19

"Dediler ki: "Sizin uğursuzluğunuz, sizledir. Size öğüt verildi diye mi böyle söylüyorsunuz? Hayır, hayır, siz haddi aşan bir topluluksunuz"

Bu, "Sizin uğursuzluğunuza sebeb olan küfrünüz, sizin kendinizdedir" demektir. Daha sonra bu elçiler, onların, "Sizi recmederiz" sözlerine, yani, "Size nasihat edilip, hakikat mucize ve delillerle açıklanınca, yine bize böyle yapar mısınız? Hayır, hayır, siz, sayesinde uğur ve bereket elde edeceğiniz kimseleri, uğursuz sayarak, kendilerine ikram etmeniz gereken kimselerin canına kastettiğiniz için, haddi aşan bir güruhsunuz" demişlerdir. Yahut da bu ifade, "Sizler, kâfir olduğunuz, mucize ve burhanlarla hak ortaya çıkmasına rağmen haksızlıkta ısrar ettiğiniz için haddi aşmışsınız" demektir. Çünkü kâfir, günahkârdır. Kendilerine deliller tamamen anlatılıp, herşey izah edilip, buna rağmen küfürde ısrar edince, müsrif olmuş olurlar. Çünkü müsrif, hakkın zıddı olan şeyde ileri gitmiş olduğu için, haddi asan kimse demektir. O kâfirler de, pek çok hususta böyle idiler. Birşeyden uğur veya uğursuzluk kapmaları hususundaki israflar anlaşıldı; yine onların "elem verme" ve "ikram etme" bakımından israfları da anlaşıldı, küfürdeki israflarına gelince, onlara düşen delile tabî olmalarıydı. Bu olmazsa, en azından, onuruzıddı hakkında kesin konuşmamaktı. Ama bunlar, iman hakkında apaçık deliller ortaya çıktıktan sonra bile, küfre çakılıp kalmışlardı. ,

İmdi, eğer "Ayetteki bel (Hayır, hayır) edatı, "Idrâb" içindir. Öyleyse burada vazgeçilen fikir nedir?" denilirse, biz deriz ki: Onların, "Siz ancak yalan söylüyorsunuz" demelerine karşı söylenen, "Size nasihat edilirse de mi?" ifadesi, onların peygamberleri yalanlamalarına karşı söylenen bir sözdür. Buna göre, sanki o peygamberler, "Biz aklî deliller getirirsek de mi, yine yalan söyleyici oluruz. Hayır, hayır tam aksine, siz haddi aşan bir güruhsunuz" demişlerdir. Yahut da bu, "Biz, ileri sürdüğümüz şeyin doğruluğunu ortaya korsak, yine de recmedilir ve elim azaba müstehak olur muyuz? Hayır, hayır, siz müsrif bir kavimsiniz" demektir. Yahut da, "Biz, üzerinde olduğumuz şeyin doğruluğunu ortaya korsak, yine de mi, uğursuz kabul ediliriz. Hayır, hayır, aslında siz müsrif bir kavimsiniz" demektir.

Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın Elçileri

Bu kıssa meşhur olup şöyledir: "Hazret-i İsa (aleyhisselâm), Antakya'ya iki elçi gönderdi. Bu iki zat, oradakileri Allah'ın birliği inancına davet ettiler, anadan doğma körleri ve alaca hastalığını iyileştirme, ölüleri diriltme gibi mucizeler gösterdiler. Ama oranın kralı bunları hapsetti. Derken, bunların peşisıra bir üçüncüsü olan, Şem'ûn gönderildi. O, kralın yanına vardı ve (açıktan) peygamberlik iddiasında bulunmadı, güzel bir tedbir (siyaset) ile, kralın yanına yaklaşabildi ve sonra ona, "Duyuyorum ki hapiste, enteresan şeyler iddia eden iki kişi varmış. Ne dediklerini duyalım-görelim diye, huzura çıkarılamazlar mı acaba?" dedi. Kral da, "olabilir" dedi ve o ikisi huzura getirildi. Onlar, hak sözlerini söylediler. Bunun üzerine Şem'ûn onlara, "Bir deliliniz var mı?" deyince, o İkisi, "evet" deyip, anadan doğma körleri, alacalı hastaları iyileştirenler, ölüleri dirilttiler. Bunun üzerine Şem'ûn, "Ey kral, onları yenmek istiyorsan, taptığınız ilahlara söyle de, onlar bunu halletsin" dedi. Bunun üzerine kral, "O ilahların görmediklerini, duymadıklarını, kadir olmadıklarını ve bilmediklerini sen biliyorsun" dedi. Şem'ûn da, "Öyleyse hak, bu ikisi tarafında demektir" dedi. Kral ve bir grub insan, bunun üzerine iman ettiler. Ama diğer insanlar küfürde devam ettiler ve üstünlük yine o kâfirlerde kaldı.

Elçilere İnanan Kişi

19 ﴿