35

"Ölü toprak -ki biz onu canlandırdık, içinden dane çıkardık da, ondan yeyip duruyorlar- onlar için bir ibrettir. Biz orada, hurmalıklardan, üzüm bağlarından nice bostanlar yaptık, içlerinde nice pınarlar fışkırttık, mahsulden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?"

Cenâb-ı Hak sanki, "Yine diyorum ki: Ölü arz da onlar için bir ayet ve ibret levhasıdır" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayetin, Önceki ifadelerle münasebeti nedir? Deriz ki: Münasebet, iki yondendir;

a) Cenâb-ı Hak, buyurunca, bu ifade, haşre bir işaret olmuş olur. Bunun üzerine Allah Tealâ, onların inkârını, imkansız görmelerini, inâd ve ısrarlarını kırmak için, haşrin mümkün olduğuna delalet eden şeyi zikretmiş ve "ölü toprak, onlar için bir ibrettir. Biz onu diriltiyoruz. Aynen bunun gibi, ölüleri de dirilteceğiz" buyurmuştur.

b) Cenâb-ı Hak, resullerin hallerini, yalanlayanların hetak edilmesini anlatıp, (o resullerin) meşgaleleri de tevhid olunca, Cenâb-ı Hak buna delâlet edeni zikretmiş ve yeryüzünü de, ister hareket isterse sükun halinde olsun, kendisinden ayrılamayacakları mekânları olduğu için, Cenâb-ı Allah söze yeryüzüyle başlamıştır.

İkinci Mesele

Yeryüzü, mutlak anlamda bir ayettir. O halde niçin, "Onlar için bir ibrettir" buyurarak, oranın ayet olmasını, onlara tahsis etmiştir? Cevaben deriz ki: (Söz konusu olan) şeyi bilmeyen kimseye, en beliğ ve etkili bir biçimde ayetler tâdâd olunur, ona devamlı anlatılır. Ama, o şeyi görme yoluyla bilen ve tanımış olan kimseye gelince, ona delil zikredilmez. Çünkü, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Allah'ın ihlaslı kulları, Allahü teâlâ'yı, yerden ve gökten önce tanımışlardı. O halde yeryüzü onlar için, Allah'ı tanıtıcı değildir. Bu Cenâb-ı Hakk'ın,"Biz onlara, hem dış dünyada, hem kendi varlıklarında delillerimizi göstereceğiz. Ta ki böylece, Kur'ân'ın hal olduğunu anlayacaklar" (Fussilet, 53) ve "Rabbinin her şeye şahit olduğu (sana) yetmez mi" (Fuussilet. 53) buyurduğu gibidir. Yani, "Tanıtıcı olarak, Rabbin sana yeter. O'nunla bildin her şeyi. O senin için, her şey hakkında bir şahittir. Ama bunlara gelince, hak onlara, âfâk ve enfüs yoluyte zuhur etmiştir. Aynı şekilde, burada (yeryüzünde) de onlar için bir ayet ve ibret vardır" demektir.

İhyanın Nûmuneleri

Eğer biz, "ayet, ölülerin diriitilmesinin mümkün olduğuna dair istidlalde bulunmak için zikredilmiştir" dersek, bunun için "Onu canlandırdık" ifadesi kâfi idi. Binâenaleyh, "içinden dane çıkardık" vd. demeye gerek ve ihtiyaç yoktu. Eğer biz, ayetin, Allah'ın varlığı ve birliğine istidlalde bulunmak için olduğunu söylersek, o zaman da, (......) ifadesinin bir faydası olmaz. Çünkü, arzın bizzat kendisi açık bir delil ye göz alıcı bir burhandır. Farzedelim ki, bu kâfi gelmesin; o zaman, (......) ifadesi, tevhidi vurgulamak için yeterliydi. O halde, "içinden dane çıkardık" ifadesinin faydası nedir? Deriz ki: Bu ayet, buna istidlalde bulunmak için zikredilmiştir ve Allah'ın zikrettiği her şeyin de bir anlamı vardır. Onun "İçinden dane çıkardık" ifadesine gelince, bunun, ölülerin diriltilmesini açıklamaya nisbette, ayrı bir faydası vardır. Çünkü, Allahü teâlâ arzı diriltip ondan dane çıkarınca, bu, tam bir diriltme olmuş olur. Çünkü, ekin bitirmeyen ve danelerin çıkmasına elverişli olmayan araziler, dünya hayatı bakımından, bunları bitirenden daha değersizdir.

