44

"Şüphesiz biz sana kitabı insanların faydası için, hak olarak indirdik. Artık kim idayete ererse, bu, kendi lehinedir. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine apmış olur. Sen, onlar üzerinde bir vekil değilsin. Allah, insanın ölümü amanında ve ölmemiş olanı uykusu zamanında ruhlarım alır. Hakkında lüme hükmettiğinin ruhunu tutar, diğerini ise, muayyen bir vakte kadar alar. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek kimseler için kesin ibretler vardır. Yoksa o (kâfirler), Allah'dan başka varlıkları şefaatçiler mi edindiler?" De ki: "Hiç bir şeye güç yetiremeseler, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçi ediniyorlar)?" De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Nihayet hepiniz ancak O'na döndürüleceksiniz"

Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele var:

Birinci Mesele

Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın da, "İman etmeyecekler diye, neredeyse kendini helak edeceksin "(Şuara, 3); "İnanmıyorlar diye, bir üzüntü duyarak arkalarından kendini adetâ tüketeceksin" (Kehf, 6) ve "O halde (habibim), nefsin onlara karşı (üzüntülerle tükenip) gitmesin" (Fatır, 8) buyurduğu gibi, onların küfürde ısrarları, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ağır geliyordu. Binâenaleyh Hak teâlâ, işte bu ayetlerinde, bazan delil ve beyyinelerle, bazan darb-ı mesellerle (benzetmeler yaparak), bazan da vaad ve va' idlerle, müşriklerin yollarının yanlışlığı hususunda detaylı malumat verince, bunun peşinden, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kalbinden bu büyük üzüntü ve endişeyi silip götürecek bir ifade getirerek, "Şüphesiz biz o kitabı insanların feydası için, hak olarak indirdik sana..." buyurmuştur. Bu şu manayadır: "Biz sana, insanların faydalanmaları ve sayesinde hidayete ermeleri için, kıymetli ve mükemmel bir kitap indirdik ve onun inişine hak ile birlikte kıldık." Bu hak, onun Allah katından olduğunu gösteren mucize oluşudur. Binâenaleyh kim hidayete ererse, bu hidayete erişinin faydası kendisinedir. Kim de sapıtırsa, bu sapmasının zararı kendinedir. "Sen onlar üzerinde bir vekil değilsin" yani "Sen onları zorla imana sevketmekle görevli değilsin. Kabul etmek veya etmemek onlara havale edilmiştir" demektir. Bu, onların inkârda ısrarları karşısında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli etmek içindir.

Cenâb-ı Hak sonra, hidayet ve dalâletin, ancak kendisinden olduğunu beyan etmiştir. Çünkü hidayet, hayata ve uyanıklığa; dalalet ve ölüme ve uykuya benzemektedir. Hayat ve uyanıklık, Ölüm ve uyku, ancak Allah'ın yaratması ve var etmesiyle meydana geldiği gibi, hidayet ve dalalet de ancak Allah'dan olur. Binâenaleyh kim bu inceliği iyice kavrarsa, Allah'ın kader sırrını anlamış olur. Kim de Allah'ın kader sırrını iyice anlarsa, bela ve musibetler kendisine kolay gelir. Binâenaleyh işte bu inceliğe dikkat çekme, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kalbinden o hüznün giderilmesine sebep olur. İşte ayetin, Önceki ayetlerle münasebeti budur. Bu münasebet hususunda, şu izah da yapılmıştır: Allahü teâlâ, ibadete putlardan daha müstehak olduğunu anlatmak için, âlemin ilâhının olduğu hususunda bu delili de zikretmiştir.

İkinci Mesele

Ayetin maksadı şudur: Allahü teâlâ, ölüm esnasında ruhları alıyor. Uyurken de ölmesine hükmettiği ruhları tutup, diğerlerini, yani uyuyanı belirlenmiş zamanına, yani ölümü için biçilmiş vaktine kadar (ecelleri gelinceye kadar) salıyor. Binâenaleyh ayeti, "Allah, ölürken çıkacak olan o ruhları tutup bedenlerine geri göndermiyor" manasında, ifadesi, de, "Uyurken aldığı o ruhian, uyandıklarında bedenlerine geri gönderiyor ve bu durum belli bir zamana kadar devam ediyor. O belli zaman da o canın ölüm vaktidir" manasındadır. İşte ayetin lafzının izahı böyledir ve gerçeğe tıpatıp uymaktadır.

Ruhdaki Büyük Kabiliyet

Fakat bu hususu iyice izah etmemiz gerekir. Bu sebeple diyoruz ki: İnsanî ruhlar, ruhanî, aydınlatıcı cevherler demektir. Ruh, bedenin tamamıyla alâka kurduğunda, onun ışığı-tesiri bütün uzuvlarda ortaya çıkar. Buna hayat denir. Diyoruz ki: Ölüm esnasında bu cevherin bütün ilgi ve münasebeti, bedenin içinden ve dışından kesilir. Buna da ölüm denir. Ama uyurken, ruhun tesir ve ışığı, bazı bakımlardan, bedenin zahirinden kesilir, ama bedenin içinden kesilmez. Böylece ölüm ve uykunun aynı cins şeyler olduğu görülür. Ama ölüm, tam olarak alakayı kesmek, uyku ise bazı bakımlardan ve eksik olarak (kısmen) alakayı kesmektir.

