2"Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle, birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir..". "Öne geçmeyin" ifâdesi, onların, Allah ve Resulünün yanında, o ikisine nisbetle değer, mikdar ve emir ve yasaklarına müdahale etme hakkı verme hususunda kendilerine bir makam vermekten nehiydir. Ayetteki, "seslerinizi... yükseltmeyin" ifâdesi de, bu işi ifâde eden bir sözden nehiydir. Çünkü, başkasının yanında sesini yükselten kimse, kendisine bir kıymet ve azamet vermiş olur.. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: Ayetlerin başında nida ifadesinin tekrarlanmasının faydası nedir? Ve, bu iki cümlenin, bir kimsenin, "Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Seslerinizi de yükseltmeyin." sözünde olduğu gibi (birlikte söylenmeyişinin) faydası nedir? Biz deriz ki: Nida edatının tekrar edilmesinde şu faydalar vardır: a) Bunda, kendisine yol gösterilen kimseye, atabildiğine şefkat gösterilmesinin izahı olup, bu tıpkı Lokmanın, oğluna, "Evladım! Allah'a ortak koşma. Evladım! (Yaptığın şey), bir hardal tanesi kadar olsa dahi..."(Lokman,13,16) demesi gibidir. Çünkü nida, sözü dinlemeye yönelsin ve kalbini ona versin diye, kendisine nida edilen kimsenin dikkatini çekmek için yapılır. Binâenaleyh, nidâ'nın tekrar tekrar getirilmesi, işte bunu ifâde eder. b) Bir kimse, ikinci kere hitap olunanın, ilk defa hitâb olunandan başkası olduğunu sanmasın diye... Çünkü bir kimsenin, "Ey Zeyd şunu yap; Amr, şöyle şöyle" demesi, mümkündür. O aynı şeyi tekrarlayıp da, "Ey Zeyd, şunu da söyle..." derse, bu söze muhatap olanın, yine Zeyd olduğu, sözünün başından anlaşılmış olur. c) Bu iki ifadeden her birinin, bizatihi kastedilen ifâdeler olduğunun ve ikincisinin birincisinin tekidi olmadığının anlaşılması... Ki bu da tıpkı senin, "Ey Zeyd, konuşma, (konuşacaksan) ancak hakkı söyle..." demen gibidir. Çünkü, istenilen şeyler farklı 'arktı olduğunda güzel olduğu gibi, "Ey Zeyd, konuşma; ey Zeyd, nutketme..." denilmesi ise güzel olmaz. Ayetteki, "Seslerinizi... yüksek çıkarmayın..." hitabı hususunda şu izahlar yapılabilir: a) Bununla, hakiki mana murad edilmiş olabilir. Çünkü, sesin yükseltilmesi, ihtişamın azlığının ve saygının terkedilişinin delili olup, bu, hükmî bir meseledir. Zira ses, çıkış yerlerine göredir. Binâenaleyh, kimin kalbi haşyet içinde olursa, ses titrer ve itici hareket zayıflar. Dolayısıyla, o kimseden o ses kuvvetlice çıkamaz. Ama, korkmayan kimselerin kalbi sabit ve güçlüdür. Binâenaleyh, havanın yükselmesi, o kalbte bir haşyetin olmayışının bir delilidir. b) Bununla, çok konuşmaktan men etmek murad edilmiştir. Çünkü, çok konuşan ise, başkasının susması sebebi ile konuşmuştur. Binâenaleyh, başkasının sustuğu anda, korkuyor olsa dahi, bu kimsenin sesf yükselmiş olur. Sen bir başkasının halini nazar-ı dikkate aldığında, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kelâmına nisbetle, hiç kimsenin, Peygamber yanında çok konuşmaması gerektiğini anlarsın. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir tebliğcicür. Binâenaleyh, onun yanında konuşan kimse, şayet bir şeyi haber varmek istiyorsa, bu caiz olmaz. Yok, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in açıklaması vacib olan şeylere dair, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir şey sormak istemişse, Peygamber, bu kişi sormasa dahi, sorulan bu şey hususunda zaten sükût etmez. Bazan da, soruda, tapması mükellefe kolay olmayan bir cevapla karşılaşması yüzünden, bir öfke ve en hasıl olur.. Böylece de bu kimse, ikâba uğrama vartasına düşebilir. c) "Sesi yükseltmek" ifadesiyle, "tazîm" anlamı kastedilmiş olup, buna göre de sana, "Hitapta bulunurken, Peygamberin sözü karşısında kendi sözlerinize yükseklik anımayın" şeklinde olup, bu tıpkı bir