14

"Biz, herbiri seni (içinden) çıkaran öz memleketinden daha kuvvetli nice memleket halkını helak ettik. Onların hiç bir yardımcısı da yoktu. Öyle ya, Rabbinden apaçık bir burhan üzerinde bulunan kimse, hiç kötü amel ve hareketi kendisine süslü gösterilmiş heva-ü heveslerine uymuş kimse gibi olur mu?".

Cenâb-ı Hak, o kâfirlere, "Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı?" buyurara darb-ı mesel getirip, daha önce zikredilmiş delillere rağmen, bu darb-ı mesel de onlara bir fayda (ibret) vermeyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli için, bir darb-ı mesel daha getirerek, "Biz, herbiri, seni çıkaran memleketinden daha kuvvetli nice memleketler halkını imha ettik.." buyurmuştur ki bu, "Onlar Mekkelilerden daha güçlü ve kudretli idiler. Ama onlara işte böyle yaptık. Binâenaleyh sen de, onların peygamberlerinin sabrettiği gibi sabret" demektir.

Ayetteki, "Onların hiç bir yardımcısı da bulunamaz" ifadesi hakkında Zemahşerî şöyle der: "Yoketme işi, geçmişte olmuştur. Halbuki bu ifade, hal ve istikbali anlatır. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak niçin, "Onların hiç bir yardımcısı bulunmaz" buyurmuştur? Buna şöyle cevap verilir: Bu ifade, "hikâye" manasınadır. Hikâye de, "şimdiki zaman" gibidir."

Şöyle de denebilir: Bu "Biz onları dünyada helak ettik. Binâenaleyh onlara yardım edecek ve onları, düştükleri o azabtan kurtaracak hiçbir yardımcıları yoktur" manasındadır. Bu, şu şekilde de izah edilebilir: Ayetin bu ifadesi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in memleketindeki kâfirlerle ilgilidir. Buna göre sanki, "Biz, senin memleketinden önce geçenleri helak ettik. Binâenaleyh senin yanındakilere de yardım edecek ve onları, evvelkilerin başına gelenden kurtaracak bir yardımcıları yoktur" denilmektedir.

Delile Dayanma

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Öyle ya, Rabbinden apaçık bir burhan üzere bulunan kimse, hiç kötü amel ve hareketi kendine süslü gösterilmiş ve hevâ-ü heveslerine uymuş kimse gibi olur mu?" buyurmuştur. Bil ki bu, kâfirlerin helaki ile, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardımın dünyada olacağını; bu durumun kâfirlere azab etmek ve mü'minleri mükâfaatiandırma olarak uygun olduğunu bildirmek için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile kâfirler arasındaki farka bir işarettir. Binâenaleyh ayetteki, "apaçık bir burhan üzere bulunan" ifadesi, bu iki tarafı birbirinden ayırdedici özellik; "Rabbinden" ifadesi de, bu ayırdedici özelliğin tamamlayıcısıdır. Bu böyledir. Çünkü beyyine (burhan-delil), nazarî olduğu zaman, ona tutunan ile, delilsiz bir söz söyleyen arasında, yeterince bir fark olur. Fakat bu beyyine, hele bir de Allah'dan olursa, o zaman daha güçlü ve belirgin, daha yüce ve üstün olmuş olur.

Şöyle de denebilir: Ayetteki "Rabbinden..." ifadesinden; bu beyyinenin, Allah'dan geldiği manası kastedilmemiştir, aksine Cenâb-ı Hakk'ın, "O, dilediğine hidayet verir" ayetiyle, bizim, "Hidayet, Allah'dandır" şeklindeki sözümüz manasında, Allah'dan olduğu kastedilmiştir.

Ayetteki, "O kötü amel ve hareketleri kendisine süslü gösterilmiş ... kimse gibi olur mu?" ifadesi de ayırdedici bir özellik; "ve hevâ-ü heveslerine uymuş kimseler..." ifadesi de, bu ayırdedici özelliğin bir tamamlayıcısıdır. Çünkü, kötü amelleri kendisine hoş gösterilen ve şüphelerine değer veren kimse; burhanları anlayan ve kabul eden kimsenin tam zıddıdır. Fakat şüphelerine değer veren kimse, bazan o konularda tefekkür edip, hakka dönebilir ve bu sayede de, burhan üzere olup, hakkı bulanlar sınıfına yaklaşır. Bazan da heva-ü heveslerine uyar, burhanlar üzerinde düşünmez; yapılan izahlara kulak vermez, böylece de o sınıftan alabildiğine uzaklaşır.

Binâenaleyh bu demektir ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minter, kâfir gurubunun tam karşısında ve zıddında yer almışlardır. İşte böylece Allah onlara beyyineler ile yardım etmiş, kâfirler için ise şüpheler vardır, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ta beraberken, bunlar hevâ-ü heveslehyle birliktedir. Bizim, "Rabbinden" ifadesi, bu beyyinenin (burhanın) Allah'dan olduğunu gösterir.." şeklindeki görüşümüze göre, bu, "Hidayet Allah'dandır" şeklindeki sözümüz gibidir. Binâenaleyh bu izaha göre, ayetteki, "hevâ-ü heveslerine uyan..." ifadesi, "Sana isabet eden her iyilik Allah'dandir; sana isabet eden her kötülük de nefsindedir" (Nisa, 79) ayetinin ifade ettiği manadadır.

Ayetteki, "Kötü ameli, kendisine süslü gösterilmiş kimse..." ifadesinde, fiil ve zamirlerin müfred getirilmeleri, men edatının lafzından dolayı; "Hevâ-ü heveslerine uyanlar..." ifadesindeki fiil ve isimlerin çoğul getirilişi ise, yine men edatının, mana itibariyle çoğul sayılısından ötürüdür. Çünkü men edatı, çoğul ve umumîlik manalarını da ifade eder. Bu böyledir. Zira herkes için söz konusu olan, bu süslü gösterilme, tek bir tarzda olur. Dolayısıyla bu, anlatım ve sıra açısından, men edatına yakın olduğu için, men'in hamledilerek müfred getirilmiştir. Hevâ-ü hevese uyulduğunda ise herkes, kendi hevâsına uyar. Böylece bir çokluk söz konusu olur. İşte bundan ötürü, ayetin bu ifadesi, men edatının manasına nazaran çoğul getirilmiştir.

Cennet Nehirleri

14 ﴿