10

"Kim ululanmak hevesine düşerse, bilin ki bütün ululuk Allah'ındır. Güzel kelimeler O'na yükselir. O (güzel kelimeleri) de, salih amel yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azab vardır. Onların (tuzakların kendisi) mahvolur".

Allahü teâlâ, kâfirlere nasib etmediği şeye bir işaret olmak üzere, İmânın delilini beyan edip, bu da o kâfirlerin, "Eğer birisinin itaatında olmazsak ve bize yasaklar-emirler veren birisi bulunmazsa, izzeti (ululuğu) elde etmiş oluruz" şeklindeki düşüncesi olup, böylece putlar yontarak "İşte bunlar bizim ilahlanmızdır" deyip, sonra putlarını beraberlerinde taşıyıp, "Kişinin ma'bûdu ile birlikte olmasının üstünde hangi izzet vardır?" deyip, böylece izzet peşinde, yani peygambere boyun eğmeme ve ona tabî olmama peşinde olunca, Cenâb-ı Hak, "Eğer sizler, bu kâfirliğinizle gerçekten izzeti (yüceliği) elde etme peşinde iseniz, bilin ki izzetin hepsi Allah'ındır. Kim Allah'a tezellül eder, boyun eğerse, gerçek aziz odur. Kim de Allah'a karşı izzet (yücelik) taslamaya kalkarsa, gerçek zelîl de odur" buyurmuştur. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

İzzet Allah'ındır

Allah Tealâ bu ayette, "Bütün ululuk Allah'ındır" buyurmuştur. Bir başka ayette de, "İzzet (ululuk), Allah'ın, Peygamberin ve mü'minlerindir" (Münafikûn, 8) buyurmuştur. O halde, bu ayetteki "bütün" ifadesi izzetin Allah'dan başka hiç kimsede olmamasını gerektirir?

Cevap: Biz diyoruz ki: Allah'ın, ifadesi, "Gerçekte ve bizzat, izzet O'nundur" manasına; (......) kelimesi, "Aziz olana yani Allah'a yakın olması vasatısayla izzet O'nundur" manasına; (......) kelimesi "Allah ile izzet kazanan peygambere yakın oldukları için, izzet bunlar için de vardır" manasınadır. Çünkü mü'minlerin aziz oluşları, peygambere bağlanmaları sayesindedir. Baksana Cenâb-ı Hak "De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabî olun ki, Allah da sizi sevsin ve sizi bağışlasın"(Al-i imran. 31) buyurmuştur.

Güzel Sözlerin Yükselmesi

Ayetteki, cümlesi, daha önce bahsedilen izzetin ne demek olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü kâfirler, "Ki, görmediğimize ve yanında bulunmadığımıza ibadet etmeyiz. Zira Melikten (ma'bûd'dan) uzak kalma zillettir" diyorlardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Eğer Allah'a ulaşamıyorsanız, bilin ki O sizin sözlerinizi dinliyor ve güzel olanlarını kabul ediyor. Binâenaleyh O'nun, sözünü kabul ettiği ve sözünü kendisine ulaşan kimse azizdir. Kimin de sözünü yüzüne çarpıp reddediyorsa, İşte o da zelildir. Ama bu putlara göre, zelil ile azizin farkı yoktur. Çünkü onların bilgileri yoktur. Herkes onları aldatabilir. Allah, sizin amellerinizi de görür-bilir. Binâenaleyh kim sâlih amelde bulunursa, Allah o sâlih ameli katına yükseltir. Kim de kötü İşlerde bulunursa, onu da sahibinin yüzüne çalar. O halde gerçek aziz, ameli Allah rızası için olan kimsedir. Asıl zelil de ameli yüzüne çalınan kimsedir. Ama bu putlar hiçbirşey bilmezler, dolayısıyla putların nezdinde ne yükselen bir aziz, ne düşen bir zelil söz konusudur. Putların kendisinde izzet değil, aksine zillet vardır. Çünkü efendinin zilleti, köle için de bir zillettir. Binâenaleyh taptığı şey, taş ve ağaç v.s. olan kimse için, böyle gerçek bir izzet nasıl söz konusu olabilir?" buyurmuştur.

Üçüncü Mesele

Ayetteki, "Güzel kelimeler O'na yükselir" cümlesi hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1) Bu güzel kelimeler, "Lâilahe illallah" ifadesi olup, buna "kelime-i tayyibe" (güzel söz) denir.

2) Bu, "Sübhânellâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilahe illâllahu vallahu ekber" ifadesidir.

3) Bu, (bir önceki maddede) geçen dört kelime ile birlikte, beşinci bir ilave ile "tebârekâllahu" ifadesidir. Tercihe şayan olan, bunun Allah'ı zikir, yahut nasihat ve ilim gibi Allah için olan her kelime manasına olmasıdır. Böyle olan her söz, Allah'a yükselir.