Yerdeki Nimetler

Buna göre Cenâb-ı Hak sanki şöyle buyurmuştur: "Arzı, tam, mükemmel ve ziraaten elverişli bir biçimde ihya edip dirilten, Ölüleri de, bütün şeyleri idrak edebilecek bir biçimde diriltir!" Bunun, Allah'ın birliğini beyan açısından faydasına gelince, bunda, nimetlerin sayılıp dökülmesi söz konusudur. Buna göre, Cenâb-ı Hak sanki şöyle demiştir: Arz, onlar için bir delildir. Çünkü orası, onların mekânlarıdır, hareketlerinin, sükunlarının, var oluşları ile mümkün oluşlarının kendisi sayesinde olabildiği tüm zaruri şeylerin, kendisinde olup meydana geldiği yerdir. Arz, ister akit olsun isterse olmasın, onlar için mutlaka bulunması gerekli olan bir mekandır. O halde bu demektir ki, yerin bizzat kendisi bir nimettir. Onun, her tarafı yemyeşil olacak bir biçimde diriltilmesi de, ikinci bir nimettir. Çünkü yer, böylece çok güzel ve çok nezih bir hale gelir. Daha sonra, oradan danelerin çıkartılması da, üçüncü bir nimettir. Çünkü, onların azıkları ve yiyecekleri, bulundukları yerde meydana gelir, elde edilir. Cenâb-ı Hakk'ın, onların azıklarını, gökte veya havada yaratması da mümkün idi. Ama bu durumda, onların "nimetlere dair bir güven ve emniyyetleri kalmazdı. Hem sonra, Cenâb-ı Hakk'ın, bağ-bahçeleri yeryüzünde yaratması da, dördüncü bir nimettir. Çünkü yeryüzü, her sene daneler bitirir. Ağaçların, kendilerinden meyveler toplanacak biçimde yaratılmasına gelince, bunlar, daneden sonra vücud bulurlar. Daha sonra Cenâb-ı Hak, mahsulün meydana geleceğine dair itimat ve güvenleri olsun diye, onlar için yeryüzünde pınarlar, gözeler fışkırtmıştır. Şayet yeryüzünün suyu, (sadece) gökten olmuş olsaydı, yine de mahsul elde edilebilirdi. Ama ne var ki, meselâ ağaçların nereye dikileceği, yağmurun nereye yağacağı, damlaların nereye düşeceği bilinemezdi. Daneleri çıkarmanın, ölüleri diriltmenin beyanı açısından da, bütün bunlar manidar ifadelerdir. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, "içinden dane çıkardık" ifadesi, mutlaka olması kaçınılmaz olan zorunlu şeylere; "Biz orada, nice bostanlar yaptık" cümlesi, olmaması halinde, insanın kendisinden müstağni kalamayacağı, olmaması halinde durumunun bozulacağı, kendisine İhtiyaç duyulan şeylere ve "İçlerinde nice pınarlar fışkırttık" ifadesi de, olmaması halinde, insanı muhtaç bırakmayan, böylece de insanın bir İhtiyaç vartasına düşmeyeceği, ama arzulayacağı çok güzel bir biçim ve durumda da olmayacağı, fakat bulunması halinde daha iyi olacak olan şeylere bir işarettir. Buna göre insanın, dane ve hububatla olan ilgisi ve münasebeti, bazı bakımlardan ihtiyacını karşılayan, ama her bakımdan ihtiyacını gideremeyen, herhangi bir şeyi elde etmiş olan fakirin hali gibidir. İnsanın meyveler acısından hali ise, kendisine zar zor yetecek bir şeyi bulanın hali gibidir. İnsanın, kendisine dayandığı ve sayesinde, kalbinin güven içinde olduğu akar sulara olan durumu da, uzun yıllar için azık biriktirmiş zengin bir kimsenin hali gibidir.

