5"(Bütün bu lütuflar) erkek mü'minlerle, kadın mü'minleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere, İçlerinde ebedî olarak yerleştirmek; onların günahlarım affetmek içindir. İşte bu, Allah katında, (sizin) en büyük kurtuluşunuz ve saadetinizdir". Ayetteki Mahzufun İzahı Ayetin başındaki fiili, kendisinden önce geçmiş olan bir fiilin bulunmasını gerektirir. Çünkü doğrudan doğruya, "Bana ikram etmek için..." diyen kimsenin bu sözü, bundan önce, "sana geldim" veya benzeri ifâdeler söylemediği sürece, doğru olmaz.. Binâenaleyh, bu ifâdenin başında takdir edilecek bu fiilin ne olduğu hususunda şu iki izahlar yapılabilir: Bu konudaki derli toplu izahlar senin şöyle demendir: Bu fiil, ya açıkça zikredilmiş olur, ya da olmaz. Olmaması halinde bunun, başka bir şeyden anlaşılmış olması gerekir. Dolayısıyla bu, ya kendisine delâlet eden bir lafızdan, yahut da, "karîne-i haliyye"den anlaşılmış olur. Eğer bu fiil mezkûr ise, bu hususta şu izahlar yapılabilir: a) Bu fiil, bir önceki ayette geçen ifadesidir. Buna göre Hak teâlâ sanki, imanları sebebiyle onları cennete yerleştirmek için, "İnzal" (bu indirme) sebebiyle imanlarını artırsınlar diye, onların kalblerine "sekînetini" indirmiştir. Eğer, "müteakip ayette gelecek olan ... fiili bu ayette geçen, fiiline ma'tûftur. Halbuki onların imanlarını artırıp kat kat etmeleri münafıkların azab edilmelerine sebep olmaya elverişli değildir" denilirse, biz deriz ki: "Hayır öyle değil. Çünkü bu şu iki şekilde izah edilebilir: 1) Burada bildirilen münafıkların cezalandırılması, mü'minlerin cennete yerleştirilmesi gayesini belirtmek amacıyla zikredilmiştir. Buna göre Hak teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: Ey mü'minler, imanlarınızı artırmanız sebebiyle, âhirette sizi cennetlere yerleştirecek ve dünyada da sizin elinizle, kâfir ve münafıkları cezalandıracaktır. 2) Bunun takdirî manası şöyledir: "Sizin için söz konusu olan bu iman artışı sebebiyle, münafıkları azabladırmam için..." Nitekim Arapça'da, "Ben bunu, sayesinde dostu-düşmanı deneyeyim, yani varlığı ile dostumu, yokluğuyla da düşmanımı anlayayım diye yaptım" denilir. Aynı bu şekilde, Cenâb-ı Hak da âdeta, "Mü'minler imanlarını artırsınlar ve bu sayede onları cennete sokayım; kâfirler de küfürlerini artırsınlar ve bu sayede onlara azab edeyim diye..." demek istemiştir. 3) Bunun bir üçüncü izahı da şöyledir: Mü'minlerin imanlarının artışının sebebi, sabır ve sebatlarının çokluğudur. İşte bu durum, münafıkların yanısıra, kâfirleri şaşırtır, acze düşürür ve rahatsız eder. Bu, geçen izahlara yakın bir izahtır. b) Ayetteki, "Allah'ın ... sana yardım etmesi için" ifadesi, nin müteallakıdır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Mü'minleri cennete yerleştirsin diye, mü'minler vasıtasıyla sana yardım eder..." buyurmuştur. c) Bunun müteallakı, .. "Geçmiş ve gelecek günahım, Allah'ın affetmesi için..." ifadesidir. Bu fiilin, onun müteallakı olabilmesi için, bu ifadede geçen "günah" ile, mü'minlerin günahının kastedilmiş olması gerekir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Mü'minlerini