14"Celalim hakkı için, eğer onlara, "Gökleri, yeri kim yarattı?" (diye) sorarsan, "Elbette, onları, o mutlak galib, o her şeyi hakkıyla bilen yarattı" derler. (O Allah ki), yeri sizin için bir beşik yaratmış, onda, sizin için, doğru gidesiniz diye yollar açmıştır. Gökten, bir ölçü ile su indirmiştir, işte biz bu su ile, ölü bir memlekete can verdik. Siz de böylece, çıkarılacaksınız! Bütün (mahlûkları), sınıf sınıf yaratmış, sizin için gemilerden, hayvanlardan bineceğiniz şeyleri halketmiştir. Ta ki, sırtlarında karar kıtasınız, sonra üzerlerine yerleşince, Rabbinizin nimetini iyice düşünesiniz ve "Bunları bize râm eden Allah'ın şânı ne yücedir, münezzehtir, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz mutlaka, neticede ancak Rabbimize döneceğiz" diyesiniz". Bil ki, biraz önce, hem müsriflerden, yani müşriklerden, hem de peygamberlerden bahsedilmişti.. Dolayısıyla, "şayet onlara sorsan.." ifadesindeki, "onlara"zamirinin, hem peygamberlere hem de kâfirlere râci olması ihtimal dahilindedir. Ancak ne var ki, doğruya en yanın olan, bu zamirin kafirlere râci olmasıdır. Böylece Allah Tealâ bu kâfirlerin, göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların yaratıcısının, Aziz ve Hakîm olan Allah olduğunu ikrar ve kabul ettiklerini beyan buyurmuştur ki, bundan da maksadı, onların buna rağmen, yine de, Allah'ın yanısıra başkasına ibadet edip, O'nun öldükten sonra diriltmeye kadir olacağını inkâr ettiklerini belirtmektir. Onlar hakkındaki haber ve açıklama, daha önce de geçmişti. Cenâb-ı Hak şimdi, yarattığı şeyleri tekrar zikretmek suretiyle, kendisine delâlet eden delilleri ortaya koymaya başlayarak, "(O Allah ki), yeri sizin için bir beşik yaratmış..." buyurmuştur. Şayet bu ifâde, kâfirlerin sözünün devamı olan bir ifâde olmuş olsaydı, o zaman, onların, "Yeri bizim için bir beşik kılan.." demeleri gerekirdi. Bir de, bu sözün arasındaki, "İşte biz bu su ile, ölü bir memlekete can verdik" ifadesi, ancak Allah'ın kelâmı olmaya uygun düşer. Bu ifâdenin, halk dilindeki bir benzeri de, bir kimsenin birisinin, "Bu mescidi yapan alim falancadır" dediğini duyup, bu sözü duyan bu kimsenin de, "Zahit ve kerim olan..." demesidir. Buna göre sanki, bu sözü duyan kimse, "Ben onu, senin onu tarif ettiğin sıfatın ötesinde, daha güzel sıfatlarla tanıyor ve biliyorum.. Böylece de, onun vasfı hususunda ilâvede bulunuyorum.." demiş olur. Böylece de, o iki adam tarafından ifade edilen bu iki sıfat, tek bir şahıs için olmuş olur. Bu Ayetteki İlahî Sıfatlar Bu ayetteki nazmın keyfiyyetini anladığına göre, şimdi biz diyoruz ki: Bu ayet, Allah'ın şu çeşitti sıfatlarına delâlet eder: Birinci Sıfat: Allah'ın, göklerin ve yerin yaratıcısı olması.. Kelâmcılar, Allah'ı bilmenin başında, O'nun, bu âlemin yaratıcısı ve faili olduğunu bilmenin geldiğini söylemişlerdir. İşte bundan dolayı da, bu ayette, Cenâb-ı Hakk'ın hâlık (yaratıcı) olmasıyla, söze ve kelâma başlanmıştır. Ki bu mana ancak biz, ayetteki "halk-yaratma" kelimesini "yaratma, yoktan var etme, îcad etme" manasına aldığımızda tam ve uygun olur. İkinci Sıfat: Ayette geçen el-Azîz kelimesinin ifade ettiği husustur. "el-Azîz" gâlib, anlamındadır. Sayesinde üstünlük ve galebenin elde edildiği şey ise, kudrettir. O halde, buradaki el-Azîz kelimesi, Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin mükemmel oluşuna bir işarettir. Üçüncü Sıfat: Ayetteki el-Alîm kelimesinin ifade ettiği husus olup, bu da Allah'ın, ilminin mükemmel olduğuna bir işarettir. Bil ki, ilim ve kudretin en mükemmel hali bir zatta mevcut olduğunda, o zât, bütün mümkinâtı yaratmaya kadir olur. İşte bu incelikten dolayı Cenâb-ı Hak, bu iki sıfatın kendisinde mevcut olduğunu önce belirtmiş, daha sonra diğer ayrıntıları buna dayandırmıştır. Dördüncü Sıfat: "Yeri sizin için bir beşik yaratmış.." ayetinin ifade ettiği husus.. Biz, bu kitabımızda, yerin bir "mehd-beşik" oluşunun ancak onun durgun, hareketsiz olduğu; ziraatçılık ve bina yapmanın ancak onlara riâyetle mümkün olabileceği birtakım hususî sıfatlarla muttasıf olduğu ve onun, ölülerin ve dirilerin kusur ve ayıplarını örtücü ve gizleyici olduğu için olduğunu belirtmiştik. Beşik, çocuk için bir istirahat mahalli olunca, yer de, kendisindeki pekçok rahatlık sebebiyle, "beşik" olarak nitelenmiştir. Yerde Hazırlanan Geçitler Beşinci Sıfat: Cenâb-ı Hakk'ın, "Orada, sizin için, yollar açmıştır.." ayetinin ifade ettiği husustur. Ki bu ifadenin maksadı, insanların mükemmel anlamda istifade edebilmelerini, ancak herkesin bir beldeden diğer bir beldeye, bir mıntıkadan diğer bir mıntıkaya geçmeye kadir olduğunda söz konusu olacağını; Allah'ın eğer, bu geçitleri, işte bu şekilde hazırlamamış ve üzerlerine birtakım hususî alamet ve ipuçları koymamış olması halinde bu yararlanmanın mümkün olamayacağını bildirmektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "... doğru gidesiniz diye..." buyurmuştur ki, bu ifâdenin manası: a) Bu yolları koymanın maksadı, sizin yol bulabilmeniz içindir; b) Dinde, hakka ulaşasınız diye.." şeklindedir. Altıncı Sıfat: ölçü ile su indirmiştir. İşte biz, bu su ile, ölü bir memlekete can verdik" ayetinin beyan ettiği husustur. Burada, şöyle birkaç bahis vardır: 1) Bu ifadenin zahiri, suyun (yağmurun) gökten indiğini göstermektedir. Binâenaleyh durum, gerçekten böyle midir, yoksa, o yağmurun buluttan indiğini; zira, insanın üzerinde bulunan her şeye "semâ" dendiği için, "semâdan inen" şeklinde adlandırıldığı da söylenebilir mi? Cevap: Bu konu, tafsilatlı bir biçimde daha önceleri ele alınmıştı. 2) Ayetteki, tabirinin manası, "o bölgenin halkının, ihtiyaç duyduğu kadar; ne fazla, ne de noksan olmaksızın gökten iner.." demektir. Yoksa bu ifade, "Nuh'un kavmine ölçüsüz bir biçimde indirilip, onları boğması" anlamında değildir.. Tam aksine, "sizin ve hayvanlarınızın geçimini temin edecek kadarıyla indirmiştir" demektir. 