15"Allah, emri ile, İçinde gemilerin akıp gitmesi için, fazlından nasib arayasınız diye, denizi sizin emrinize âmâde kıldı. Umulur ki şükredersiniz. Göklerde ne var, yerde ne varsa, O, hepsini kendi tarafından olarak size âmâde kıldı. Şüphe yok ki bunda, tefekkür eden kimseler için ayetler vardır. İman edenlere, Allah'ın günlerini (ahireti) ümit etmeyenleri bağışlamalarını söyle. Çünkü Allah, bir kavme, kazandıklarına göre karşılık verir. Kim Salih amel işlerse, bu kendi lehine, kim de kötülük ederse, bu da aleyhinedir. Nihayet, hepiniz ancak Rabbinize döndürüleceksiniz". Bil ki Allahü teâlâ, gemilerin suyun üstünde hareket edişlerini delil getirmiştir: Bu hareket ancak şu üç şeyin, emre âmâde kılınması sayesinde gerçekleşir: a) İstenilene uygun olarak hareket eden rüzgârlar, b) Suyun yüzünün, gemilerin hareket edebileceği düzlükte yaratılmış olması, c) Ağacın suyun üstüne çıkan ve batmayan bir şekilde yaratılması... Bu üç şey, hiçbir insanın gücü dahilinde değildir. Binâenaleyh bunlara kadir olan bir mucidin bulunması gerekir ki, bu da Allah Sübhânehû ve Teâlâ'dır. Ayetteki, "Fazlından nasib arayasınız diye..." ifadesi, "Üzerinde ticaret yapmak, yahut inci-mercan çıkarmak için denize dalmanız, yahut ondan taptaze (balık) etleri elde etmeniz sayesinde..." demektir. Herşeyi Katından İndirmesi Hak teâlâ daha sonra, "Göklerde ne var, yerde ne varsa. O, hepsini kendinden size bir rahmet olarak âmâde kıldı" buyurmuştur. Bu, "Eğer Allah, göklerin ve yerin kütlelerini şimdi bulundukları yerde ve bu yörüngelerinde durdurmasaydı (yaratmamış olsaydı), bahsedilen bu faydalar sağlanamazdı. Çünkü yeryüzünün, devamlı düşen, yahut yükselen bir nesne olması durumunda, o faydalar tahakkuk etmezdi. Yerin, altın, gümüş veya demirden olması durumunda da yine bahsedilen istifâde elde edilemez. Bütün bu hususları daha önce beyân etmiştik. İmdi eğer, "Ayetteki (......) kelimesinin cümle içindeki yeri nedir?" denilirse, bizleriz ki: Bu "hâl" mevkiinde olup, mana, "Allah, bütün bu şeyleri katından olarak, emre âmâde kılmıştır, yani, bunları kudret ve hikmetiyle varedip, mahlûkatının emrine âmâde kılan Allahü teâlâ'dır" şeklindedir. Keşşaf sahibi şöyle der: "Seleme b. Muhârfb, bu ifadeyi, ya mecazî olarak, Sahhare fiilinin faili olarak, yahut mahzuf bir mübtedanın haberi olarak, (Allah'ın lütfu ve ihsanı) şeklinde okumuştur ki, bunun, mahzuf mübtedânın haberi olması durumunda takdiri, veya (Bu, veya O, Allah'ın lütfudur)" şeklinde olur. Bil ki Allahü teâlâ kullarına, tevhidinin, kudretinin ve hikmetinin delillerini bildirince, bunun peşinden "îman edenlere, Allah'ın günlerini ümid etmeyenleri bağışlamalarını söyle" buyurarak, üstün ahlâkı ve güzel fiilleri öğretmeye başlamıştır. "Allah'ın günlerini ümid etmeyenler" ifadesiyle, kâfirler kastedilmiştir. Âlimler bu ayetin sebeb-i nüzulü hususunda ihtilaf etmişlerdir: Ibn Abbas (radıyallahü anh), ayetin manasının, "İman edenlere, yani Ömer'e söyle, Allah'ın günlerini ümid etmeyenleri, yani Abdullah b. Übey'i bağışlasın" şeklinde olduğunu söylemiştir. Bu böyledir, çünkü onlar, Benî Mustalik savaşında, Müreysî adındaki bir kuyunun yanında konakladılar. Derken Abdullah b. Übey, su getirmesi için kölesini gönderdi, fakat kölesi geç kaldı. Kölesi yanına gelince de ona, "Seni geciktiren nedir?" dedi. Kölede, "Ömer'in kölesi, kuyunun kenarına oturdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Ebû Bekr'in ve kölesinin kırbalarını dolduruncaya kadar, kimseye sıra vermedi" dedi. Bunun üzerine Abdullah bizim ve bu adamların misali, tıpkı, "Besle köpeğini yesin seni" denilmesine benzer" dedi. Bu söz, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'e ulaşınca, Abdullah'a gitmek için kılıcını taktı. Bunun üzerine Allahü teâlâ, bu ayeti indirdi. Mukâtil de şöyle demiştir: Kureyş kâfirlerinden biri, Mekke'de Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'e sövdü. