37

"(Ey kâfirler size), "Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. O Kıyametin geleceğinde asla şüphe yoktur" denildiği zaman, siz, "O Kıyamet de ne imiş, bilmiyoruz, o hususta ancak bir zan sahibiyiz. Biz kesin olarak inanan ve yakînen bilenler değiliz" dediniz. Onların yaptıkları amellerin kötülükleri kendilerine âid olduğu, onlarca da anlaşılmıştır, istihza edip durdukları şey, onları çepeçevre kuşatmıştır. Şöyle denilir: "Bu gününüze kavuşmayı nasıl unutmuş iseniz, bugün Biz de sizi öyle azabta unutacağız, (bırakacağız). Sizin yeriniz, cehennemdir. Sizi kurtaracak hiçbir yardımcınız da yoktur. Bunun sebebi şudur: Çünkü siz, Allah'ın ayetlerini bir eğlence edindiniz. Sizi dünya hayatı aldattı, işte bugün onlar, artık buradan çıkarılmayacaklar, onların tarziyeleri de kabul edilmeyecektir. Demek ki bütün hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Göklerde ve yerde kibriyâ (büyüklük) O'na mahsustur. O, azız ve hakimdir".

Bu ayetlerle ilgili bir kaç mesele vardır:

Birinci Mesele

"es-Saat" kelimesi, merfu (ötüreli) olarak da, mansub (fethalı) olarak da okunmuştur. Zeccâc şöyle der: "Bu kelimeyi mansûb okuyan kıraat "va'dallah" üzerine atfederek böyle okumuştur. Merfû kıraat ise, kelimenin "Denildi ki Kıyamet (...)" takdirinde oluşuna göredir. Ahfeş, (......) edatının haberinden sonra, ismine ma'tûf bir ifade geldiğinde, bunu merfû okumak manaca daha güzel ve Arap dilinde daha yaygın olduğunu; çünkü bunun, birinci cümle tamamlandıktan sonra, gelen yeni bir cümle (söz) olduğunu söylemiştir.

Kâfir Çeşitleri

Allahü teâlâ, kâfirlere, "Allah'ın mükâfaat ve ceza sözü haktır. Kıyamet ise, hiç şüphesiz gelecektir" denildiğinde, onların, "O Kıyamet de ne imiş, bilmiyoruz. (O hususta) ancak yakînen bilenler değiliz" dediklerini nakletmiştir. Ben derim, bana öyle geliyor ki, o kâfirler bu meselede iki grupturlar: Bir kısmı, öldükten sonra dirilişin ve Kıyametin olmayacağını kesinkes savunurlar. Bunları, Allahü teâlâ'nın, daha önceki ayetlerde, "Dediler ki: "Bu (hayat), dünya hayatımızdan başka (bir şey) değildir" (Câsiye, 23) beyanıyla anlattığı kimselerdir. Bir kısmı da, bu hususta şüpheli ve şaşkın olan (kesin bir fikri olmayan) kimselerdir. Çünkü onlar, hem Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den duydukları şeylerin çokluğu, hem de dirilişin doğruluğu hususundaki delillerin çokluğu sebebiyle bu hususta şüphe edenlerdir. İşte bunlar Cenâb-ı Allah'ın bu ayette anlattığı kimselerdir.

Bu izahın delili şudur: Allahü teâlâ, önce diriliş ve Kıyametin yok olduğuna kesin olarak inanan kâfirlerin; daha sonra da bu kâfirlerin görüşlerini anlatmıştır. Binâenaleyh bu kâfirlerin, o kâfirlerden başka olması gerekir.

Daha sonra Cenâb-ı Allah "Ahirette, dünyada iken güzel sayıp yaptıkları amellerin kötü olduğu taraflarından anlaşılacak ve bu, onlar için ilk hüsran olacak.'Ve istihza edegeldikleri o şey onların başına gelecek, onları çepeçevre saracak" buyurmuştur. İşte bu, bu grup kâfirlerin, "(O hususta) ancak bir zan sahibiyiz" sözünü, alay ederek, söylediklerine bir delil gibidir. Böyle olması halinde de bu grup, birincilerden daha şerli ve kötüdür. Çünkü birinciler, inkâr ediyorlar ama istihza etmiyorlardı. Ama bunlar, inkârlarına bir de istihza eklemişlerdir.

Ahireti Unutanların Unutulması

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şöyle denilir: "Bu gününüze kavuşmayı nasıl unutmuş iseniz, bugün biz de sizi öyle azabta unutacağız (bırakacağız)" buyurmuştur. Bu ifadede geçen, "unutma"nın ne demek olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:

1) Bu, "Tıpkı âhiret için bir azık demek olan taat ve ibadetleri terketmeniz gibi, biz de sizi azab içinde terkediyoruz" demektir.