3) Ayetteki, "ölü bir memleket" ifadesi, "bitki bulunmayan belde" demek olup, enşernâ fiili de, "Biz, onu dirilttik" anlamındadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Siz de böylece çıkarılacaksınız" buyurmuştur ki bu, "Bu delil, Allah'ın kudret ve hikmetine delâlet ettiği gibi, O'nun öldükten sonra diriltmeye ve Kıyameti gerçekleştirmeye de kadir olacağına delâlet eder. Buradaki, vech-i şebeh (benzetme yönü) Cenâb-ı Hakk'ın, ölü halde iken bir beldeye can vermesi gibi, insanları da ölümlerinden sonra, onları canlılar ve hayat sahibi varlıklar haline getirmesidir. Bazıları, "Hayır, buradaki "vech-i şebeh" Allah'ın yağmur suyuyla yeryüzünde bitki bitirmesi gibi, tıpkı, menî gibi bir su ile, onları, yani insanları yerden çıkarması ve onları yeniden yaratmasıdır" demişlerdir. Ama, bu izah zayıftır. Çünkü lafzın zahirinde, bu ilâve açıklamalar değil, sadece yeniden yaratmanın isbâtı yer almıştır. Yedinci Sıfat: Cenâb-ı Hakk'ın, "Bütün (mahlûkları) sınıf sınıf yaratmış..." ayetinin ifade ettiği husus.. İbn Abbas, "Ayetteki, "ezvac" kelimesiyle, tıpkı, tatlı-ekşi, beyaz-siyah ve erkek-dişi gibi çeşitler, türler kastedilmiştir" derken, bazı muhakkik alimler, "üst-alt, sağ-sol, Ön-arka, mazi-müstakbel, zât-sıfat, yaz-kış ve ilkbahar-sonbahar gibi, Allah'ın dışında her şey çifttir" demişlerdir. Bunların çift oluşu, mümkinü'l-vücûd olduklarına, yoktan var edildiklerine delâlet eder. Hak Sübhânehû ve Teâlâ ise, zıddan, eşten, mukabil ve ona destek veren minhden (nevâdıd) münezzeh olan tek bir varlıktır. İşte bundan dolayı O, "Bütün (mahlukları), sınıf sınıf yaratmış.." buyurmuştur ki, "Çift olan her şey, yaratılmış, mahlûktur" demektir. Böylece bu, bunları yaratanın, çift olmaktan münezzeh olan mutlak, tek ve vâhid (Allah) olduğuna delâlet eder. Ben de şunu ekliyor ve diyorum ki: Hesap ilmini bilenler, şu bakımlardan, "tek" olanın "çift"'den daha üstün olduğunu söylemişlerdir: 1) Çift'in en azı, ikidir. Ki "iki" de ancak, iki tane bir bulunduğunda meydana gelir. O halde bu demektir ki, çift, tek'e muhtaçtır. Tek ise, çift olmaktan müstağni olan, "birlik, bir" demektir. Halbuki, müstağni olan, muhtaç olandan daha üstündür. 2) Çift, eşit olarak, ikiye bölünebilir. Tek ise, bölünmeyen demektir. Bölünmeyi kabul etmek, (bolünebilmek), bir etkilenmedir, teessürdür. Halbuki, bölünmeyi kabul etmemek, kuvvettir, çetin oluştur ve karşı koymadır. Dolayısıyla tek, çiftten daha üstündür. 3) Tek olan sayının mutlaka, iki kısmından birisi çift, diğeri ise, tekdir. O halde, bu demektir ki tek sayıda, aynı hem çift, hem de tek vardır. Halbuki, çift olan sayıda, iki kısımdan her biri, mutlaka çifttir. (İki değişik kısmı) ihtiva eden ise, böyle olmayandan daha üstündür. 