HUCURÂT SÛRESİ

Bu sûre, onsekiz ayet olup, Medine'de nazil olmuştur.

Resûlüllah'ın Önüne Geçmeyin

1

"Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin. Allah'tan ittikâ edin. Çünkü Allah hakkıyla işiten ve bilendir".

Önceki Kısımla Münasebet

Bu ayetin, kendinden öncesi ile ilgi ve münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir:

a) Önceki sûrede, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tasvib ettiği sulhdan, kâfirlerin anlaşmanın başına besmeleyi ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onun peygamberliğini yazmaya yanaş mayıslarına cevaz verişinden imtina etme hususunda mü'minlerde temayül belirip, Allah da onları takva sözü üzerinde durdurunca, sanki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara, umûmî manada, "Allah'ın ve Resûlüllah'ın önüne geçmeyin, Allah ve Resulünün emrettiği şeyleri aşmayın" demiştir.

b) Allahü teâlâ, Peygamberinin yerini ve onun dinini ortaya koyan resulü (elçisi) olduğunu, "rahim" (Tevbe, 128) ifadesiyle de onun, mü'minlere alabildiğine merhametli olduğunu belirterek, derecesinin yüksekliğini ortaya koyunca, "Ne fiil, ne de söz hususunda, ona karşı saygıda kusur etmeyin. Onun size şefkatli oluşundan aklanmayın ve onun derecesinin yüksekliğini görmeye çalışın" demek istemiştir.

c) Allahü teâlâ mü'minleri, kâfirlere karşı son derece sert ve çetin; kendi aralarında, sribirlerine karşı ise alabildiğine merhametli, kendisine yönelik olarak rükû' ve secde edenler olarak tavsif edip, onlar için, kendi katında, önceki kitaplarda onları medh-u senayı gerektiren bir saygınlık bulunduğunu, "işte onların Tevrat'taki vasıflan budur..." cümlesiyle belirtip, zira büyük bir padişah herhangi bir kimseyi gıyabında, ancak o kimse, onun katında saygın olduğu zaman yâdeder ve onlara büyük ücreti vaadedince, bu sûrede, "Derecenizi düşürecek olan, iyiliklerinizi yok edecek olan hareketlerde bulunmayın ve Allah ile Resulünün önüne geçmeyin" buyurmuştur.

Nüzul Sebebi

Ayetin sebeb-i nüzulü hususunda şunlar ileri sürülmüştür:

1) Bu ayetin, yevm-i şekk orucu hakkında nazil olduğu,

2) Kurban bayramı namazı kılınmazdan önce kurban kesme hakkında nazil olduğu,

3) Âmiroğullarından zannederek, Süleym oğullarından iki mü'mini katleden üç müslüman hakkında nazil olduğu söylendiği gibi,

4) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına birtakım elçilerin geldiği bir sırada, çokça soru soran birtakım kimseler hakkında nazil olduğu da ileri sürülmüştür. Doğrusu bu, herşeyi, her konuyu içine alan, genel bir irşâd ve hertürlü hüküm vermenin, Öne geçme, tek başına emirler yağdırma, müşaverede bulunmaksızın zarurî olmayan bir işi yapmaya yeltenme gibi, her şeyi içine alan bir yasaklamadır. Ayetin tefsiriyle ilgili birkaç mesele var.

Resûle Takaddüm Etmeyin

(......) ifâdesi hakkında şu iki izah yapılabilir:

1) Bu ifade, müteaddî olan, mef'ûl alan, "takdim" masda- rındandır. Böyle olması halinde ayetle ilgili şu iki izah yapılabilir:

a) Tıpkı, "Diriltir ve öldürür" (Bakara, 258) ayetinde, bir kimsenin, belli birşeyi vermeyi ve belli birşeyden menetmeyi kastetmeksizin, sadece bir vermeme ve bir verme olduğunu kastederek, "Falan verir ve vermez" ifadesinde olduğ gibi, mef'ûlü söylenmemiştir. Buna göre Hak teâlâ, "Sizden asla bir takdîm olmamalı" demek istemiştir.

b) Mef'ülün, fiil veya "emr-iş" olması.. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Allah ve Resûlüllah'ın önüne geçmeyin" yani, "Fiil bakımından, yahutta "emr, iş" bakımından ... geçmeyin" buyurmuştur.

2) hitabıyla, manası kastedilmiştir. Buna göre bu, (hakiki) değil, mecazî bir ifade olup, bununla, "takdîm-öne geçirme"nin bizzat anlamı kastedilmemiş, tam aksine, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) katında nefislerinize bir öncelik, O'nun önüne geçme hakkı tanımayın.." manası kastedilmiştir. Nitekim, Arapça'da bir kimsenin mevkii yükseldiğinde, "Falanca, insanlar arasından sıyrılıp çıktı..." denilir. Bunun sebebi şudur: Durumu böylesine belirgin hale gelen kimse, hem büyük işlere girme, hem de şerefli kimselerden sayılma hususunda öne geçmiş olur.

İşte bu izaha göre biz diyoruz ki: Biz bu fiili ister müteaddî ister lazım kabul edelim, bu fiil, "Zeyd'i öne aldım" sözümüzde kullandığımız takdim etme" fiilinin almış olduğu manada, bir mef'ûl almamış olur.. O halde bu demektir ki, mana aynıdır

Çünkü, biz ifâdesini, ister müteaddî ister lâzım kabul edelim, "Zeyd'i öne aldım" sözümüzdeki "takdîm" fiilinin almış olduğu anlamda bir mef'ûl almamış olur. O halde bu ifâdenin takdiri, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda nefislerinizi öne geçirmeyin; yani, onun yanında, nefislerinize öncelik, bir görüş beyan etme hakkı tanımayın" şeklindedir. Biz, buradaki ifâde ile, "bir işi ve bir fiili (ona) takdîm etmeyiniz..." manasının kastedildiğini söylemiyoruz. Bu durumda, her iki okuyuş da, yani tâ'nın ve dâl'ın fethasıyla okuyanların okuyuşu ile tâ'nın dammesi, dâl'ın kesresi ile okuyanların okuyuşu, mana itibariyle birleşmiş olur.

