12"Şüphesiz ki Allah, iman edip de sâlih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kâfirlere gelince, onlar, dünyada sadece zevk-u safa sürer ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de, ateştir" Cenâb-ı Hak, mü'minlerin ve kâfirlerin dünyadaki hallerinden bahsedince, âhiretteki durumlarını da anlatmış ve mü'mini cennetine, kâfiri ise cehennemine sokacağını bildirmiştir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Allahü teâlâ, cenneti anlatırken, çoğu kez "ırmaklar zikretmekle yetinmiştir. Çünkü ırmağın bulunduğu yerde ağaçlar; ağaçların bulunduğu yerde de meyveler olur. Bir de su, âlemin hayat sebebidir. Ateş ise, hayatı yok etme vasıtasıdır. Mü'min için su vardır. Mü'min onu seyreder ve ondan istifade eder. Kâfir içinh ise ateş vardır. O, oraya yuvarlanır ve ondan zarar görür. Ayetteki harf-i cerrinin, zâid olduğunu ve takdirin şeklinde olduğunu; yahut da bu ifadeyle, cennetin sularının, yine cennetten kaynayıp, başka yerden gelmediğinin kastedilmiş olduğunu defalarca anlattık. Çünkü bu ikinci manada, "Bu ırmakların kaynağı nereden?" sorusuna cevaben, "Falanca dağdan denilir. Allahü teâlâ, "Kâfirlere gelince, onlar, dünyada sadece zevk-u safa sürerler" buyurmuş ve mü'minler de dünyadan ve zevklerinden yararlandıkları halde, sadece kâfirlerden bahsetmiştir (niçin)? Deriz ki: Büyük bir mülkü (zenginliği) olan birisinin, bunun yanısıra ufak-tefek (önemsiz) birşeyi bulunsa, bu kimse, o büyük zenginliği ile yâdedilir ve o büyük mülkü için, "Bu, falanca, mülkün sahibidir" ifadesi kullanılır. Ufacık birşeye sahip olan kimse de, ancak onunla yâd edilir. Mü'minin, 'cennet mülkü" vardır. Binâenaleyh dünya metaına, mü'min hakkında, iltifat edilemez. Kâfirin ise, sadece dünyası vardır... Bu konuda diğer bir izah da şöyledir: Dünya, nasıl olursa olsun, mü'min için bir hapishanedir. Binâenaleyh hapishanede yiyip içen kimse için, "o, zevk-u safa içindedir" denilmez. İmdi, eğer, "Dünya, içinde onca leziz şeyler bulunmasına rağmen, nasıl bir hapishane sayılabilir?" denilirse, biz deriz ki: Ahirette mü'min için hazırlanmış çok güzel şeyler ve şerefli-şahsiyetli dostlar vardır. Ahiretin ve ahirette mü'minlerin durumunun, dünyaya ve dünyada bulunanlara nisbetle mukayesesi, şöyle bir benzetmeyle ortaya çıkabilir: Bir kimsenin, içinde son derece leziz ve hoş, hertürlü meyve bulunan; son derece saf ve berrak nehirler yer alan, alabildiğine yüksek köşk ve binalar bulunan ve çoluk-çocuğunun içinde yerleşmiş olduğu bir bahçesi bulunsun ve bu kimse onlardan yıllarca uzak katmış olsun, sonra da coluk-çocuğuna yöneldiğinde, karşısına içinde acı meyve ağaçları, bulanık sular ve yırtıcı hayvanlar ile birsürü haşerat bulunan bir koruluk engel olarak çıksa; şimdi bu kimsenin oradaki durumu, karanlık bir kuyuya hapsedilmiş olan, yahut harap bir evde bulunan kimsenin durumu gibi olur mu, olmaz mı ve ona, "Bu şeyleri bırak, şu meyvelere ve nehirlere bak" denilebilir mi? İşte mü'minin durumu böyledir. Kâfire gelince, onun durumu da, öldürülmeye götürülen ve bahsettiğimiz o koruluk gibi yerlerde günlerce sabreden bir kimsenin durumu gibidir ki kâfir de bir cennet (bahçe-orman) içindedir. Dünyanın cennet ve cehennemle mukayesesi, getirdiğimiz misalin çok çok altındadır. Fakat bu misal, akıl sahibi insanlara, az da olsa durumun hakikatini anlatır. Cenâb-ı Hak, "Hayvanların yediği gibi yerler" buyurmuştur. Bu hususta şu izahlar yapılabilir: a) Hayvanların tek derdi yiyip-içmek, başka birşey değil. Kâfir de böyledir. Mü'min ise, sâlih amelde bulunmak ve bunun için kuvvet elde etmek gayesiyle yer. b) Hayvan, yediği şeylere bakarak, yaratıcısı hakkında istidlalde bulunamaz. Kâfir de boyted'ır. c) Hayvanlar, beslenmek ve semizlemek için yer-içerler. İşin neticesinden haberi yoktur. Bilmez ki kilo alıp iyice semizlediğinde, kesilmeye iyice yaklaşmıştır. Kâfir de böyledir. Bu izaha, ayetteki, "Onların yeri, ateştir" cümlesi de uygun düşer. Cenâb-ı Hak, mü'minler hakkında, va'd ifade eden bir üslûb ile "Allah cennetlere sokar" buyurmuş; kâfirler hakkında ise, müstehak oluşu ifade eden bir uslubla, "Onların yeri de ateştir" buyurmuştur. Bu, daha evvel de bahsettiğimiz gibi şundan ötürüdür: İyilik, bir hakedişden ötürü olmayı gerektirmez. Binâenaleyh kendisinden, iyiliği gerektiren bir iş sâdır olmayan bir kimseye iyilik yapan, gerçek kerim (cömert)tir. Müstehak olmayan bir kimseye azab eden de zâlimdir. |
﴾ 12 ﴿