İşte böylece Cenâb-ı Hak, "Biz, ölü araziler hakkında bu şekilde işlem yaptığımız gibi, aynen bunun misâli, yerde gönüllü olan ölüler hakkında da aynı muamelede bulunacağız. Böylece onları diriltir ve onlara, hayatiyetlerini sürdürmeleri için mutlaka olması gerekli olan şeyler ile, gören göz ve görme kuvveti; işiten kutak ve işitme kuvveti vs. şeyler gibi, kendilerine ihtiyaç duydukları şeyleri veririz ve bunlara, mükemmel bir amel, kapsamlı bir idrâk gibi, en güzel zinet sayılan daha hoş şeyleri de ilave ederiz. Verdiğimiz bu manaya göre Cenâb-ı Hak sanki, "Yeryüzünü, mükemmel bir ihya edişle ihya ettiğimiz gibi, Ölüleri de tam ve mükemmel bir biçimde İhya edeceğiz" demek istemiştir.

Meyve İle Hububatın Farkı

Cenâb-ı Hak, "İçinden dane çıkardık" cümlesinden sonra "Ondan yeyip duruyorlar" cümlesini getirmiş, ağaçlar ve meyvelerden bahsederken de, "Mahsulünden yemeleri için" buyurmuştur. Çünkü dane, mutlaka olması gereken bir azıktır. İşte bu sebeple Allah "Ondan yeyip duruyorlar" buyurmuştur ki, "Onlar, onu yer tüketirler" demektir. Meyvelere gelince, böyle değildir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Eğer biz o meyveleri bitirmezsek, onlar ondan yememiş olurlar. Binâenaleyh, yesinler diye, biz meyveleri çıkardık" demek istemiştir.

Hurma ve Üzüm

Cenâb-ı Hak, diğer meyveleri değil de, burada özellikle hurma ve üzümü zikretmiştir. Çünkü meyvelerin en lezzetlileri, tatlı olanlarıdır. Bu tatlılık ise, hurmada daha fazladır. Bir de hurma ve üzüm, hem katık, hem meyve sayılırlar. Diğerleri ise böyle değildir. Bir üçüncü sebep de, bunların faydaları daha çoktur. Çünkü bunlar, uzak yerlere (bozulmadan) taşınabilirler. Eğer, "Allah, En'âm Sûresi'nde, nar ve zeytinden bahsetmiştir. Yine pek çok yerde de yonca, zeytin ve incirden bahsetmiştir, niçin? denilirse, biz deriz ki: Cenâb-ı Hak, En'âm Sûresi'nde ve diğer yerlerde bunlardan bahsetmiştir ki bundan maksadı meyveleri saymaktadır. Baksana Hak teâlâ, meselâ En'âm Sûresi'nde, "O (Allah) gökten su indirip, onunla meyveler çıkardık" (En'âm, 98) buyurmuştur. Yine "insan yiyeceğine baksın" (Abese, 24) buyurmuş ve meyve çeşitlerini tamamen zikretmiştir. Buradaki gayesi ise, yeryüzünün özelliklerinden bahsetmektedir. Dolayısıyla burada, meyvelerin en lezzetli ve en faydalılarını tercih etmiştir. En'âm Sûresi'nde, bunların faydalarını anlatmıştık. Bundan, "Meyve, hurma ve nar" (Rahman, 68) ayetinin hikmeti de anlaşılır.

Altıncı Mesele

Allahü teâlâ, meyvelerden bahsederken hurmayı ağacı ile üzümü ise meyvesi ile zikretmiştir (temr değil nahl, kerm değil Ineb demiştir). Çünkü üzümün çubuğu, üzüme nisbetle önemsizdir ve faydası azdır. Hurma ağacı ise, meyvesine nisbetle önemlidir, çok kıymetlidir ve verimlidir. Çünkü çoğu kablar ondan oyulup yapılır, kabuğundan yararlanılır. Bu yönüyle de, tıpkı hayvanlara benzer. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, hurmanın en önemli şeyi olan meyvesini zikretmekle yetinmiştir.