kimsenin başkasına, arkadaşı ona, "Bana aynısı emirle emret..." dediğinde, "sana bunu defalarca emrettim..." demesi gibi olur. durumda, bu iki sözden birisi diğerinden daha kıymetli ve daha yüksek olmuş dur. Bunlardan birinci izah daha doğrudur. Hepsi de, kastedilenin hükmüne dahildirler. Zira, sesi yükseltmekten men etmek, ancak ihtiram ve ihtişamı ortaya koymak için olur. Çünkü saygınlığı, heybetinden ve derecesinin yüksekliğinden dolayı, yanında seslerin alcaltıldığı bir dereceye varan kimsenin katında zaten çok söz söylenemez ve konuşan kimse, bu durumda hitap edemez. Ayetteki, "Ona, sözle, birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın..." hitabı ile ilgili şöyle birtakım açıklamalar bulunmaktadır: 1) Birinci ifâde ("seslerinizi yükseltmeyin") ile imanın, sözünü veya sesini, Peygamberin sözünden ve sesinden daha üstün kılmasından bir nehy ve men vardır. Bir kimse, "Burada, Peygambere de başkalarına davranıldığı gibi davranılması men edildiği için, Cenâb-ı Hak, "Akranlarınıza ve emsallerinize karşı, yüksek sesle konuştuğunuz gibi; (sakın) ona karşı da yüksek sesle konuşmayın; tam aksine, onun sözlerini hep yüce, üstün tutun... buyurmuştur" diyebilir 2) Bu, mü'min kimsenin, tıpkı bir kölenin, efendisinin yanında konuşması gibi konuşması gerektiğini ifade eder. Çünkü, kulun konuşması, sözüün muhtevasına dahildir. Çünkü bu ifâde, umum bir ifâdedir. Binâenaleyh, mü'min kimsenin, Peygambere karşı, kölenin efendisine karşı yüksek sesle konuşması gibi konuşmaması gerekir. Aksi halde mü'min kimse de, Peygambere karşı, insanların birbirlerine karşı yüksek sesle konuşması gibi konuşmuş olur.. Bu metoddan anlaşılan, "sizler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le, kendi aranızda tesadüfen konuştuğunuz gibi konuşmayın; tam aksine, o Peygamberi, onun yanında hiçbir zaman yüksek sesle konuşmamak suretiyle, insanlardan ayrı tutun; kendi aranızda ise böyle davranmayabilirsiniz.." şeklinde bir ifâde olduğu da ileri sürülemez. Çünkü biz diyoruz ki: Bizim söylediğimiz şey, hakikate daha yakındır. Onda, sizin bahsettiğiniz mana, fazlasıyla vardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Peygamber onlara, kendilerinden daha azizdir, değerlidir"'(Ahzâb, 6) ifadesi de bunu destekler. Halbuki, efendi, kölesi nezdinde kölesinden daha üstün değildir. Öyle ki, her ikisi de aç kalmasza, köle, yememesi halinde ölebileceği bir şey bulsa, onu efendisine vermesi ona farz değildir, ama Peygambere vermesi farzdır. Yine köle, kendisinin ölmesi ile efendisinin kurtulacağını anlasa, efendisini kurtarmak için, kendi canını tehlikeye atması ona farz değildir. Ama, Peygamberi kurtarmak için farzdır. Biz, bunun gerçek manasını, o ayeti (Ahzâb, 6) tefsir ederken anlatmıştık,. Hikmet de bunu gerektirir. Çünkü, reis, baş durumunda olan bir uzvun diğerlerinden daha fazla korunması gerekir. Zira kalb, haleldar olduğunda, eller ve ayakların sağlığından bahsedilemez. Binâenaleyh, insan kendisini korusa da, Peygamberini terketse, bu insan helak olmuş demektir. Ama, köle efendi münasebeti böyle değildir. 3) Cenâb-ı Hakk'ın, "seslerinizi ... yükseltmeyin" ifadesi, "bağırmayın..." ifadesinin cinsinden olunca, bunun başına nida edatı getirilmemiştir. Ama bu ifâde, birisi "fiil", diğeri "söz" olduğu için, bunun başına nida edatını getirmiştir ki, bu tıpkı, "Evladım! Şirk koşma... "(Lokman, 13) "Evladım! Namaz kıl... "(Lokman,13)ayetlerinde olduğu gibidir. Zira bunlardan birincisi kalbin işi; ikincisi, uzuvların işidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Marufu emret..." (Lokman, 16) buyruğu, nida edatı olmaksızın gelmiştir, bunların hepsi de uzvun fiillerindendir. Bil ki Hak teâlâ'nın "sesinizi yükseltmeyin" ifadesinden kastedilen mananın, "çok konuşmayın" şeklinde