32"Kendilerinden evvel nice nesilleri imha ettiğimizi, bunların bir daha onlara dönmez olduklarını görmediler mi? Hepsi de muhakkak, toptan bizim karşımıza ihzâren getirilmişlerdir (getirileceklerdir)" Yani, "Geride kalanlar, onlardan öncekilerin başına gelenleri görmezler" demektir. "Haklarında" "ey pişmanlık" denilen kimselerin haklarında, "görmediler mi?" denilen kimseler olduğunu söylemek de mümkündür. Bunun manası; "Vaki olan her helakten önce, hakkı yalanlayan bir toplum vardır ve bu Nuh (aleyhisselâm) kavmine ve daha öncesine kadar çıkmaktadır" şeklinde olur. (......) cümlesi, mana bakımından "helak ettik" ifadesinden bedeldir. Çünkü mana, "Ne de çok helak ettik, onlar helak edişimizin çokluğunu görmediler mi?" şeklindedir ki, bunda, "Onlar, bizim çokça imha etmiş olduğumuz o kimselerin, onlara dönemez olduklarını görmediler mi?" anlamı yatmaktadır. O zaman da bu, "bedel-i istimal" gibi olmuş olur. Zira, "Bunların bir daha onlara dönmez olduklarını..." ifadesi, helak edilenlerin hallerinden bir haldir. Yani, "Onlar, artık onlara bir daha geri dönmeleri mümkün olmayacak biçimde helak edildiler" demektir. O zaman bu ifade, senin, "Zeyd'e bakmaz mısın? Onun terbiyesine ve edebine!" sözün gibi olmuş olur. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Bunların bir daha onlara dönmez oldukları..." ifadesinde iki izah şekli bulunur: a) Bu, "Onlar, artık dünyada bulunanlara bir daha geri dönüşü olmayan bir helak edişle helak oldular" anlamındadır. b) Bunun anlamı, "Onlar onlara geri dönmezler" şeklindedir. Yani, "Geride kalanlar, artık ne neseb cihetinden ne de doğum yoluyla o helak olmuş olanlara varıp dayanmazlar" demektir ki, bu da, "Biz onları imha ettik ve nesillerini kestik" anlamındadır. Nesli kesmekle birlikte, meydana gelen helak etmenin, daha tam ve daha mükemmel olduğunda şüphe yoktur. Birinci izahın, nakil bakımından daha meşhur olmasına mukabil, ikinci açıklama da aklen daha açık ve aşikârdır. Cenâb-ı Hak daha sonra "Hepsi de muhakkak, toptan bizim karşımıza ihzâren getirilmişlerdir" buyurmuştur. Allahü teâlâ, imha ettiğini beyan edince, kendisinin helak ettiği kimseleri o hal üzere bırakmayacağını, aksine helakten sonra bir araya getirme, hesaba çekme, medhetme-hapsetme, cezalandırma gibi şeylerin de bulunduğunu; şayet helak ettiklerini o hal üzere bıraksaydı, Ölümün ve helakin bir rahatlık olacağını" açıklamıştır. Bu anlamda olmak üzere söylenmiş olan şu söz ne de güzeldir: "Şayet biz öldüğümüzde öylece bırakılmış olsaydık, ölüm, her dirinin rahatlığı olurdu. Fakat ne var ki biz öldüğümüzde diriltildik (diriltileceğiz) ve bundan sonra, her şeyden sorgulanacağız." Hak teâlâ'nın, ifadesindeki İn edatı hakkında iki açıklama yapılmıştır. a) Bu nün, şeddeli olan "inne"den muhaffeftir. Lemmâ'daki lâm ise, bu nün ile olumsuzluk nûnunu ayıran lâmu'l fârikadir. Lemmâ'daki "mâ" ise zait olup, manayı kuvvetlendirmektedir. O halde lemmâ kelimesi, şeddesiz olarak lemâ şeklinde okunur. b) Bu in olumsuzluk ifade etmekte olup, lemmâ da, (illâ: ancak) anlamındadır. Sibeveyh şöyle demiştir: Arapça'da, denilir ki, bunun anlamı, "Senden Allah aşkına (ne) istedimse, sen de onu hemen yaptın" şeklindedir. Buradaki "ancak" anlamındadır. O halde, buradaki kıraat, şeddeli olarak şeklindedir. Ubeyy İbn Ka'b'ın bu ifadeyi, (......) şeklinde okumuş olması da, bu manayı teyid eder. Sibeveyh'in, "lemmâ" kelimesi, illâ anlamında varid olur" şeklindeki açıklaması uygun bir manadır. Şöyle ki lemmâ sanki, bir araya getirilmiş iki nefy harfi olup; bunlar da lem ile mâ'dır. Böylece de olumsuzluk kuvvetlenmiş olur. İşte bundan dolayıdır ki, "(O), muhakkak ki yaptı" diyen kimseye cevap verirken, "Hayır, şu ana kadar yapmadı"; yaptı" diyen kimseye cevap verirken de, "yapmadı" denilir. (illa) edatı ise, sanki (......) ve (......) dan meydana gelmiş olan bir nefy edatıdır. Buna göre, nefy edatlarından birisi diğerinin yerine kullanılmış olur. Zemahşerî şöyle demiştir: "Eğer birisi, (......) ile (......) aynı anlamdadır. O halde daha nasıl olur da, başına tâm harfini getirerek (......) kelimesi (......) kelimesinin haberi tutulabilir? Zira bu ifadenin takdiri şeklî, şeklindedir?" derse, cevaben deriz ki: Buradaki (......) kelimesi ism-i mef'ûl sîgasında olup, (bir araya getirilmiş, toplanmış) anlamındadır. Küllün kelimesi ise, hiç kimse hüküm dışı kalmamak üzere, "Herbir fert" anlamındadır. Böylece ifadenin anlamı, "Herbir fert diğeriyle bir araya getirilir ve ona eklenir" şeklinde olur. (......) ifadesi" onun söylediği şeye gerek bırakmaz" denilmesi de mümkündür. Bu böyledir, çünkü, Cenâb-ı Hak demiş olsaydı, söz doğru olmuş olur ve Zemahşeri'nin zikrettiği cevaba da gerek kalmamış olurdu. Daha doğrusu sahih olan, burada muhdarûn kelimesinin, cemî kelimesinin sıfatı olmasıdır. Buna göre sanki "Hepsi de, ihzâren getirilmiş olan bir yığın ve topluluktur" demiştir. Nitekim Arapça'da "O adam, alîm bir adamdır"; "O nebi, resul olan bir nebidir" denilir. (......)'deki vâv, hikayeyi başka bir hikayeye atfetmek için getirilmiş olan bir atıf harfidir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Zikrettiğimi sana açıkladım. Yine sana, onların herbirinin, ihzâren huzurumuza getirileceklerini de açıklayayım" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın müteakip ayetindeki vâv da böyledir. |
﴾ 32 ﴿