2) Bu, "Tıpkı bu gün ile karşılaşacağınıza aldırmayıp, ona hiç önem vermeyip, aksine bunu, ismi-sanı anılmaz bir şey haline getirmeniz gibi, biz de sizi, anılmaya değmez, aldırılmayan, unutulmuş bir şey gibi kabul ediyoruz" demektir. Böylece Allahü teâlâ, onlar için şu üç şiddetli azabın olacağını bildirmiştir:

a) Allah'ın rahmetinin onlardan tamamen kesilmesi,

b) Varacakları yerin cehennem olması,

c) Onlar için, hiçbir yardımcı ve avânelerinden hiçbir ücret (fidye) tahakkuk etmemesi...

Daha sonra Cenâb-ı Hak, onlara şöyle denildiğini beyan buyurmuştur: "Siz şu üç çeşit kötü ameli işlediğiniz için, bu üç tür şiddetli azaba müstehak oldunuz. Yaptığınız kötü amelleri:

a) Hak dini inkârda ısrar etmeniz,

b) O dinle alay etmeniz ki bu iki husus, "Bunun sebebi şudur: "Çünkü siz Allah'ın ayetlerini bir eğlence edindiniz" ifadesiyle anlatılmıştır.

c) Ahiretten tamamen yüz çevirip, dünya sevgisine gark olmanız ki, bu da, "Sizi dünya hayatı aldattı" ifadesi ile anlatılmıştır."

Cenâb-ı Allah daha sonra, 'İşte bugün onlar, artık buradan çıkarılmayacaklar" buyurmuştur. Hamza ve Kisâî, fitli yâ'nın fethasıyla (......) şeklinde okurlarken, diğer kıraat imamları zamme ile (......) şeklinde okurlar.

Rabbülâlemin'e Hamd

Cenâb-ı Hak, "Artık onlardan, Rablehni razı etmeleri de istenmez" buyurmuştur. Bu manevî ve kıymetli konularla ilgili söz tamamlanınca, Cenâb-ı Hak bu sûreyi kendisine hamd emriyle sona erdirmiş ve "Demek ki bütün hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a âiddir" buyurmuştur. Göklerin, yerin, hatta bundan öteye âlemdeki bütün madde, ruh, zat ve sıfatın yaratıcısı olan zata hamdediniz. Çünkü rubûbiyyet (yani bunların yaratıcısı ve sahibi) olmak, yaratılan, sahip olunan ve eğitilen her varlığın, hamd-ü senasını gerektirir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "göklerde ve yerde kibriya (büyüklük-yücelik) O'na mahsustur" buyurmuştur. Bu ifade, şu iki hususu ihsas ettirmektedir:

a) Tekbirin mutlaka hamdden sonra olması gerektiğini. Bu, hamdedenlerin hamdde bulundukları zaman yaptıkları hamdin O'nun kendilerine olan ihsanına layık olmaktan çok üstün ve yüce olduğunu, hatta O'nun, hamdedenlerin hamdinden daha büyük ve nimetleri de, şükredenlerin şükründen daha büyük olduğunu bilmeleri gerektiğine bir işarettir.

b) Bu Kibriya, başkasına değil, sadece O'na aittir. Çünkü zatı gereği var olan sadece O'dur.

Cenâb-ı Allah sonrada, "O, azîz ve,hakimdir"yani, "Kudreti mükemmel olduğu için, istediği herşeyi yaratmaya kadir ve hikmeti mükemmel olduğu için de, mahlûkatının her bir çeşidine, hikmetini, rahmetini, fazlını ve keremini verendir" buyurmuştur. Bu, hasr (sadece) manası ifade eder, binâenaleyh, "Kudret, hikmet ve rahmette zirvede olan, sadece O'dur" manasına gelir. Bu da, yaratan ilahın sadece O, yine ihsanda ve lütufta bulunanın sadece O olduğunu gösterir.

Allah kendisinden razı olsun, üstadımız der ki Bu sûrenin tefsiri, 603 yılının zilhicce ayının onbeşinci günü olan Cum'a günü namazdan sonra tamamlanmıştır. Hamd, şânının yüceliğine, burhanlarının galebesine ve ihsanının büyüklüğüne yakışır şekilde, devamlı, güzel, mübarek ve ebedî olarak Allah'a aittir. Salat'u selâm da, göklerin zirvesinde yaşayan tertemiz ruhlar ve yeryüzünün nişanları olan meleklere, peygamberlere, velilere, mü'minlere ve özellikle Efendimiz Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, âline, ashabına olsun.

37 ﴿