4) Çift olma, iki kısmından her birinin, diğerine, zât, sıfat ve mikdar bakımından denk olması demektir. Bütün mükemmellikler bunun için bulunmakta olup, aynısı, başkası için de söz konusu olunca, bu mutlak anlamda mükemmellik olmuş olmaz. Ama, tek olana gelince, tek oluş sadece ona ait olup, ondan başkasında ve benzerinde söz konusu değildir. O halde bu demektir ki, bu anlamdaki mükemmellik, başkasına değil, sadece ona aittir. Dolayısıyla da, tek oluş, daha üstün olmuş olur. 5) Çift sayıda, mutlaka iki kısımdan her biri, diğerine, bazı bakımlardan denk, bazı bakımlardan ise ayrıdır. Sayesinde denkliğin, ortaklığın meydana geldiği şey, sayesinde farklılık ve başkalığın meydana geldiği şeyden başkadır. O halde, bu demektir ki, her çift, zâtları gereği, mümkinü'l-vücutturlar (var olmaları başkasına bağlıdır). Her mümkin varlık ise, muhtaçtır. Böylece, çift olmanın, muhtaç oluşun kaynağı olduğu sabit olmuş olur. Tek oluş ise, müstağni ve müstakil olmanın kaynağıdır. Çünkü çift sayı, bu teklerden her birine muhtaçtır. Ama, bu tek sayılardan her birisi, çift sayılardan müstağnidir. Böylece, çift sayıların, mümkin, muhdes ve mahlûk oldukları, tek'in ise, kendi başına, müstakil olarak kaim olabilen, kendisi dışındaki her şeyden müstağni olduğu ortaya çıkar. İşte bundan dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak, "Bütün (mahlûkları), sınıf sınıf yaratmış.." buyurmuştur. Sekizinci Sıfat: Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizin için gemilerden, hayvanlardan bineceğiniz şeyleri halketmiştir.." ayetinin beyan ettiği husustur. Çünkü yolculuk, ya deniz ya da kara yolculuğu şeklinde olur. Deniz yolculuğunda taşıyan, gemidir, kara yolculuğunda taşıyan ise, hayvanlardır. Burada, şöyle iki soru sorutabilir: Zamirin Müzekker Yerine Müennes Olması Birinci Soru: Cenâb-ı Hak ayetteki, yerine, niçin dememiştir? Alimler buna birkaç bakımdan cevap vermişlerdir: a) Ebû Ubeyde, "Ayetteki zamirin müzekker getirilişi, Cenâb-ı Hakk'ın, U lafzından dolayı olup, ifadenin takdiri, şeklindedir" demiştir. b) Ferrâ şöyle der: "Cenâb-ı Hak, buradaki (......) kelimesini, tıpkı ceyş, cünd kelimeleri gibi, kendisinde, çoğulluk anlamı bulunan müfred'e muzaf kılmıştır. İşte bundan dolayı zamir, müzekker kılınmış; "zuhur" kelimesi de çoğul getirilmiştir. c) Buradaki müenneslik, hakiki müenneslik değildir. İşte bundan dolayı buradaki lafız, farklı olabilmiştir. Ki bu tıpkı, "Benim yanımda, sana muvafakat eden kadınlar vardır" denilmesi gibidir. İkinci Soru: Arapça'da, "hayvanlara bindiler" ve "gemilere bindiler" denilir. Halbuki, ayette Cenâb-ı Hak, her iki cinsi de zikretmiştir. O halde daha nasıl, sadece buyurmuştur? Cevap: Kuvvetinden dolayı, vasıtasız, yani harf-i cersiz müteaddi olan taraf, vasıta ile (harf-i cer ile) müteaddi olan tarafa üstün tutulmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak sonra üzerlerine yerleşince, Rabbinizin nimetini iyice düşünesiniz... diye.." buyurmuştur. Allah'ın nimetlerini anmak demek, o kimselerin o nimetleri kalblerinden çıkarmamaları demek olup, bu zikir, anış, kişinin, Allahü teâlâ'nın denizin sathını, rüzgârları ve geminin kütlesini, insanın, o gemiyi istediği ve dilediği tarafa evirip çevirebileceği bir biçimde yaratmış olduğunu bilmesi demektir. Binâenaleyh, insanlar, denizin, rüzgârların ve geminin, insanın istediği tarafa evirip çevireceği bir biçimde yaratılmasının, insanın tedbirinden değil, tam aksine Hakîm, Alîm ve Kadir olan Allah'ın yönetimi ile olduğunu bildiğinde, bunun Allah'tan kaynaklanan yüce bir nimet olduğunu anlar da, işte bu durum, insanı, Allah'a boyun eğmeye, O'na itaata ve O'nun sonsuz nimetlerine şükretmeye sevkeder. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Bunları, bize râm eden Allah'ın şânı ne yücedir, münezzehtir! Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.." diyesiniz.." buyurmuştur. Bil ki, Cenâb-ı Hak, gemiye binmek için, muayyen, belli bir zikir tayin etmiştir ki, bu, "Onun akması da, durması da Allah'ın adıyladır"(Hûd, 31) ifadesidir. Hayvanlara binmek için de, bir başka zikir belirlemiştir ki, bu da, "Bunları bize musahhar, hizmetçi eden Allah'ın şânı ne yücedir, münezzehtir!" ifadesidir. Evlere, konak yerlerine girerken de, bir başka ifadeyi belirlemiştir ki, bu da, Cenâb-ı Hakk'ın "Rabbim, beni bereketli bir menzile kondur.. Sen konaklatanların en hayırlısısın..." (Mü'min, 29) ifâdesidir. Bu husustaki sözün özü şudur: İnsanın üzerine bindiği o hayvan, mutlaka ve mutlaka, insandan çok çok kuvvetlidir. Üstelik, kendisinin insana boyun eğmeye sevkeden bir aklı da yoktur. Ancak ne var ki, Cenâb-ı Hak, o hayvandan böylesi bir yararlanmanın olabilmesi için, hem dış yaratılışı, hem de iç yaratılışı açısından o hayvanı, hususî birtakım özelliklerle donanmış olarak yaratmıştır. Onun dış yaratılışına gelince, o, dört ayağı üzerinde yürür. Böylece de onun dışı, insanın üzerinde durmasının çok güzel ve uygun olan bir yer gibi olur. İç yaratılmasına gelince, o hayvan, onca kuvvetine rağmen, Allahü teâlâ onu, insanın emrine amade kılıp inkiyad eder bir biçimde yaratmıştır. İnsan işte bu enteresanlıklar hususunda iyice düşünüp, aklıyla, bu sırlar denizine dalınca, işte bu sonsuz ve ezici kudret ve hikmetinden ötürü duyduğu hayret büyür de, işte o zaman mutlaka, "Bunları bize râm eden Allah'ın şânı ne yücedir, münezzehtir! Yoksa, biz bunlara güç yetiremezdik.." der. Ebû Ubeyde, "O, onu hakimiyeti altına almıştır" anlamında, Arapça'da ifadesinin kullanıldığını söylerken, Vahidî, bu ifadenin iştikakının, Arapların deyimlerinden olduğunu söyler. Yine, "Güç kuvvet bakımından onun dengiyim" anlamında, deyimi kullanılır. Buna göre, ayetin anlamı, "Biz insanlarda, bu hayvanı ve bu gemiyi, zapt ve rabt altına alabilecek kudret ve kuvvet yoktur. Binâenaleyh, ilmi, hikmeti ve mükemmel kudretiyle bunları bizim emrimize amade kılan Allah'ı takdis ederiz.." şeklindedir. Keşşaf sahibi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ayaklarını özengiye koyduğunda, "Bismillah" dediğini, hayvanın üzerine dimdik oturduğunda da, "el-Hamdu lillâhi alâ külli hâlin; sübhâneliezî sehhara lenâ hazâ... Ve mâ künnâ lehû mukrinîn ve Innâ İlâ Rabbinâ le munkalfbûn.." dediğini rivayet etmiştir. Kadî, tefsirinde, Ebû Muhled'den, Hazret-i Hasan İbn Ali (radıyallahü anh)'nin, şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hazret-i