37

"Gece de, onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de bakarlar ki karanlığa girmişler"

Cenâb-ı Hak, küllî bir mekân olan yeryüzünün hallerini delil olarak getirince, küllî (bütün) bir zaman dilimi olan, gece ve gündüz ile de istidlal etmiştir. Çünkü hem mekânın, hem zamanın delil olmaları uygundur. Çünkü cevherler, mutlaka bir mekâna muhtaçtırlar. Arazlar da, zamandan müstağnî olamazlar. Çünkü her âraz bir zaman içindedir. Bu ayetin ifade ettiği husus, "Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir" (Fussilet. 37) ayetinde anlatıldığı gibidir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu ayetten sonra, "Senin gerçekten boynunu bükmüş gördüğün arz (yeryüzü): de O'nun ayetlerindendir. Fakat biz üzerinize suyu indirdiğimiz vakit o arz, harekete gelir ve kabarır" (Fussilet, 39) buyurmuştur. Çünkü burada da, hem zamanı, hem de mekânı delil getirmiştir. Fakat burada kastedilen, önce Allah'ın birliğinin isbatıdır. Bunun delili, oradaki, "Güneşe secde etmeyin" (Fussilet, 37) ifadesidir. İkinci olarak kastedilen de, haşrin isbatıdır. Bunun delili de, oradaki "Ona elbet can veren Allah, elbet ölüleri de dirilticidir" (Fussilet, 39) ifadesidir. Tefsir etmekte olduğumuz ayetlerde ilk maksad ise hasrın isbatıdır. Çünkü bu sûrede haşrdan daha çok bahsedilmiştir. Bunun delili de, bu sûrede "nazar" etme, "(bakma, düşünme)" fiilinin yer almış olmasıdır. Fussilet Sûresi'nde ise, daha çok tevhidden bahsedilmiştir. Bunuı, delili, o sûredeki "De ki: "Yeri, iki günde yaratanı siz mi İnkâr ediyorsunuz?" (Fussilet, 9) ayetidir. Her iki sûrenin sonunda da "emr" beyan edilmiştir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Zaman ve Mekânın Delaleti

Tefsir etmekte olduğumuz ayetlerde "mekân"dan bahsedilmesi, ehl-i sünnetten felsefecilerin şüphelerini; "zaman" dan bahsedilmesi de, yine ehl-i sünnetten Müşebbihe'nin şüphelerini bertaraf etmiştir. Bunlardan birincisini şu şekilde izah ederiz: Çünkü felsefeciler şöyle derler: "Eğer âlemin yokluğu varlığından önce olsaydı, âlem, yokluğu farzedilmesi halinde, önce olmuş olurdu. Halbuki öncelik-sonralık zamana göredir. O halde zaman âlemden önce vardır. Ama zaman da, "âlemler" cümlesindendir. Dolayısıyla birşeyin yok olduğu bir zamanda, var olması da gerekir. Bu ise imkânsızdır." Biz de onlara, "Siz, mekânların sonlu-sınırlı olması konusunda, bizimle aynı görüştesiniz. Çünkü buudların (boyutların), hepimizin ittifakıyla, bir sonu vardır. O halde, âlemin en üst düzeyinden öte bir yokluk vardır. Halbuki âlemin, üstünün olduğu söylenmiştir. Üst ve alt gibi sözcükler, mekâna bağlı olarak söylenebilir. Binâenaleyh âlemin üstünde de bir mekân vardır. Halbuki, mekân da âlemdendir. Dolayısıyla yokluğu anında, yine birşeyin var olması da gerekir" deriz. Eğer onlar, "Âlemin en üstünün üstünde, ne boşluk ne doluluk vardır" diye cevap verirlerse, biz de, "Âlem var olmazdan önce de, ne ân ne caman vardı" deriz.

İkincisinin izahı da şöyledir: Müşebbihe "Var olan herşey, mutlaka bir mekânda odur. O halde Allah da bir mekândadır" der. Biz de cevaben deriz ki: "Sizin, aynı zamanda "Allah bir zamanın içindedir" demeniz de gerekir. Çünkü (size göre), herhangi bir mekân olmaksızın, vehim ve düşüncelerin, birşeyin var olduğunu söylemesi imkânsız olduğuna göre, yine bir zaman olmadan o şeyin mevcûd olduğunu söylemesi de imkânsızdır. Halbuki zaman denen şey hadis (sonradan olma)dır. Gel gör ki biz ve siz, Allah'ın kadîm olduğu hususunda müttefikiz."

İkinci Mesele

Eğer birisi, "Bundan murad, zamanı delil olarak getirmektir. Öyle ise Cenâb-ı Hak niçin, "Gece de, onlar için bir ayettir" diyerek sadece geceyi zikretmiştir?" derse, biz diyoruz ki: Cenâb-ı Hak, "yer" demek olan karanlık bir mekânı delil getirince, böyle buyurunca, Kendisinde karanlığın bulunduğu zaman dilimiyle, yani gece ile istidlal etmiştir. Şöyle bir izah da yapabiliriz: İnsanlar geceleyin sükûnete erer, sesleri kesilir ve uykuya dalarlar. Bu durum tıpkı bir ölüm haline benzer. Bundan sonra güneşin doğusu da, sûra üflenip insanların dirilişi haline benzer. Böylece insanlar ölümü hatırlarlar Nitekim Allahü teâlâ, yeryüzü hakkında da, "Ölü toprak da onlar için bir ibretti" (Yasin. 33) buyurmuştur. Böylece Hak teâlâ, ölüm haline en çok benzeyen iki mekânı zikrettiği gibi, yine ölüme en çok benzeyen iki zamanı zikretmiştir.

Gündüzün Geceden Çıkarılması

Gündüzün, geceden çıkarılması ne demektir? Biz deriz ki: Bu, "Onu ondan ayırırız" demektir. Nitekim Arapça'da gecenin sonu gefip, gündüz başladığında, "Gündüz geceden insilâh oldu (sıyrıldı çıktı)" denilir. Yine "Allah onu ondan ayırdı, o da ondan ayrıldı" denilir. Fakat bu ifadede, min edatı getiritmeksizin kullanıp, meselâ denildiğinde, "O,sonuna erdi" demektir. Buna göre eğer, "Gecenin bizzat kendisi de bir ayettir. O halde ayette, "Biz ondan gündüzü sıyınp çıkartırız" demesine ne gerek vardı?" denilirse, biz deriz ki: Birşeyin faydalan ye güzellikleri, o şeyin zıddı ile ortaya çıkar. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, geceden bahsettiği her yerde, gündüzü de zikretmiştir.

Cenâb-ı Hak "Bir de bakarlar ki karanlığa girmişlerdir" buyurmuştur. Buradaki tza edatı, müfâce'e (ansızın oluşu göstermek) için olup, "Artık bundan sonra iş, onların elinde değil. Onlar o karanlığa ister istemez girerler" demektir.

Güneş de Bir Ayet

37 ﴿