48

"Allah, bir olarak anıldığı zaman, âhirete inanmazların kalpleri tiksinir. Ama Allah'dan başkası anıldı mı, bunların derhal yüzleri güler. De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de, aşikârı da bilen Allah'ım, kullarının aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkındaki hükmü sen vereceksin. Eğer yerde ne varsa hepsi ve bunlarla birlikte bir misli daha, o zâlimlerin elinde olsaydı, Kıyamet günü uğrayacakları azabın kötülüğünden kurtulmak için elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki (o gün) onlar için Allah'dan hiç de ummayacakları nice şeyler meydana gelecektir. Onların (dünyada) kazandıkları kötülükler o gün açığa çıkmış ve eğlence edinmekte oldukları şey onları çepeçevre sarıp kuşatmış olacaktır"

İşmi'zaz

Bil ki bu, müşriklerin o kötü işlerinden bir diğeridir. "Bir olan Allah'dan başka Allah yoktur. O birdir, ortağı ve benzeri yoktur" dediğinde, onların yüzlerinde ve kalplerinde nefret izleri belirir. Ama putlardan ve heykellerden bahsettiğinde, onların kalplerinde ve gönüllerinde sevinç izleri belirir ki bu, onların cehaletine ve ahmaklığına delâlet eder. Çünkü Allah'ı zikretme, mutlulukların başı, hayır ve güzel şeylerin en birincisidir. Âdi cansızlar demek olan o putların zikri ise, cehaletin ve ahmaklığın başıdır. Binâenaleyh onların, bir olan Allah'ı zikirden nefret etmeleri ve bu putların anılması ile sevinip ferahlamaları, onlarda çok bulunan o cehalete ve ileri derecedeki ahmaklığa delâlet eden en kuvvetli delillerdendir.

Keşşaf sahibi şöyle der: "Bazan bu iki fiil yani, "istibşar" ve "işmi'zâz", birbirinin mukabili olarak kullanılır. Çünkü bunlardan herbiri, kendi babında zirveyi ifade eder. Zira "istibşâr", kişinin kalbinin, sevincinin eserinin yüzünün beşeresinde (derisinde) görülebilecek kadar ileri olmasını ifade eder. "işmi'zâz" ise, kişinin öfke ve üzüntüsünün iyice artıp, böylece canını kalbinin içinde sıktığına, böylece de yüzünün derisinde, yerin karanlığına benzer bir karanlığın ve bir bulanıklığın belirmesini ifade eder."

Allahü teâlâ, akıl fıtratının da, yanlışlığına şehadet ettiği bu enteresan işi nakledince, bunun peşinden şu iki şeyden bahsetmiştir:

1) Büyük bir duayı zikredip, önce bu duada kendini tam bir kudret ile niteleyerek, "De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan Allah'ım..." buyurmuş, ikinci olarak da yine kendisini tam bir ilimle tavsif edip "Gizliyi de aşikârı da bilen Allah'ım" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bu ayette kudretini, ilminden önce getirmiştir. Çünkü O'nun kudretini bilme, ilmini bilmeden öncedir.

2) Cenâb-ı Allah bu duayı zikredince, "Kullarının aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkındaki hükmü sen vereceksin" yani "Onların, Allah'ın birliğinin zikrinden nefretleri, ama şirkin bahsinden hoşlanmaları, aklın bedaheti ile, yanlışlığı bilinen bir husustur. Buna rağmen, onlar bu işte ısrar etmişlerdir. Binâenaleyh sen hariç, hiç kimse onlardan bu yanlış inancı ve batıl görüşü silmeye kadir olamaz. Ebû Seleme'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: " Aişe'ye, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gece namazına ne ile başladığını sordum. O da, şöyle dedi: "Hazret-i Peygamber şöyle dua ederek başlardı: "Ey Allah'ım, Ey Cebrail'in, Mikâil'in ve israfil'in Rabbi, Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi de âşikârı da bilen Allah'ım, kullarının aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkındaki hükmü sen vereceksin. Beni, izninle, ihtilaf edilen o hakka ilet. Şüphesiz sen, dilediğini, sırat-ı müstakime iletensin" Nesai, kryamu'l-leyl, 12 (3/213).

Kâfirlere Tehditler

Bil ki Allahü teâlâ, onlardan bu batıl görüşü nakledince, onlara yönelik va'id (tehdid) olarak şunları zikretmiştir:

1) O kâfirler şayet, yeryüzündeki malların tamamına malik olsalardı, bir o kadar da ellerinde bulunsaydı, onlar, o şiddetli azabtan kendilerini kurtarmak için, bütün bunları fidye olarak verirlerdi.

2) Cenâb-ı Hakk'ın, "Halbuki (o gün) onlar için Allah'dan hiç de ummayacakları nice şeyler meydana gelecektir" ayetinin ifade ettiği husus olup, bu, "Onlar için, hesaplarında olmayan çeşitli azaplar meydana gelecek..." demektir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennetteki mükâfaatın vasfı hususunda, "O cennette, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırından bile geçmediği şeyler vardır" Müsned, 2 / 313. buyurduğu gibi ilahî ceza hususunda da böylesi bir ceza kullanılmıştır ki, bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Halbuki (o gün) onlar için Allah'dan hiç de ummayacakları nice şeyler meydana gelecektir" ayetinin ifade ettiği husustur.

3) Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların (dünyada) kazandıkları kötülükler o gün açığa çıkmış..." ayetinin ifade ettiği husustur. Bu da, "Kazandıktan o günahların neticeleri, kendilerine zuhur etti, tahakkuk etti" demek olup, bu da, "Kazandıkları o günahların neticeleri olan çeşitli azaplar, onlar için zuhur edip meydana geldi" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onların istihzalarının cezası, onları her taraftan kuşum" buyurmuş, işte bu hususlarla, onların cezalarının büyüklüğüne dikkat çekmiştir.

İnsanın Yersiz Gururu

48 ﴿