42"Bizim ayetlerimiz hakkında sapkınlık edenler şüphesiz bize gizli kalmazlar. O halde, ateşin içine atılacak olan kimse mi hayırlıdır, yoksa, Kıyamet günü korkusuzca gelecek olan kişi mi? Siz, dilediğinizi yapın. Çünkü O, ne yapıyorsanız, hakkıyla görendir. (Bunlar), Kur'ân'a -ki O, kendilerine gelince- küfredenlerdir. Halbuki o, cidden azîz (ve galip) bir kitaptır ki, ne önünden ne ardından ona hiçbir bâtıl, (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettiği, yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah)'dan İndirilmedir" Bil ki Allahü teâlâ, dinine davet etmenin, en büyük makam, en kıymetli mertebe olduğunu beyan edip, sonra da bunun, tevhidin, adaletin, dirilişin ve Kıyametin hak oluşunun delillerini anlatmak suretiyle olacağını bildirince, yeniden bu deliller hususunda münakaşa edip, şüpheler atma çabasına girenleri tehdide yönelerek, "Bizim ayetlerimiz hakkında sapkınlık edenler..." buyurmuştur. Arapça'da, dosdoğru çizgiden sapıp bir yarıkta, bir hendek eştiğinde, denilir. Binâenaleyh mülhid, sapan demektir. Bu kelime daha sonra örten (ıstılahen), Özellikle haktan meyledip, bâtıla sapan hakkında kullanılır olmuştur. "Şüphesiz bize gizli kalmazlar" cümlesi bir tehdid olup, tıpkı, heybetli bir kralın, "Benim mülkümde bana karşı çıkanları biliyorum" dediğinde, bu sözün bir tehdid oluşu gibidir. Daha sonra Allahü teâlâ "O halde ateşin içine atılacak olan kimse mi hayırlıdır, yoksa Kıyamet günü korkusuzca gelecek olan kişi mi?" buyurmuştur. Buradaki istifham (soru) istifham-ı takriri olup maksadı, ayetler hakkında sapkınlık edenlerin, ateşe atılacaklarına; ayetlere iman edip, onları tasdik edenlerin ise, Kıyamet günü emin olacaklarına dikkat çekmektir. Müteakiben Hak teâlâ, "Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O, ne yapıyorsanız hakkıyla görendir" buyurmuştur. Bu bir üçüncü tehdid (va'îd) olup, bunun bir benzeri de, heybetli bir padişahın, çok kızgınken, bazı kölelerini soruşturmaya tabî tutup, sonra onlara, "istediğinizi yapın" demesi gibidir. Çünkü bu ifade, ileri derecede bir tehdiddir. Daha sonra Allahü teâlâ, "Bunlar zikri, o kendilerine gelince inkâr edenlerdir" buyurmuştur ki bu da bir tehdiddir. Bunun cevabı hususunda şu iki izah yapılmıştır: 1) Bu cevap, Kur'ân-ı Kerim'de vasfedilmiş, diğer cevaplar gibi mahzûf olup, takdiri, "Kur'ân kendilerine geldiğinde, Kur'ân'ı inkâr edenler, bu İnkârları yüzünden cezalandırılırlar" şeklinde veya benzer bir şekildedir. 2) Bu (......)'nın cevabı ileride gelen, "Onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar" (Fussilet 33) ayetidir. Birinci izah daha doğrudur. Allahü teâlâ, Kur'ân'ın ayetleri hususunda ileri-geri konuşanları alabildiğine tehdid edince, bunun peşinden Kur'ân'ın büyüklüğünden bahsederek, "Halbuki O, cidden aziz ve galip bir kitaptır" buyurur. Buradaki "aziz"in şu iki manası vardır: a) Galip, kahir (üstün), b) Eşi-benzeri bulunmayan... Kur'ân'ın galip (üstün) manasında "azîz" oluşu, belirtildiği gibidir. Çünkü Kur'ân hüccetlerinin kuvvetli oluşu sayesinde, kendi dışındaki herşeye gâlib gelmiştir. Kur'ân'ın, eşi-benzeri olmayan manasında "aziz" oluşu da böyledir. Çünkü evvelki ve sonraki bütün insanlar, ona muâraza etmekten, bir benzerini getirmekten âciz kalmışlardır. Cenâb-ı Allah sonra, Ve önünden, ne ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez" buyurur. Bu ifadeyle İlgili olarak şu izahlar yapılmıştır: a) Tevrat, Zebur ve İncil gibi, daha önce gelmiş kitaplar, Kur'ân'ı yalanlamadığı gibi, bundan sonra da onu yalanlayacak bir kitap gelmeyecektir. b) Kur'ân'ın hak olduğunu bildirdiği hiçbirşey bâtıl olmaz; bâtıl olduğunu söylediği hiçbirşey de hak olmaz. c) Kendisine herhangi bir noksanlığın ârız olması, böylece de "önünden" ona bâtılın yol bulmasından, yahut da kendisine ilavede bulunulmasından, böylece de "ardından" ona bâtılın yol bulmasından o mahfuzdur (korunmuştur). Bunun manasının böyle oluşunun delili, "Hiç şüphesiz biz, onu koruyucularız" (Hicr, 9) ayetidir. Bu izaha göre, ayetteki "bâtıl" kelimesi, fazlalık ve noksanlık olmuş olur. d) Bu ifadeden kastedilen mananın, "Gelecekte ona muaraza edebilecek bir kitabın bulunması mümkün değildir. Geçmişte de ona muaraza edecek, onunla boy ölçüşebilecek bir kitap bulunmamıştır" şeklinde olması da muhtemeldir. e) Keşşaf sahibi şöyle der: "Bu bir teşbih (benzetme)dir ve teşbih ile anlatılmak İstenen şudur: Ona bâtıl arız olamaz ve bâtılın ona girmek için bulabileceği hiçbir yol yoktur. Bil ki Ebû Müslim el-İsfehânî, Kur'ân'da neshin olmadığı görüşüne bu ayeti şöyle delil getirebilirdi: Çünkü "nesh" ibtâl etmek demektir. Binâenaleyh bu mana da, Kur'ân'a nesh girmiş olsaydı, ona, bu ifadede bahsedilen bâtıl, ardından gelmiş olurdu. Bu da, bu ayetin manasının zıddına bir durum olurdu. Hak teâlâ sonra da "O, bütün kâinatın hamdettiği, yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah'dan) indirilmedir" buyurmuştur. Bu, "Ben (Allah), bütün hallerim ve fiillerimde hakim, nimetlerimin çokluğu sebebiyle de, bütün mahlûkâtın yanında hamîdim" demektir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Allah, Kur'ân'ın başına, "Elhamdülillah" cümlesini koymuş ve cennetliklerin söyleyecekleri en son sözün yine bu söz olduğunu haber vermiştir. |
﴾ 42 ﴿