9"Ya kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu hoş gören adam hiç iyi kimse gibi olur mu? Şüphe yok ki Allah kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru yola sevkeder. O halde, nefsin onlara karşı hasretlerle (tükenip) gitmesin. Çünkü Allah, onların neler yapmakta olduklarını çok iyi bilendir. Rüzgârları salıverip de bulutu harekete geçirmekte olan Allah'tır. Derken biz onu ölü bir toprağa sürüp onunla yeri, ölümünün ardından canlandırmışızdır. işte dirilme de böyledir" Yani, "kötü amelde bulunan kimse salih amel işleyen gibi değildir" demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, bundan sonra da, "Körle gören, karanlıkla nur, güneş ile sıcak bir olmaz.." (Fatır, 12-21) buyurmuştur ki, bu ayetlerin, daha öncekilerle münasabeti vardır. Bu böyledir, zira Cenâb-ı Hak, kötü amelde bulunan kâfirin hali ile, iyi amelde Munan mü'minin durumunu beyan edip, pek azı müstesna, hiçbir kimse de kötü bir iş yaptığını kabul etmeyince, o zaman kâfir şöyle demeye başlamıştır: "Kendisi için şiddetli azâb olacak olan kimse şeytana tâbi olan kimsedir ki, bu da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile, cinlerin kendilerini tesiri altına aldığı, böylece cinlere tâbi olan kavmidir. Kendisi için büyük mükâfaat olan kimse de, atalarının izlediği yolu tutan bizleriz. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Sizler böyle değilsiniz, çünkü iyi amelde bulunan başka, kendisine kötü ameli hoş gösterip de, böylece de onu, başka bir şekilde değil, tam anlamıyla hoş bulan kimse başkadır! Bundan da öte, yaptığı kötü şeyler kendisini süsleyen kimse, kötü amelde bulunup da, kendisinin kötülük yaptığının farkında olandan daha aşağıdır. Çünkü, cehalet içinde bulunduğunu bilen cahil ile, kötü amelde bulunduğunu bilerek kötülük yapan kimse, rücû edebilir ve tevbe eder. Halbuki bilmeyen kimse ise, günahında ısrar eder. O işi bilerek kötülük yapan kimse, kötülük yaptığı için kınanır, ama onu bildiği için de medhedilir. Yaptığı kötülüğü iyi olarak gören ve böylece kötü amelde bulunan kimse için ise iki kötü sıfat bulunur Kötülükte bulunması, cahil olması... Daha sonra Cenâb-ı Hak, berşeyin Allah'ın meşîeti ile olduğunu beyan etmek üzere: "Şüphe yok ki Allah, kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru yola sevkeder" buyurmuştur. Bu böyledir, zira insanların zâtları gerçekte eşittirler. Kötülük-iyilik, günah-sevâp.. bunlar, birbirinden ayrılırlar. Binâenaleyh insanların birkısmı bunları bilip, diğerleri bu ayrımı yapmayınca, bu İşte onların müstakil olmadıkları, binâenaleyh mutlaka, Allah'ın irâdesine İstinat ettirilmesi gerektiği anlaşılır. Kendini Tüketme! Daha sonra Cenâb-ı Hak, her türlü açık mucizeyi ve net delilleri getirmesine rağmen, kavminin küfürde ısrar etmesinden dolayı mahzun olan resulünü teseliî etmek üzere: "O halde nefsin onlara karşı hasretlerle (tükenip) gitmesin" buyurmuştur ki, bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "Demek, bu söze inanmazlarsa bir üzüntü duyarak arkalarından kendini adetâ tüketeceksin!" (kehf,6) buyurması gibidir. Cenâb-ı Hak, peygamberin kederi eğer onlardaki sapıklıktan dolayı ise, kendisinin onları ve onların yaptıkları her şeyi bildiğini; onların iman ve ihsanda bulunmalarını istemesi halinde de, onları sapıklıklarından çevirebileceğini ve saptırmadan vazgeçirebileceğini; yok eğer, onlardan taraf kendisine isabet eden eziyyetlerden dolayı ise, kendisinin onların fiillerini, ne yaptıklarını bildiğini, onlara