11"Yalana, günaha dadanan herkesin vay haline! Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken, işitir ama sonra büyüklük taslayarak, bunları hiç işitmemiş gibi (küfründe) ısrar eder. İşte onu çok elem verici bir azab ile müjdele! O, - ayetlerimizden bir şeye muttali olduğu zaman, bunu eğlence edinir. İşte onlar böyledir. Onlar için zillet verici bir azab vardır. Önlerinde cehennem, onların ne kazandıkları şeyler, ne de Allah'ı bırakıp dost edindikleri şeyler, onlardan hiçbirşeyi uzaklaştıramaz. Onların hakkı büyük bir azabtır. Bu Kur'ân bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için, elem verici bir azab çeşidinden bir azab vardır" Effakü Esîm Bil ki Allahü teâlâ, kâfirlere, ayetlerini beyân edip, onca açıklığına rağmen bu ayetlere iman etmedikleri için, artık daha hangi söze inanacaklarını sorunca, bunun peşisıra onlara büyük bir tehdidde bulunarak, "Yalana, günaha dadanan herkesin vay haline..." demiştir. "Effâk", yalancı demek olup, "esîm" de, günahlara dadanan, çok çok işleyen demektir. Bil ki "esîm" (günahkâr) için şöyle iki durumu vardır: Birinci Durum: İnkârında ve büyüklük taslayışında ısrar etmesi... İşte bu durumu ifade için Cenab-ı Hak, "Kendine Allah'ın ayetleri okunurken, işitir ama, sonra kendi fikirlerini ve aklını beğenerek, Allah'ın ayetlerine iman etme hususunda büyüklük taslar ve küfründe ısrarla devam eder" buyurmuştur. Bu ayetin Nadr b. Haris hakkında nazil olduğu ve onun, acemlerin (İranlıların) efsanelerini ve masallarını satın alıp, böylece onları anlatarak, insanları Kur'ân'ı dinlemekten alıkoymaya uğraşması hakkında nazil olduğu ileri sürülmüştür. Halbuki ayet, bu sıfatları taşıyan herkes hakkında geneldir. Buna göre birileri, "Ayetteki, Sonra büyüklük taslayarak ... ısrar eder" ifadesindeki "sonra" (sümme) kelimesinin manası nedir?" derlerse, biz deriz ki: Bunun bir benzeri de, "Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a aittir. Sonra (bir de) kâfirler kalkmışlar Rablerine şirk koşuyorlar" (En'âm, 1) ayetindeki "sonra" kelimesidir. Bu "sonra" şu manaya gelir: "Allah göklerin ve yerin yarattcısı olunca, bu putları O'na, ibadet hususunda eş tutmak, akıldan uzak ve mantıksız bir iş olur." Burada da, Allah'ın ayetlerini bunca kuvvetine ve açıklığına rağmen, dinledikten sonra, inkâr ve yüzçevirme ile karşılık vermek aynı şekilde uzak ve mantıksız bir iştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bunları hiç işitmemiş gibi..." buyurmuştur. Bunun aslı, şeklindedir. Buradaki "hû" zamiri, zamir-i sân olup, cümle "hal" olarak mahallen mansubtur. Buna göre mana, "O, sanki bu ayetleri duymamış gibi olur" şeklindedir. Kâfirin Ayetlerle Alay Etmesi İkinci Durum: Günahkârların, ısrar ve kibirlenme merhalesinden, istihza (alay) haline geçmesidir. Cenâb-ı Allah bunu ifade için de, "O, ayetlerimizden bir şeye muttalî olduğu zaman, bunu eğlence edinir" buyurmuştur. Aslında ilgili sözün, "O bunu alay edinir" manasında, şeklinde olması gerekirdi, ama Cenâb-ı Hak, bu günahkârın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirilen ayetlerden hangi sözü duysa, bu vesileyle bütün ayetlerle istihzaya dalıp, sadece birisiyle alay etmekle yetinmediğini bildirmek için, çoğulu gösteren müenness zâmiriyle buyurmuştur. Cenâb-ı Allah daha sonra, "Onlar için zillet verici bir azab vardır" buyurmuştur. Buradaki, (Onlar) kelimesi, bütün böyle yalancı ve günahkârların içine aldığı için, ayetteki, "Yalana, günaha dadanan herkes" ifadesine işarettir. Cenâb-ı Allah daha sonra bu zillet verici azabın nasıl olduğunu anlatmak üzere "Arkalarında cehennem..." buyurmuştur. Bu, "Onların önünde cehennem var" demektir. Keşşaf sahibi şöyle der: "Verâ", ön veya arkadan, insanı perdeleyen şeye denir." Daha sonra, onların dünyada sahip oldukları şeyin kendilerine fayda vermeyeceğini beyan ederek, "Onların ne kazandıklan şeyler, onlardan birşeyi defedebilir" buyurmuştur. Daha sonra putlarının da onlara fayda vermeyeceğini bildirmek üzere: "Ne de Allah'ı bırakıp dost edindikleri şeyler, onlardan birşeyi defedebilir" "Onların hakkı büyük bir azabtır" buyurmuştur. Eğer, "Bu ayetten önce, "Onlar için, zillet verici bir azab vardır" denilmiştir. Öyleyse, daha sonra yeniden, "Onların hakkı büyük bir azabtır" denilmesinin hikmeti nedir? denilirse, biz deriz ki: Azabın muhîn olması, ihanetin (hor ve hakir kılmanın, zillet vermenin) bu azab ile olduğuna; büyük olması da, zarar vermesi bakımından en son noktaya vardığına delâlet eder. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Bu (Kur'ân) bir hidayettir" yani "Hidayete erdirmede en ileri derecededir." "Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için, elem verici bir azab çeşidinden bir azab vardır" buyurmuştur. "Ricz", azabın en şiddetlisi demek olup, delili, "Zalimlerin üzerine gökten bir ricz indirdik" (Bakara, 59) ayeti ile, "Eğer bizden bir riczi giderirsen... (dediler)"(A'raf, 133) ayetidir. "Elîm" kelimesi, hem cer ile (kesreli) hem de ref ile (Ötüreli) okunmuştur. Cer ile okunuşu, takdirinden dolayıdır; onların azabları, elîm azab cinsinden olunca, azabları "elîm" olmuş olur. Ref ile okunuşa göre mana, "Onlar için bir azab-ı elîm vardır" şeklinde olur ve "ricz"den murad da, "pislik" manasındaki "ricz" olur. Bu azabın pis oluşu, "Onlara irinli su içirilir"(ibrahim. 16) ayetinden anlaşılmaktadır. Buna göre sanki mana "Onlar için, pisliği yudumlama, yahut içme azab ve işkencesi vardır" şeklinde olur ve deki "min" edatı, azabı açıklayan min-i beyâniyye olur. Âhiret  | 
	
﴾ 11 ﴿