Hasan, hayvana binip de, "Sübhânellezî sehhara lenâ hazâ..." diyen birisini gördü, bunun üzerine ona, "Bununla emrolunmadın, sen "el-Hamdülillâhi'llezî hedânâ li'l-İslâmi, el-Hamdülillahi'llezî menne aleynâ bi Muhammedin (sallallahü aleyhi ve sellem), ve'l-hamdu lillahillezî cealena min hayri ümmetin uhricet linnâsi.." demek, daha sonra da, "Sübhâneliezî sehhara lenâ hazâ.." söylemekle emrolundun..." dedi. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şu rivayet edilmiştir: O yolculuğa çıkmak isteyip de, binitine bindiğinde, üç defa tekbir alır, sonra "Sübhânellezî sehhara lenâ hazâ..." der, daha sonra da, "Allah'ım, bu yolculuğumda senden, iyiliği, takvayı ve razı olacağın amelleri yapmaya beni muvaffak kılmanı istiyorum! Allah'ım, bu yolculuğu bize kolaylaştır; yerin uzaklığını bize yakınlaştır! Allah'ım, bu yolculuğumda sen yoldaşım ve ehlime bıraktığım halifemsin. Allah'ım, yolculuğumuzda bize yoldaş ol ve ehlimiz hususunda da bize halef ol!" derdi. Evine döndüğünde de, "Bizler, Rabbimize, tevbe ediciler, dönücüler ve hamdedicileriz.." derdi. Keşşaf sahibi şöyle der: "Bu ayet, şu bakımlardan, Cebriyye (ehl-i sünnet)nin görüşünün aksine delâlet eder: 1) Allahü teâlâ,,buyurmuş, bu ifadenin başına, "için" anlamına gelen lâm'ı getirmiştir ki, bu Allahü teâlâ'nın, bizden, bu fiili yapmamızı istediğine delâlet eder. Ki bu da, Cebriyye (ehl-i sünnet)'nin, Allahü teâlâ, insanlardan küfrü de, inkârı da ısrarı da,murad etmiştir" şeklindeki görüşlerinin bâtıl olduğuna delâlet eder. 2) (......) ifadesi, Allahü teâlâ'nın, fiillerinin, birtakım maksat ve gayelere bağlı olduğuna delâlet eder. 3) Allahü teâlâ'nın bu hayvanları bu vasıflarda yaratmasının sebebi, sırf kullarından şükür sâdır olması içindir. Binâenaleyh, şayet kulun fiilini Allahü teâlâ yaratmış olsaydı, o zaman ayetin manası, "Ben bu hayvanları, kulumun lisânında, dilinde. "Sübhanellezî sahhara lenâ..." ifadelerini yaratmam için halkettim.." şeklinde olurdu. Halbuki bu, bâtıldır. Çünkü Allahü teâlâ, bu vasıtalar olmadan da bu lafızlar kulunun dilinde yaratmaya kadirdir. Bil ki, bu izahlara karşı verilecek cevap malumdur, bunları tekrar etmenin bir anlamı yoktur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz mutlaka neticede Rabbimize dönüp gidicileriz..." (diyesiniz)" buyurmuştur. Bil ki bu sözün, daha öncekilerle ilgisi şudur: Gemiye binmek tehlikelidir. Bazan gemi parçalanıp yolcuları helak olabilir. Hayvana binmek de böyledir. Çünkü hayvan için de, binicisinin helakine sebep olacak umulmadık şeyler olabilir. Durum böyle olunca da, gemiye binmek de, hayvana binmek de insanın kendini tehlikeye atmasını gerektirir. Binâenaleyh binenin, ölümü hatırlaması ve şüphesiz (bir gün) yok olacağını, Allah'a döneceğini ve Allah'ın kaza ve kaderinden bir kurtuluşun olmadığını hatırlaması gerekir. Öyle ki bu sakıncalar onun başına tesadüfen gelecek olsa, ölüme hazırlanmış ve ölümü gönlüne yerleştirmiş olur. |
﴾ 14 ﴿