yaptıklarına göre mukabelede bulunacağını beyân etmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, yine beyan etmeye başlayarak, "Rüzgârları salıverip de bulutu harekete getirmekte olan Allah'tır. Derken biz onu, ölü bir toprağa sürüp onunla yeri, ölümünün ardından caniandırmışızdır. işte dirilme de böyledir" (Fatır, 9) buyurmuştur. Rüzgârların esişi, hür ve irade sahibi bir faile (bir yaratıcıya), açık bir delildir. Çünkü rüzgâr bazan diner, bazan eser. Estiğinde de bazan sağa, bazan sola hareket eder. Bu farklı hareketlerinde de, bazan bulutları oluşturur, bazan oluşturmaz. Dolayısıyla bütün bu farklı durumlar, bir musahhirin, bir müdebbirin (idare edenin) ve herşeyi ölçü dahilinde yapan bir müessirin varlığına delildir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Allahü teâlâ, mâzî sîgasıyla, ersele (salıverdi), muzârî sîgası ile de tusîru (harekete sevkeden) buyurmuştur. Çünkü O, salıverme fiilini kendisine isnâd edip, kendisinin yaptığı işler de, sadece bir "Ol" (kün) emri ile oluverince, o fiil ne bir zaman, ne de bir zamanın bir cüz'ünde yoklukta kalamaz. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak bu sebeple o şeyin mutlaka var olacağından ve olmuş-bitmiş gibi hızlı oluşundan ötürü, muzârî sîgası ile "salıverir" dememiştir. Demek ki O, belli vakitlerde belli yerlere rüzgârı takdir etmiş ve bu iş olup bitmiştir. "Bulutları harekete sevketme" işini ise rüzgâra nisbet edip, bu sevk işi de bir zaman içinde olunca, muzârî sigasıyla tusîru, yani "o bulutları muayyen şekillerde bir araya toplar" buyurmuştur. İkinci Mesele Allahü teâlâ, fiili, gâib'e isnad ederek, ersele (salıverdi) buyurmuş; diğer fiili mütekellime nisbet ederek, "Biz onu süreriz" buyurmuştur. Durum (canlandırırız) fiilinde de aynıdır. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak, önce kendisini fiillerinden bir fiil ile yani salıverme fiiliyle tanıtmış, daha sonra da bu tanıtma işi yapılınca, "İşte tanıdığın benim ki, bulutları yürütüp, arzı dirilttim" demiştir. Dolayısıyla birincisinde ou, enteresan bir fiil ile tanıtma işi olmuş, ikincisinde ise, nimeti hatırlatma yapılmıştır. Çünkü rüzgâr ve bulut nimetinin kemâli (tam olması), bulutları sevketme ve toprağı canlandırma iledir. Hak teâlâ'nın, mâzî sîgasıyla, (......) ve (......) ifadeleri (biraz önce) ersele (salıverdi) ve tusîru (harekete sevketti) ifadeleri arasında olarak bahsettiğimiz farkı te'yid eder. Ayetteki, "İşte dirilme de böyledir" cümlesiyle ortaya konan teşbihin izahı nasıldır? Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: a) Ölü toprak, kendisine uygun hayatı kabul ettiğine göre, canlının uzuvları da hayatı kabul eder. b) Rüzgârın, bulut kütlelerini biraraya getirmesi gibi, Allah da, canlıların uzuvlarını, parçalarını ve eşyanın parçalarını biraraya getirebilir. c) Bu, "Rüzgârı ve bulutu, ölü bir toprağı sürüp götürdüğümüz gibi, ruhu ve hayatı da ölü bir bedene sevkederiz" demektir. Herşeyde Allah'ın birliğine delâlet eden bir delil varken, Allahü teâlâ'nın o delillerden bu delilleri seçip zikredişinin hikmeti nedir? Cevap: Biz diyoruz ki, Allahü teâlâ, gökleri ve yeri ilk yaratanın kendisi olduğundan ve göklerle ilgili işlerden olmak üzere, ruhlardan ve o ruhları salıvermesinden, "Melekleri elçi kılan" (Fatır, 1) ifadesiyle bahsedince, yerle ilgili şeylerden olmak üzere de, rüzgârlardan ve onların salıverilmesinden de, "Allah, rüzgârları salıverip, bulutları harekete getirmekte olandır" ifadesiyle bahsetmiştir.  | 
	
﴾ 9 ﴿