Pınarlar

Cenâb-ı Hakk'ın "İçlerinden nice pınarlar fışkırttık" ifadesi, büyük bir delili anlatmaktadır. Çünkü örfen, yerin altında olan şeyler yukarı çıkmazlar. Ama birtakım kaynakların ve gözelerin, yüksek yerlerden dışarı fışkırdığını görmekteyiz ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın her şeye kadir oluşunun ve hür irade sahibi oluşunun bir delilidir. Bu işin tabiat gereği olduğunu söyleyenler ise şöyle demektedirler: Dağlar, adetâ yapılmış birer kubbe gibidirler. Yer altındaki buharlar ise, tıpkı hamamın tavanına yükselir gibi, içten dağlara doğru yükselirler. Orada damlacıklar haline gelip, birleşirler. Eğer bunlar, kuvvetli (tazyikli) değilseler, tıpkı kuyularda olduğu gibi, durgun sular haline gelip, yeraltı kanallarında dolaşırlar. Eğer kuvvetli iseler, yeri delip çıkarlar ve bunlardan akarsular meydana getir. Bunlar da birleşerek büyük nehirleri meydana getirirler. Yağmur ve kar suları bunları besler. Şimdi diyoruz ki; Cenâb-ı Hakk'ın, bir kısım kaynakları dağ başlarından çıkarışı, O'nun hür irade sahibi oluşunun açık bir delilidir. Tabiatçıların ileri sürdükleri şey ise, zorlamadır. Gerçek olan Allahü teâlâ'nın suyu yüksek yerlerde yaratması ve onu, nehirlere ırmaklara sevketmesidir. Yahut da suyun, Allah'ın emriyle, aşağı yerlerden yükseklere çıkıp, böylece çaylardan, Allah'ın in'am ettiği bölge insanlarına akmasıdır.

Daha sonra Cenâb-ı Hak "Mahsûlünden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için- Hâlâ şükretmeyecekler mi?" buyurmuştur. Ayetteki sıra (ilgi ve münasebet) açıktır. Bunun böyle oluşu, tefsirinden de anlaşılmaktadır. Bu ayetle İlgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hak, "Yemeleri için" ifadesi ile, niçin faydasına dikkat çekme işini, meyvelerden sonra zikretmiştir? Çünkü, "İçlerinden nice pınarlar fışkırttık" buyurmuş, tane hakkında taneden bahsettiği ifadenin hemen peşinden, "Ondan yerler" buyurmuş, ama hurma ve üzümün hemen peşinden, "yemeleri için" dememiştir, niçin?

Cevap: Diyoruz ki: Tane (tahıl), azıktır. Tanenin varlığı, yağmur suları sayesinde olur. Bundan ötürü, ağaç ve yeşillik namına hiçbirşeyin olmadığı yerlerde, yağmur sularına güvenilerek, çiftçilik yapılır. Bu da Allah'ın lütfudur. Çünkü Allahü teâlâ, insanın muhtaç olduğu şeyleri daha fazla yaratmıştır. Meyveler ise, ancak nehir suları ile büyürler. Ağaçlar da meyvelerini, ancak nehir suları bulunursa, verebilirler. Bundan ötürü Cenâb-ı Hak, "Mahsulünden yemeleri için..." ifadesini sonra getirmiştir.

İkinci Mesele

"Onun meyvesinden" ifadesindeki zamir neye işarettir? Demek ki: Meşhur olan görüşe göre, bu zamir "Allah'a aittir. Buna göre mana, "Allah'ın meyvelerinden" şeklindedir Burada şöyle bir incelik vardır: Ağaçların varlığına, suların akışına rağmen, aeyveler, ancak murad ederse olur. Eğer Allah yaratmazsa, bunlar meydana ytomez. O halde, insanın, meyvenin varlığının sebebi sandığı her şeyden sonra yine meyvenin varlığı, ancak Allah ve iradesi sayesindedir. Binâenaleyh meyveler, O'nun meyvesidir. Buradaki zamirin, sadece "hurma"ya râci olması da muhtemeldir.