Tabiri

Ayetteki, ifâdesi, "Allah ve Resulünün huzurunda..." demektir. Çünkü, insanın huzurunda olan şey, onun önünde, yani iki elleri arasındadır; insan ona bakmaktadır; o şeyi adeta İnsanın iki gözünün önüne dikilmiş gibidir.

Bu ifâdede şöyle birkaç incelik vardır;

1) Bir kimsenin, "Falanca, falancanın önündedir, huzurundadır" şeklindeki sözü, bu iki kimseden herbirinin, diğerinin yanında olduğuna, bunlardan birisinin kadr u kıymetinin yüce, diğerinin ise, köle, çocuk mertebesinde bulunduğuna işarettir. Çünkü, İnsanın yanında oturan bir kimseye, (öteki kimse) yüzünü kendisine çevirmesini; konuşurken ve emrederken, başını kendisinden yana çevirmesini söyler. Ama, önünde oturan kimseye böyle bir teklifte bulunmaz. Bir de, "iki el..." ifadesi, kudreti ifâde eden bir ifadedir. Yani, tıpkı bir insanın önünde bulunan nesneye davranması gibi, o onu, işleri hususunda istediği gibi evirip çevirir" demektir ki, bu da, (kendisini) öne geçirmeden sakınmanın farziyyetini gerektiren şeylerdendir. Çünkü, iki eliyle evirip çevirdiği eşya gibi olan bir kimsenin, o insanın yanında öne geçme hakkı nasıl olabilir?

2) Burada Lafzatullah (Allah)'ın getirilmesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e saygı duymanın ve onun emirlerine boyun eğmenin farz olduğuna bir işarettir. Bu böyledir, zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e saygı, bazan, gönderenin uzak olması ve elçisine yapılan şeylere muttali Olamayacağı zannından dolayı terkedilebilir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "...Allah'ın huzurunda" buyurarak sanki, "Sizler, Allah'ın huzurundasınız, o, sizi görüp gözetmektedir" demek istemiştir. Bu gibi durumlarda ise, Peygambere ihtiram ve saygı vâcib olmuş olur.

3) Bu ibare, daha önce geçmiş olan bir yasağın olduğunu ifâde ettiği gibi, geriye bırakılmış olan bir emrin bulunduğunu di ifâde eder ki, bu da, "Allah'dan ittikâ edin.." emridir. Çünkü, başkasının önünde, tıpkı, kendisine her dilediği şeyi yapabildiği, önüne konulmuş bir eşya gibi olan kimse, o kimseden korkmaya daha layıktır. Ayetteki, '"Allah'tan ittikâ edin" ifadesinin, tıpkı, bir kimsenin, "uyuma, çalış..." şeklindeki sözleri arasındaki bir başkalık ve farklılık gibi, bir başkalığı ifâde eden türden bir atıf cümlesi olması muhtemeldir. Yani, "Bu yasağın anlamı, işte bu emirde olan şeydir." Bu yasak ile istenilen, her ne suretle olursa olsun, uyumama değil; tam aksine bu yasak ile murad edilen, meşgul olmak, çalışmaktır. Binâenaleyh, ayette de aynen bunun gibi, "Bir takva olmak üzere, nefislerinizi öne geçirmeyin ve onlara öncelik tanımayın.." denilmek istenmiştir. Bu İki ifade arasında, bundan daha ileri derecede bir mugayeretin bulunması da muhtemeldir. Bu da bir kimsenin, "Zeyd'e saygılı ol ve ona hizmet et" ifâdssindeki başkalık gibi olup, bu "Ona karşı en mükemmel biçimde saygı göster" demektir. Binâenaleyh, ayetteki anlamı da aynen böyle olup, "Onun nezdinde öne geçmeyin; öne geçmeyi bıraktığınızda da, sadece bununla yetinmeyin, bunu yararlanma vesilesi kılmayın, tam aksine, bunu yapmanızın ve ona saygı duymanızın yanısıra, Allah'tan korkun, O'nu sayın. Aksi halde, saygı duyma görevini yerine getirmiş olmazsınız..." demektir.

Ayetteki "Çünkü Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir" cümlesi de, önce geçen ifadeleri pekiştiren bir ifâdedir. Çünkü onlar, (bu ifâde karşısında), "Amenna, iman ettik, kabul ettik" demişlerdi. Zira hitap, ayetteki, "Ey iman edenler.." hitabından anlaşılmaktadır. Binâenaleyh, bu demektir ki, Allah, onların sözlerini duyar; işlerini, kalblerindeki takva veya hıyaneti bilir" demektir. O halde sizin sözünüzün, fiilinizin ve kalbinizin ihtiva ettiği şeyin farklı farklı olmaması, tam aksine, sizin "iman ettik, dinledik, itaat ettik" gibi duyduğu sözlerinizin zahir olan fiillerinizi, yani öne geçmemenizi ve kalblerinizde sakladığınız takvayı bilmesine dair hususları tamamlaması gerekir..

Resulün Yanında Ses Yükseltmeyin

1 ﴿