olduğunu söylersek, ayetteki, "bağırmayın" ifadesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı söylenen sözlerin, başkası yanında söylendiği gibi olmaması gerektiği manasını mecazen anlatan bir ifade olur, yani, "Çok söz söylemeyin ve bunu oldukça aza indirin" demek olur. Yine ayetteki, "yükseltmeyin" ifadesi ile, bir hitabın murad edildiğini söylersek, o zaman, "bağırmayın" ifadesi ile, "Peygambere, başkasına hitab ettiğiniz gibi, hitab etmeyin" manası kastedilmiş olur. Ayetteki, "Amelleriniz boşa gider" ifadesi ile ilgili şu iki meşhur izah vardır: a) Bunun takdiri, "Boşa gitmesin diye..." şeklindedir. b) Bu, "Boşa gider endişesiyle..." takdirindedir. Bu hususu, Nisa, 176... ve benzeri ayetlerin tefsirinde izah etmiştik. Burada şöyle bir izah da yapılabilir:. Bu ifade, "Allah'dan korkunuz ve amellerinizin boşa gitmesinden sakınınız" manasındadır. Böyle olduğunun delili şudur: Mutlaka takdir yapması gerekiyorsa, sözün delâlet ettiği manayı takdir etmek daha evladır. Takva (sakınma) emri, "ittika edin" emrinde geçmişti. Ayetin manasına gelince, diyoruz ki: "Ayetteki ifadesi, "Eğer sesinizi yükseltir ve öne geçerseniz, bu kötü şeyler sizde alışkanlık haline gelir, karşı tarafı küçük görme ahlâkına gider ve sizi bir yalnızlığa, amellerinizi boşa çıkaracak bir irtidâda sevkeder" manasına işarettir. Ayetteki, "farkına varmadan" kaydı ise, bu irtidâda kayışın, insanın hissedemeyeceği bir biçimde nefislere yerleşebileceğine bir işarettir. Çünkü ömründe hiç İşlemediği bir günahı işleyen kimseyi, alabildiğine pişmanlık ve alabildiğine korku ve ürkeklik içinde görürsün. Ama bu günahı tekrar tekrar işlediğinde, artık korku ve pişmanlığı azalır ve bu farkına varmadan içine yerleşmiş bir âdet haline gelir. Bu, birinci, ikinci, üçüncü veya diğer işleyişlerinde içine yerleşmiş olabilir. Bu tıpkı bir kimseye bir haber ulaşıp da, bu kimsenin ilk defa haberi getiren kesin gözüyle bakmayıp, ama aynı haber tekrar tekrar getirilip, iş tevatür derecesine vardığında, bu hususa dair yakînî bir bilgi meydana gelip, bu inanç kalbine yerleşir. Bunun ne zaman olduğunu ve kaçıncı haberde bu yakînın meydana geldiğini bilemez. Binâenaleyh ayetteki, "farkına varmadan..." kaydı, bu yasağı te'kid eden bir ifade olup, "Tek bir defa olursa affolunur, amellerin reddini gerektirmez" demeyin. Çünkü işin ne olacağı belli değil. Binâenaleyh bu kapıyı sıkı sıkı kapayınız" demektir. Burada şöyle bir izah da yapılabilir: Mükellef, peygambere saygı duymaz, onun emrine binâen yaptığı şeyler hususunda, kendisini peygamber gibi kabul ederse, bu işi, kendi nefsinin emrine binâen yapmış gibi olur. Fakat ne var ki, nefsinin emrettiği şeyler bir mükâfaatı gerektirmez. Çünkü bunlar, boşa gitmiş asılsız şeylerdir. Aynen bunun gibi, kişinin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emri olmadan yaptığı şeyler de boşa çıkmış boşa gitmiş şeylerdir. Allah en iyi bilendir. Bil ki Allahü teâlâ mü'minlere, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e saygı duymalarını, ona değer vermelerini, iyi davranmalarını ve peygamberi hem kendilerine, hem her mahlûka üstün tutmalarını emredince, peygamberine de merhametli olup, mü'minlere karşı, babalarından daha şefkatli olmasını emretmiştir. Bu tıpkı, "(Rahmet) kanatlarını, mü'minlerin üzerine ger"(Şuara, 215), "Rablerine duâ eden (mü'minlere) karşı sabırlı ol"(Kehf, 28), "O balık sahibi (Yunus) gibi (sabırsız) olma" (Kalem, 48) ve benzeri ayetler gibidir. Böyfece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapılan hizmet, hür kimseleri zorla köleleştiren zorbalara yapılan hizmet gibi olmaz ve böylece ashabın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e boyun eğişleri, hep Allah rızası için olmuş olur. Tazim İçin Yavaş Konuşanlar |
﴾ 2 ﴿