Ruh-Beden Münasebetleri

Bunun böyle olduğu anlaşıldığına göre, kadir, âtim ve hakîm olan o yüce zatın, ruh cevherinin bedenle alâkasını şu üç şekilde idare ettiği sabit olur:

a) Ruhun ışık ve tesirinin, bedenin bütün parçalarında, içinde ve dışında gözükmesi... İşte bu uyanıklık halidir.

b) Ruh cevherinin ışık ve tesirinin, bazı bakımlardan, bedenin zahirinden alakasını kesip, bedenin batınındaki alakasını sürdürmesi... Bu da uyku halidir.

c) Ruh cevherinin ışık ve tesirinin bedenin tamamından kesilmesi... İste ölüm de budur. Böylece ölüm ve uykunun her birinin, ruh cevherinin ölümü manasına gelmede müşterek oldukları, sonra bu ikisinin birbirinden, belli özellikler sayesinde ayrıldıkları sabit olmuş olur. Böylesi acaib (enteresan) bir idare, ancak kadir, alîm ve hakîm bir zattan olur. İşte ayetteki,"Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavim için kesin ibretler vardır" ifâdesi ile anlatılmak istenen budur. Bununla tu mana da murad edilmiş olabilir: "Deliller, insana gerekli olanın, İşte böylesi bir kudret ve hikmete sahip olan bir ilaha ibadet edilmesine, şuursuz ve İdraksiz birtakım cansız varlıklar olan putlara ibadet edilmemesine delalet etmektedir."

Şirkin Masum Yüzü

Bil ki kâfirler, bu söze karşı bir soru yönelterek, "Biz bunların zarar ve fayda veren ilahlar olduğuna inandığımız için bu putlara tapmıyoruz. Biz ancak bunlara, Allah katında mukarreb (yakın) bazı kimselerin heykelleri oldukları için ibadet ediyoruz. Binâenaleyh bu demektir ki biz bunlara, o büyük kimselerin, Allah katında bizim şefaatçilerimiz olmaları için ibadet ediyoruz" demişlerdir. Böylece Allahü teâlâ, onların bu sorusuna, "Yoksa o kâfirler Allah'dan başka varlıkları şefaatçiler mi edindiler?" De ki: "Hiçbirşeye güç yetirmeseler, akıl erdiremez olsalar da mı?" diyerek cevap vermiştir.

Şefat Yalnız Allah'ındır

Bu cevabın izahı şöyledir: O kâfirler, bu şefaati ya bu putlardan, yahut da putların, heykelleri olduğunu söyledikleri o âlim ve zahid kimselerden beklemektedirler. Birinci ihtimal olamaz, çünkü bu cansızlar, yani putlar, hiç bir şeye güç yetiremezler ve hiç bir şey düşünemezler. Binâenaleyh daha nasıl bunlardan o şefaatin olması beklenebilir? İkinci ihtimal de olamaz. Çünkü Kıyamet günü hiç kimse, hiç bir şeye sahip olamaz ve Allah'ın izni olmaksızın o şefaate de kadir değildir. Böylece, gerçek şefaatçi, o şefaatin yapılmasına müsâade edecek olan Allahü teâlâ'dır. Binâenaleyh Allah'a ibadet etmek, başkasına ibadet etmekten daha evladır. İşte Hak Teâla'nın "De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır" ifadesi ile kastedilen budur.

Allah'ın Hükümranlığı

Daha sonra Cenâb-ı Hak, kendisinden başka hiç bir kimsenin bir (gerçek) mülkü olmadığını, "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Nihayet hepiniz ancak O'na döndürüleceksiniz" buyurarak açıklamıştır. Bazı kimseler, şefaatin hiç olmayacağına dair, "De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır" ayetine tutunmuşlardır. Çünkü Hak Teâla'nın, yapılacak şefaate müsaade etmediği sürece, hiç kimsenin şefaat edemeyeceğini biz de kabul etmekteyiz. Eğer, "Allahü teâlâ'nın, "Allah, insanın ölümü zamanında ... ruhlarınızı alır" ifadesi ile ilgili olarak şöyle bir soru sorulabilir: Bu ayet, canları alanın, ancak Allah olduğunu gösterir. Bu husus, "ölümü ve hayatı yaratan (Allah'ın) şanı yücedir" (Mülk, 2), "Benim Rabbim, dirilten ve öldürendir" (Bakara. 285) ve "Sizler ölüler iken, sizleri dirilttiği halde, Allah'ı nasıl İnkâr edebilirsiniz?" (Bakara, 28) ayetleri ile de kuvvet bulur. Ama Cenâb-ı Hak bir başka ayette, "De ki: "Sizlerin canını ölüm meleği alır" (Secde, 11); bir üçüncü ayetinde de, "Sizden birine ölüm (vakti) geldiğinde, onun canını elçilerimiz alır" (En'am. 61) buyurmuştur, (ne dersiniz?)" denilirse, buna şöyle cevap veririz: Gerçekten can alan, Allahü teâlâ'dır. Fakat O, sebepler âleminde çeşitli işlerden her birini bir meleğe havale etmiştir. Böylece de, canlan alma işini ölüm meleğine (Azrail (aleyhisselâm)'e) havale etmiştir ki o, başkandır. Onun emri altında, hizmetçisi ve tâbisi olan melekler vardır. Binâenaleyh işte bu ayette, can alma işi gerçek manada Allah'a; ikinci ayette, bu işin baş görevlisi olduğu için ölüm meleğine, diğer ayette de, ölüm meleğinin emrinde oldukları için, diğer meleklere nisbet edilmiştir. Allah en iyi bilendir.

Alay Edilen Gerçeğin Onları Sarması

44 ﴿