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) onun yakasına yapışmaya koştu. Bunun üzerine Allahü teâlâ, bu ayeti indirerek ona, affetmesini emretti. Meymun b. Mihran da şunu rivayet etmiştir: Yahudi Finhans, Hak teâlâ'nın, "Kim Allah'a güzel bir borç verirse..." (Bakara, 235) ayeti nazil olunca, "Muhammed'in Rabbi, muhtaç duruma düşmüş" dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bunu duyunca, kılıcını kuşandı ve onu aramaya çıktı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ömer'i bulup, geri çevirmesi için adam gönderdi. Çünkü bu ayet inmişti. İbn Abbas (radıyallahü anh) "Allah'ın günlerini ümid etmeyenler" ifadesine, "Allah'ın mükâfaatlarını ummayan, ikâbından korkmayan ve geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden çekinmeyenler" manasını vermiştir. Biz, "Allah'ın günleri"nm ne demek olduğunu, (ibrahim, 5) ayetinin tefsirinde anlatmıştık. Müfessirlerin çoğu bu ayetin mensuh olduğunu ileri sürerek: "Çünkü bu bağışlamaya kâfirlerin öldürülmemesi de girer. Binâenaleyh Allah kâfirlerle savaşı emredince, bu mensuh olmuştur" demişlerdir. Doğruya en yakın olan şöyle demektir: "Bu ifade, önemsiz konularda ve hususlarda, onlarla çekişmemeye; onlardan kaynaklanan eziyet verici sözlere ve işlere aldırmama manasına hamledilir." Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Ta ki Allah birtakım kimselere, kazandıklarına göre karşılık versin" buyurmuştur ki, bu "Allah, bu mağfiret sebebiyle, hayır işleyen bir ümmete mükâfaat versin diye..." demektir. Eğer "Kendisiyle, "iman edenlere söyle" ifadesinde bahsi geçen mü'minler kastedildiği halde, "bir kavm" ifadesinin, böyle nekire getirilmesinin hikmeti nedir?" denilirse, biz deriz ki: Bu nekirelik, o kavmin şanlarının yüceliğine delâlet eder. Buna göre sanki, "Bir kavme, yani işleri, kötülükleri bağışlamak, eziyetlere aldırmamak ve vahşete katlanmak ve kötülüklere göğüs germek olan o kavme mükâfaat versin diye..." denilmiştir. Bazı kimseler de ayetin manasının şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Allah'ın, o, kâfirlerin işledikleri günahlara karşılık (ceza) vermesi için, mü'minlere söyle, kâfirlere aldırmasınlar." Buna göre sanki mü'minlere, "O kâfirlere sizler karşılık vermeyin, Biz veririz" denilmektedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak genel hükmünü bildirmek üzere: "Kim sâlih amel işlerse, bu kendi lehinedir" buyurmuştur. Bu ayet, Allah'ın o bağışlayanlara işaret ettiğini bildirdiği ifadedir. Kim de kötülük ederse, bu da aleyhinedir", bu ifade de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ve mü'minlere eziyete ve helâl olmayan şeyleri yapmaya yeltenen o kâfirlere bir işarettir. Böylece Allahü teâlâ, amel-i salihin, büyük bir fayda ile kendisini yapana; kötü amelin de bir zararla kendisini yapana yönelik olduğunu beyân buyurmuş ve kendisine yönelik bir faydadan ötürü değil de, sırf kuldan ötürü, amel-i salihi emretmiş, kötü ameli de yasaklamıştır ki bu, Cenâb-ı Hak tarafından, amel-i salihe bir teşvik ve kötü amelden bir men ediştir. |
﴾ 15 ﴿