Zamirin Mercii

Ayetteki, (......) ifâdesindeki "hû" (onu-ona) zamirinin, neyi ifade ettiği hususunda şu iki açıklama yapılmıştır:

a) Bu, "kelime-i tayyibe" (güzel kelimelere) râcî olup, manası, "Güzel kelimeleri, sâlih amel alıp yükseltir" şeklinde olur. Nitekim bir hadiste, "Allah, amelsiz (tatbik edilmeyen) sözü kabul etmez Kenzu'l Ummal, 1/260 (Benzeri hadis) buyurmuştur.

b) Bu, "amel-i sâlih"e râcîdir. Buna göre "onu yükseltenin" ne olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:

1) "Onu, yani salih ameli, kelime-i tayyibe yükseltir." Bu görüşü, Hak teâlâ'nın, "Erkek veya kadın, kim Allah'a iman etmiş olarak sâlih amel işlerse (...)" (Nahl, 97) ayeti de destekler.

2) Sâlih ameli yükselten, Allahü teâlâ'dır.

Beşinci Mesele

İkinci manaya göre, kelimelerin bizzat kendisi yükseliyor, amel-i sâlih ise başkasıyla yükseliyor olduğu halde, kelime-i tayyibenin amel-i sâlihten önce zikredilmesinin sebebi nedir? Biz diyoruz ki: Söz daha kıymetlidir. Çünkü insanın diğer canlılardan farklı olan yönü, konuşmasıdır. Bundan ötürü, Allahü teâlâ, "Biz âdemoğlunu, (nefs-i natıkası ile, yani ona konuşma özelliği vererek) kerim (şerefli ve kıymetli) kıldık" (isra, 70) buyurmuştur. Amel ise, hem insanda, hem diğer canlılarda müşterek olarak bulunan hareketlerden ibarettir. Kıymetli kimse, padişahın kapısına vardığında geri çevrilmez, engellenilmez. Fakat böyle olmayan kimse, oraya gidecek yolu ancak birtakım taleblerle (isteklerle) elde eder. Bunun böyle oluşunun delili şudur: Kâfir, şahadet kelimesini (tevhidi) içinden gelerek söylerse, dünya ve âhiret azabından kurtulur. Yok eğer zahiren, sırf diliyle söylerse, hem kendi canını, malını, kanını, çoluk-çocuğunu ve ailesini dünyada (müslümanlar karşısında) kurtarmış olur. Ama uzuvlarla yapılan ameller böyle değildir. Biz bunu, "îman edip salih ameller işleyen kimseler (...)" (Bakara, 82) ayetinin tefsirinde zikrettik.

Bu hususta yapılabilecek bir başka izah da şöyledir: Kalb esastır. Bunun böyle olduğunun delilleri daha önce geçmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de"Dikkat edin, insanın bedeninde bir et parçası var. O iyi oldu mu bütün beden iyi olur. O bozuldu mu bütün beden bozulur. Dikkat edin, işte bu kalbdir" Buhari, iman, 39; Müslim, musakat, 107/3/1220) buyurmuştur. Kalbteki şey (niyet ve inanç) ise, ancak dil ile ortaya konur. Dilde olanın doğruluğu ise, kişinin fiili ile anlaşılır. O halde söz, fiilden ziyade kalbe yakındır. Baksana insan, konuştuğu herşeyi, kalbinden (aklından) konuşur. Ama fiillerini, meselâ sakalıyla-bıyığıyla oynaması gibi bazan kalbinden kaynaklanmaksızın (bir tik olarak) yapar; Bir de uyuyan kimse, birtakım hareketler yapar ve genelde çok nâdir durumlar hâriç, uykusunda, bahsettiğimiz gibi sözün kalbe bağlı olması sebebiyle, konuşmaz. Ama hareketler böyle değildir. O halde söz fiilden kıymetlidir.

Altıncı Mesele

Zemahşerî "Mekr (tuzak kurma)" masdarı, müteaddi değildir. O halde ayetteki "seyyiât", kelimesi (neyin mef'ûlü olarak) mansubtur?" der ve bunun manasının, "Kötü hileleri tuzak olarak kuranlar" şeklinde olduğunu söyler. Buna göre, "seyyiât", mahzûf mefûl-ü mutlak olan (mekerât-hîleler) kelimesinin sıfatıdır. Şöyle de denebilir: Buradaki "mekr", tıpkı "amel" (yapma) masdarı manasında kullanılmış ve onun gibi müteaddî olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Kötülükleri işleyenler (..)" (Ankebut,4) buyurmuştur. Bu ifadede de, söylediğimiz gibi, "seyyiât" kelimesinin "el-amelatı's-seyyiât" (kötü ameller) takdirinde olarak, mef'ûl-ü mutlakın sıfatı olması mümkündür. Buna göre bu ifade, amel-i sâlihin bekasına ve yükselişine bir işaret olmak üzere getirilen, "Onu amel-i sâlih yükseltir" ifadesinin, karşılığı (mukabili) olur. Ayetteki "Onların tuzaklarının, yani kötü amellerinin kendisi mahvolmuştur" ifadesi, o kötü amellerin, baki kalmayıp, kişiye fayda değil, aksine zarar verdiğine bir işarettir.

İnsanın Yaratılış Safhaları

10 ﴿