15"Onlardan evvel Nûh kavmi, Ad kavmi ve kazıklar sahibi Firavun kavmi, Semûd ve Lût kavimleri ile Eyke ahalisi de, peygamberlerim yalanlamışlardı. işte o grupların akıbeti... Onların herbirî, ancak o peygamberleri yalanladıkları için onlara azabım hak oldu. Bunlar da, (hayvan) sağımı aralığı kadar bile gecikmeyecek bir tek korkunç sesten başka birşey beklemiyorlar" Bil ki Allahü teâlâ, bu kavmin şüphelerine cevap verirken, kendilerine bekledikleri azabın gelmemesinden ötürü, tefekkür ve istidlale önem vermediklerini belirtince, bu ayette de, önceki peygamberlerin kavimlerinin de böyle olduklarını, ama önünde sonunda, onlara o azabın geldiğini bildirmiştir. Allahü teâlâ'nın bundan maksadı, o azabın geleceğini haber veren peygamberlerini bu hususta yalanlayan bu kâfirleri korkutmaktır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, o kavimlerden altısını burada zikretmiştir. Bu kavimlerden ilki, Nûh (aleyhisselâm)'un kavmidir. Onlar, Hazret-i Nûh (aleyhisselâm)'u yalanlayınca, Allah onları tufan ile suda boğarak imha etti. İkincisi, Hûd (aleyhisselâm)'un kavmi Âd'dır ki, bunlar da Hazret-i Hûd (aleyhisselâm)'u yalanlayınca, Allah bunları da, bir rüzgâr (kasırga) ile imha etti. Üçüncüsü Firavun ve kavmidir. Firavun, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı yalanlayınca Allah onu, ordusuyla birlikte suda boğarak yok etti. Dördüncüsü Salih (aleyhisselâm)'in kavmi Semud'dur. Bunlar, Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'i yalanlayınca, o sayha (nâra) ile helak oluverdiler. Beşincisi, Hazret-i Lût (aleyhisselâm)'un kavmidir. Bunlar da onu yalanlayınca, yere geçirilerek helak edildiler. Altıncısı, Şuâyb (aleyhisselâm)'ın kavmi olan Eyke ahalisidir. Bunlar da, onu yalanlayınca, (bir bulutla) gölgelendirildikten o günün azabı ile cezalandırıldılar. Alimler, "Cenâb-ı Hakk'ın Firavun'u, şu sebeplerden ötürü, "Kazıklar sahibi" diye tavsif etmiştir" demişlerdir. 1) Bu "evtâd (veted)" (kazık) kelimesinin aslı, çadırın ipleri veya binanın kirişleri gibi binanın sebatına vesile olan şeylere denir. Daha sonra bu kelime, mecazî olarak izzet ve hakimiyyeti ifade için kullanılmıştır. Nitekim şâir, "Andolsun ki onlar orada, kazıkları sağlam mı sağlam olan bir mülk ve saltanatın gölgesinde, en güzel bir yaşayışla ömür sürdüler" demiştir. Kâdî şöyle der: "Bu kelimeyi, bu manaya almak daha uygundur. Çünkü peygamberleri yalanlayan Firavun'un muazzam saltanatına rağmen Allahü teâlâ tarafından gelen imha emriyle helak olmasının muhatapta uyandıracağı tesir daha büyüktür. 2) Firavun, yukarıya doğru kazıklar dikiyor, azâb edilecek şahsın, ellerini ve ayaklarını o dört kazık arasında geriyor, bu uzuvlardan her birini çiviliyor ve bu kimseyi, ölünceye kadar havada asılı bırakıyordu. 3) Azâb edilecek şahsı, yere çakılmış kazıklara bağlıyor ve bu kimsenin üzerine akrep ve yılanları salıveriyordu. 4) Katâde, bunların, Firavunun yanında bulunan ve oyun vesilesi olan birtakım kazıklar, ipler ve oyuncakların olduğunu söylemiştir. 5) Firavun'un ordusu çok sayıda idi. O geniş ordunun teçhizat ve donanımı ihtişamlı idi. Dolayısıyla, çadırlardan ötürü, çokça kazık kullanıyorlardı. Bu sebeple de, böylece meşhur oldu. 6) Ayetteki, "zu'l-evtâd" tabiri, kalabalık cemaati olan demektir. O cemaat "kazıklar" ile ifade edilmiştir, çünkü onlar, tıpkı kirişlerin ve kazıkların binayı sağlam tutması gibi, Firavun'un işini yerine getiriyor, onun memleketini ve mülkünü sapasağlam yapıyorlardı. Ayetteki, eyke kelimesine gelince, bu da, birbirine girmiş, koruluk demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "İşte o grupların akıbeti" buyurmuştur ki, bu tabirle ilgili olarak birkaç görüş ileri sürülmüştür: 1) Bu, "Bahsettiğimiz bu ümmetler, peygamberlerinin aleyhine bir araya gelen ve bizim, bu sebepten dolayı kendilerini imha ettiğimiz kimselerdir. Binâenaleyh, benzerini senin kavmine de yaparız" demektir. Bu böyledir, zira Cenâb-ı Hak, "Öyle bir ordudur ki işte şurada hezimete uğratılmıştır" (Sad, 11) ifadesiyle, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kavminin, bu gruplardan, yani önceki gruplar cinsinden bir hizip olduğunu belirtmiştir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, kendisinin geçmiş gruplara, onları imha etmekle muamele ettiğini belirtince, bu, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kavmi için adamakıllı bir tehdit ve korkutma olmuştur. 