cennetlerine sokmak için, mü'minlerin günahlarını senin yüzüsuyu hürmetine affetmek için..." demiştir. Bu lâm harf-i cerrinin müteallakının, zikredilmemiş, mahzûf bir lafızdan anlaşılan birşey olduğunu söylememiz halinde de, şu izahlar muhtemeldir: 1) Ayetteki, "hakîm" (Fetih, 4) sıfatı, işte bu harf-i cerrin müteallakına delâlet etmektedir. Buna göre sanki Cenâb-ı Hak, "Allah hakimdir, dolayısıyla mü'minleri cennete sokmak için yaptığı bu işleri yapmıştır" demiştir. 2) Bu ayetteki, ifadesinin delâlet ettiği, dolaylı olarak ifade ettiği mana, işte bu lâm'ın müteallakıdır. Buna göre mana, "Allah, mü'minleri ve mü'mineteri, cennetlerine sokmak için, dünya ve âhirette sana olan nimetlerini tamamlıyor ve böylece de dünyada İken duanı kabul edip, ahirette şefaatini makbul kılıyor" şeklindedir. 3) Bu müteallik, "Sana feth-u zafer yolu açtık" (Fetih, 1) ayetinin delalet ettiği manadır. Bunu şöyle izah edebiliriz: Rivayet olunduğuna göre mü'minler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Tebrik ederiz, kutlarız. Çünkü Allah seni bağışlamış. Peki ya bizim için ne var?" demişler. İşte bunun Üzerine bu ayet nazil olmuş. Buna göre Cenâb-ı Hak adetâ, "Seni bağışlamak için, sana feth-u zafer yolu açtık ve mü'minleri cennete sokmak için de, onlara da feth-u zafer yolunu açtık" demek istemiştir. Bu müteallakın söylenilmeyenden değil de, karine-i hâliyyeden yani halden çıkarılan bir karine'den anlaşılan bir şey olduğunu söylememiz halinde, bu müteallak, savaş emri olur. Çünkü fetih ve zaferden sözedilişinden, halin savaş hali olduğu anlaşılır. Buna göre, Hak teâlâ sanki, "Allah mü'minleri cennete sokmak için, onlara savaşı emretti" demektedir. Yahut da, bu halden anlaşılan karinenin, "Allah onları cennete sokmak için, savaş işini mü'minler için seçti" şeklinde olduğunu söyleyebiliriz. Kur'ân'da Kadınların Muhataplığı Allahü teâlâ, bu ayette ve bazı yerlerde, mü'min ve mü'mineleri ayrı ayrı zikretmiş; ama bazı ayetlerde sadece mü'minleri zikredip, mü'mineleri (mü'min kadınları) onların içinde kabul etmiştir. Meselâ, "Mü'minleri müjdele..." (Bakara, 223) ve "Mü'minler felaha ulaşmıştır." (Mû'minun, 1) buyurmuştur. Binâenaleyh bunun hikmeti nedir? Deriz ki: Mü'min kadınların da, erkeklerle müşterek (aynı durumda) oldukları ve fakat vaad olunan mükâfaatın sadece mü'min erkeklere has olabileceği zannının uyandığı yerlerde, (durumun böyle olmadığını göstermek için), Cenâb-ı Hak kadınları da açıkça zikretmiştir. Böyle bir zannın bulunmadığı konularda ise, sadece mü'min erkeklerin zikredilmesinden, kadın mü'minlerin de dahil oluşu ile yetinilmiştir. Dolayısıyla "Biz seni, bütün insanlara ancak bir müjdeci ve bir nezîr (uyana) olarak gönderdik" (Sebe, 28) ayetinden umûmî bir mana anlaşıldığı için, "Mü'min (erkekleri) müjdele" ifadesi, mü'min kadınların bu müjdenin dışında oldukları zannını uyandırmaz. Fakat bu ayetteki fiilinin başındaki lâm harf-i cerri, daha önce geçmiş bir fiile taalluk edip, bu da, ya savaş emri, ya savaştaki sabır hali, ya mü'minler için olan İlahî nusret, yahut da mü 'minlerin eliyle gerçekleşen zafer olunca "Mü'minleri cennete sokmak, savaştan ötürü olmuştur. Kadın ise aslında savaşmaz. Dolayısıyla da vaad edilen bu cennete giremez" zannından ötürü, Allah mü'min kadınları bu ayette açıkça zikretmiştir. Münafık ve müşrik kadınların bu sûrede ayrıca zikredilmelerindeki hikmet de böyledir. Çünkü "münafık ve müşrik kadınlar savaşmadıklarına göre, azab olunmamaları gerekir" vehmini gidermek için, Allahü teâlâ bu ayette (Fetih, 6), onları da münafık ve müşrik erkeklerle birlikte, özellikle zikretmiştir. Hak teâlâ'nın, "Şüphesiz mü'min erkekler ve kadınlar, muslüman erkekler ve kadınlar..." (Ahzap, 35) ayetindeki durum ve incelik de budur. Çünkü burası, Hak teâlâ'nın Ahzab Sûresi'nin ayetlerinde yer alan, (Ey kadınlar "Kırıtmayın (...) namazlarınızı kılın, zekâtınızı verin... Allah'a ve Resûlullah'a itaat edin... evlerinizde okunan (ayetleri) düşünüp, ibret alın" gibi ifadelerden ötürü, kadınlardan ve hallerinden bahsedilen yerdir. Dolayısıyla onların, bu ayette (35. ayet) özellikle zikredilmeleri, asıldır. Fakat kadınlar için bu ayette belirtilen büyük mükafaat, erkekler için de söz konusu olduğu için, Hak teâlâ, biraz önce beyan ettiğimiz gibi, burada esas olan kadınların zikredilmesi olduğundan, bunları biribiri içinde mütalaa etmeksizin, mü'min kadınları da, erkekleri de zikretmiştir. Mağfiretin Sonra Zikredilmesi Hak teâlâ, günahları bağışlamanın, cennete girdirmeden önce olmasına, rağmen, cennete sokmadan sonra niçin, "ve onların günahlarını bağışlamak için..." buyurmuştur? Buna şu iki şekilde cevap veririz: a) Bunun başındaki atıf vâv'ı, zaman itibarıyla sırayı göstermez. b) Günahları bağışlama, mağfiret ve benzeri şeyler, mükellefin cennetliklerden olmasıyla yakın alâkası olan şeylerdir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, mükellefin, cennetliklerden olduğunu bildirme manasında, önce cennete sokmak işini zikretmiştir. c) Bağışlama (Örtme), keramet (cömertlik) elbisesini giydirmekle olur. Bu ikram da cennette olur. Cennette insandan, def-i hacet gibi, maddî ve beşeriyet gereği olan kötü şeyler ve pislikler tamamen yok olduğu gibi, gazab ve şehvet gibi maddî olmayan kötülükler de zail olur ve örtülür ki, işte ayetteki tekfir budur. Böylece insanda melekiyyet sıfatları yer alır ki, bu da, en kıymetli bir elbisedir. Cenâb-ı Hak, 'İşte bu Allah katında, (sizin) en büyük kurtuluşunuz ve saadetinizdir.." buyurur. Bu ifadeyle ilgili şu iki izah yapılabilir: a) Meşhur izaha göre bu, "Allah'ın ilminde (takdirinde) bulunan, bu cennete sokma ve günahları örtme işi, büyük bir kurtuluş ve saadettir" demektir. Nitekim "Benim katımda, yani inancıma göre, bu iş böyledir" denilir. b) Daha garip, ama akla daha yakın diğer bir izah da şudur: Buradaki, "indallah" (Allah katında) ifadesi, aynı ayetteki "işte bu" kelimesinin sıfatı gibi kabul edilir. Buna göre sanki, "Allah katında olan işte bu şey, yani bunun, Allah katından olması şartıyla ve vasfıyla, bu büyük bir kurtuluştur. Öyle ki eğer cennete girme işi, Allah'ın katında olması bakımından- O'na yakın olmasaydı, bir kurtuluş ve saadet olmazdı. Allah'ın Orduları |
﴾ 5 ﴿