Üzümlerin, hurma hükmünde olduğu bilindiği için, ayrıca üzümlere râcî olacak bir zamir getirilmemiştir. Bu zamirin, bahsedilen bütün şeylere birden râcî olması da muhtemeldir, yani "Bahsettiğimiz bu şeylerin mahsûlünden, meyvesinden" demektir Bu iki izahı Zemahşerî yazmıştır.

Burada enteresan ve doğruya daha yakın, şöyle bir başka izah daha yapılabilir: Ayetteki, "mahsulü" ifadesiyle, neticeler kastedilmiştir. Nitekim Arapça'da, "ticaretin semeresi, kazançtır, ibadetin semeresi de, mükâfaattır" denilir. Bu durumda zamir, "Fışkırttık" ifadesinin anlattığı, o pınarlar fışkırtma işine râcî olmuş olur. Buna göre, "Biz o pınarlar fışkırtmanın neticesinden istifade edip, bu şeyleri yesinler diye, böylesine pınarlar fışkırttık" demek olur ki, "fışkırtma" işinin faydalan meyveden daha çoktur. Hatta bunun içine, "O suyu (yağmuru) döktükçe döktük. Onunla, taneler, üzümler, otlar, zeytinler, hurmalar ve birbirine girmiş bahçeler, meyveler ve çimenler çıkarttık" (Abese, 25-31) ayetinde anlatılan şeyler de girer. Hem sonra ayetteki "pınarlar fışkırtma işi", zamire hurmadan daha yakındır. Eğer zamir, "Allah'a râcî olacak olsaydı, ayette "kıldık", "fışkırttık" buyurulduğu gibi, "Bizim meyvelerimizden" denilirdi.

Bu Ayetteki Ma Edatı

(......) ifadesindeki edatı ne çeşit bir ma'dır? Biz deriz ki: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

a) Bu, nafiyedir (olumsuzluk bildirir). Buna göre sanki, Cenâb-ı Hak, "Bu fışkırtma işini onların elleri yapmadı. Aksine Allah yaptı" demiştir.

b) Bu, ellezî "ki o" manasına, ism-i mevsûldür. Buna göre Allahü teâlâ sanki, "Onlar bu fışkırtma işinden sonra, elleriyle yaptıkları, ağaç dikmenin neticesinden ve gayret göstermeden, Allah'ın bitirmiş olduğu (yabani) meyvelerden yvıler" buyurmuştur ve böylece insanların elleriyle yaptıktan şeyi, insanların hiçbir katkısı olmayan Allah tarafından direkt bitirilmiş şeylere atfetmiştir.

c) Bu, ayeti zamir getirmeden, (......) şeklinde okuyanlara göre. masdariyye olup, "Onlar Allah'ın ve ellerinin yaptığı şeylerden, yani onların dikip, Allah'ın bitirdiği ve meyvesini yarattığı şeylerden yemeleri için" demektir. Bu durumda insanlar, hem ellerinin yaptıklarının ve Allah'ın yarattıklarına sağladığı şeylerden yarlar. Ayeti zamirli okuyanların kıraatine göre, bu izah yapılamaz.

Dördüncü Mesele

Buradaki 'nın, mevsûte olması halinde, mananın, "Ellerinin yaptığı o şeyler, yani ticaretler sayesinde kazanıp yesinler" şeklinde olması da muhtemeldir. Buna göre Cenâb-ı Hak, sanki, sayesinde insanın geçimini sağladığı iki esas şeyden, yani ziraat ve ticaretten bahsetmiştir. Bitkilerden de, üzüm ve hurma gibi, insanların dahli olmadan yetişen şeyler ile insanların dahli olarak yetişen şeylerden bahsetmiştir. Bu şeyler ise, ya pişmeden yenilmeyenlerdir, yahut da bir muameleye tabî tutulduktan sonra yenilebilen, zeytin ve yağı gibi şeylerdir.

Cenâb-ı Hak, bu nimetlerinden bahsedince, bunlara şükreditmesi gerektiğine, "Halâ şükretmeyecekler mi?" diye işaret etmiştir. Daha önce istifham (soru) üslûbunun faydaları hususunda söylediğimiz o şeylerden ötürü, bu ifadeyi soru şeklinde getirmiştir.

Her Şeyin Çift Yaratılışı

35 ﴿