2) Bu tabirin manası, onları alabildiğince kuvvetti ve çok olmakla vasfetme olup, bu tıpkı, "Adam, falancadır" denilmesi gibidir. Buna göre mana, "O grupların bunca mükemmel kuvvetlerine rağmen akıbetleri, helak olduğuna göre, ya bu miskin, zayıf ve cılız kimselerin durumu nasıl olur?" şeklinde olur. Bil ki bu kimseler, bu haberleri tasdik etseler de etmeseler de, bu bir sakındırmadır, korkutmadır. Çünkü, bu hadiselerin neticeleri ve izleri devam ede gelmekte olup, bu kuvvetli bir zan ifade eder. Dolayısıyla da onlar, ister istemez sakınır, kendilerine çekidüzen verirler. Bir de, bu ifadenin yeniden tekrarlanması, yine sakınmayı gerektirir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onların, her biri, ancak o peygamberleri yalanladıkları için onlara azabım hak oldu" buyurmuştur ki bu, "Bu grupların her biri peygamberlerini, terğîb ve terhibleri hususunda onları yalanlayınca, bir müddet sonra olsa bile, mutlaka onların üzerine o azâb İnivermiştir" demek olup, bundan maksat, dinleyenleri kötülüklerden caydırmak, men etmektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, helakleri gecikse bile, o azabın onların başına geldiğini beyân etmek üzere"Bunlar da (hayvan) sağımı aralığı kadar bile gecikmeyecek, bir tek korkunç sesten başka birşey beklemiyorlar..." buyurmuştur. Bu sayhanın ne demek olduğu hususunda da şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1) Bununla; onların başına, tek bir defada ve ansızın gelen bir azab kastedilmiştir. Nitekim bir topluluk toptan yok olup gittiğinde "Zaman onları silip süpürdü, toptan yok etti' deyimi kullanılır. Nitekim şair de, "Zaman Bermekoğullarına öyle bir çığlık bastı, öyle felaket getirdi ki, onlar, bunun şiddetinden çeneleri üzere kapaklandılar" demiştir. Bu kelimenin aslı, bir topluluğa hücum edildiğinde ortaya çıkan bağrışmadan, "sayha "dan da olabilir demiştir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar, kendilerinden evvel geçmişlerin günleri gibi (bir gün)den başkasını mı bekliyorlar?" (Yûnus, 102) ayetidir. 2) Bu sayha, sûra ilk üflenen nefhanın sayhası ve çığlığıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Yâsîn Sûresi'nde, "Onlar birbiriyle itişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek sayhadan başkasını gözetmezler" (Yâsin, 49) buyurmuştur. Buna göre mana, Onlar, dünyada her ne kadar benim azabımı tatmadıysalar da, bu azab, Kıyamette onlar için hazırdır!" şeklinde olur. Bu azabın onlara yaklaştığı manasında olmak üzere, kendilerine bu azâb gelmiş ve onları, o azabı gözetleyenler kılmışcasma, onlar bu azâb sebebiyle tıpkı, bir şeyi gözeten ve her an gelmesini bekleyen ve gözünün ucunu o yana doğru yönelten bir kimse gibi addolunmuşlardır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu sayhayı nitelemek üzere, "(hayvan) sağımı aralığı kadar bile gecikmeyecek" buyurmuştur. Hamza ve Kisâî, bu kelimeyi fâ'nın dammesiyle fuvak şeklinde okurlarken, diğer kıraat imamları fethayla, fevak şeklinde okumuşlardır. Kisâî, Ferrâ, Ebû Ubeyde ve Ahfeş, bu ikisinin de Arapların kullandığı deyiminden olmak üzere, iki ayrı lehçe olduğunu söylemişlerdir ki, bu deyim "devenin iki sağımı arasındaki zaman" manasında olup, temel anlamı, "dönme ve rücû etme" manasına dayanır. Nitekim, "sağlığına döndü, kavuştu" anlamında denilir. Binâenaleyh, sütün memeye dönmesi için, iki sağım arasında bulunan zamana, fâ'nın fethası veya dammesiyle fevâk veya fuvâk denilir. Bu tıpkı senin, ve "Makasın saçtaki izi-onun izi" demen gibidir. Vahidî, fevâk ve fuvâk kelimelerinin ifâka masdanndan iki isim olup, fâka (......) kelimesinin de, tıpkı, "hastanın iyileşip kendine gelmesi" manasında, dönmek ve yatışmak manasında olduğunu, ancak ne var ki, fethâ ile olan fevak'ın masdar yerinde kullanılabilen bir kelime; damme ile fuvâk'ın ise, sütün memeye dönüş süresine verilen bir ad olduğunu söylemiştir. Vahidî, el-Basît adlı eserinde, Ebû Hureyre'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bu ayet hakkında, "Allah, İsrafil'e emreder de, o da, yürekleri yerinden oynatan o nefhayı üfler. Derken bu nefhayı uzattıkça uzatır. Ki, işte bu nefha, Cenâb-ı Hakk'ın, buyurduğu husustur" dediğini rivayet etmiştir. Vahidî sözüne devamla şöyle der: "Bu hadîse göre, ayetteki bu tabirin manası, a) Sayhanın sona ermesi ve dinmesi yoktur. b) Onun için, bir dönüş ve sükûnet yoktur" şeklinde olabilir ki, bu da, "O sayha, dinmez ve dinme haline de dönmez" demektedir. Ve yine, aynı hal üzere kalan herkes için, "O bundan dönmez (lâ yufsiku) ve dönmek istemez (la yestefîku) denilir. Allah en iyisini bilendir." |
﴾ 15 ﴿