektir, ki bizim birisi başlangıç diğeri de yeniden olmak üzere iki halimiz vardır. Bütün bu hallerde, Allah'ın üzerimizde, birisi îcâd etme, diğeri de yaşatma nimeti olmak üzere iki nimeti vardır. Böylece Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ın ilk yarısında var etme nimetine şükretmeye işaret etmek için, "Göklerde ne var, yerde ne varsa, kendisinin olan Allah'a hamdolsun"( Sebe, 1) buyurmuştur ki, bunun böyle olduğuna, "O, sizi çamurdan yaratandır" (En'am. 2) ayeti de delâlet eder ki, Cenâb-ı Hakk'ın En'âm Sûresi'ndeki bu ifadesi, ilk yaratmaya bir işarettir. İkinci sûrede, yani Kehf de ise, nimetin devam ettirilmesine mukabil şükretmeye bir işaret olsun diye, "... kendisinde hiçbir eğrilik yapmadığı, o dosdoğru kitabı kulu üzerine indiren Allah'a hamdolsun" (Kehf, 1) buyurmuştur. Çünkü beka, yaşamak, ancak şer'î hükümlerle mümkündür. Şayet, insanların kendisine ister istemez uyacağı bir işaret olmasaydı, o zaman herbiri kendi arzusuna tâbi olur ve karışık şeylerde münakaşalar meydana gelirdi ki, bu da karşılıklı dövüşmeye ve birbirini yok etmeye götürürdü. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu sûrede, ikinci olarak yaratma nimetine bir işaret olmak üzere, "el-hamdü lillâhi" buyurmuştur. Bunun bu manada olduğuna aynı ayetteki "Ahirette de, hamd O'nadır" cümlesi delâlet etmektedir. Cenâb-ı Hak, Fâtır (Melâike) Sûresi'nde ise, yaşatma nimetine bir işaret olsun diye de, "el-hamdü lillâh" buyurmuştur. Bunun bu manaya geldiğine ise, aynı ayetin devamında, "Melekleri elçiler kılan..."(Fatır, 1) ifâdesi delâlet etmektedir. Halbuki meleklerin tümü, ancak Kıyamet gününde elçi olurlar. Ki Allah onları, müslümanlara gönderir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Ve onları melekler karşılar" (Enbiya. 103) buyurmuştur. Ve yine O, meleklerin söylediğini haber verdiği ayetinde, "Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak özere girin buraya" (Zumer, 73) buyurmuştur. Fatiha Sûresi ise, Cenâb-ı Hakk'ın, dünyevî nimetlere bir işaret olsun diye buyurduğu, "Hamd âlemlerin Rabbinedir" cümlesi ve uhrevî nimetlere bir işaret olsun diye buyurduğu, "Din gününün mâliki..." (Fatiha, 3) ifadeleriyle bu her iki nimetin zikredilmesini kapsayınca, hem başlangıçta hem de bitimde okunmuştur. Ayrıca, bu ayette birkaç mesele vardır: "Hamd" "şükür" demektir. Şükür ise, nimete muabil yapılır. Halbuki Allahü teâlâ, "Göklerde ve yerde olanlar O'nundur" beyanı ile, göklerde ve yerdekilerin kendisine ait olduğunu bildirdi. O, bunların bize ait olduğunu söylemedi ki, böylece şükretmek vacib olsun! Biz buna cevaben şöyle deriz: "Hamd", mana bakımından "şükür"den ayrılır. Çünkü hamd, daha umumîdir. Böylece, hamdeden kişiye hiç nimet vermese dahi, kendisinde güzel sıfatların bulunduğu kimse övülür (memdûh) olur. Çünkü insanın, hiç beraber bulunmadığı bir âlim hakkında, "O, alimdir, âmildir; emsalini geçmiştir, kâmildir" şeklinde söylemesi yerinde olur. Bu durumda da bu kimse için, "O, falancayı övüyor, (ona hamdediyor)" denilir de, onun o kimsenin nimetlerini veya nimetlerinden dolayı o kimseyi yâd edip hatırlaması durumu müstesna, "O ona şükrediyor, teşekkür ediyor" denilmez. O halele bu demektir ki, Allahü teâlâ, kemâl ve cemâl sıfatlarıyla muttasıf olduğu için, ta ezelde mahmûd (hamdedilmiş, övülmüş ve meşkûrdur). O, kerem ve lütfunu hep izhar etmiş ve nimetlerini bahşedegelmiştir. Binâenaleyh, hamdetmek için, nimetini hatırlamak gerekmez. Tam aksine, O'nun azametini hatırlamak yeterli olur. O'nun, göklerdekilerin ve yerdekilerin mâliki olmasında tam bir azamet söz konusudur. O halde hamd, O'na mahsustur. Kaldı ki biz, ayetteki, "Göklerde ve yerde olanlar O'nundur" cümlesinin, "Yerdekileri sizin için yaratandır" (Bakara, 29) ayetinin iktizâ ettiği şükürden daha tam ve daha mükemmel bir şükrü gerektirdiğini söylüyoruz. Zira, göktekiler ve yerdekiler Allah'ın olup, bunlardan yararlanan da o değil de biz olunca, bu, şükretmemizi gerektirir. Yoksa bunların bizim için olması, o şükrü gerektirmez. Siz, bu sûredeki "hamd"in, ahirette nimetlere bir işaret olduğunu söylediniz. O halde daha Cenâb-ı Hak niçin "gökler ve yer" ifadelerini zikretmiştir? diye düşünülebilir. Cevap: Biz diyoruz ki, ahiret nimetleri, (şimdilik) müşahede edilmemektedir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak görünen nimetlerden bahsetmiştir ki, bu da göklerde ve yerde olan şeylerdir. Daha sonra da, ahiret nimetleri dünya nimetleriyle mukayese edilsin ve ahiret nimetlerinin devam etmesi, dünya nimetlerinin de son bulması sebebiyle ahiret nimetlerinin üstünlüğü anlaşılsın diye, "Ahirette de hamd O'nundur" buyurmuştur, işte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu varlıkların hikmetle ve hayırla içice yaratılmış olduğuna bir işaret olsun diye, O yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden de hakkıyla haberdardır" buyurmuştur. "Hikmet" Cenâb-ı Hakk'ın ayrılmaz ve O'na mahsus olan bir sıfatıdır. Binâenaleyh O'nun, ahirette de bu gibi şeyleri yeniden yaratması mümkündür. Hakim ve Habir Hikmet, fiilin kendisine bitiştiği ilim demektir. Çünkü, bir işi bilip de bildiğine göre onu yapmayan kimse hakkında, "hakîm" ifadesi kullanılmaz. O halde, fiilini ilmine uygun olarak yapan kimse hakimdir. "Habîr", işlerin neticelerini ve içyüzlerini bilen zât demektir. O halde ayetteki "hakîm" kelimesinin manası, "Allah, başlangıçta olması gerektiği gibi yarattığı için, hakimdir" şeklinde; "habîr" sözünün manası da, neticede, herbirinin akıbetinin ne olacağına değin, mahlûkattan neyin sudur edip etmeyeceğini bilen demektir. O halde Allah, başlangıçta hakîm, neticede de habîrdir. Daha sonra Cenâb-ı Hakk, |
﴾ 1 ﴿