3"Gerçekten, Allah'ın peygamberi yanında seslerini yavaşlatanlar yok mu, onlar Allah'ın, takva için, kalblerini imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ücret vardır". Bu ayette, insanları takvaya götüren şeye, şu iki bakımdan bir teşvik vardır: Bunlardan birincisi, herkes tarafından anlaşılan şu husustur: Ayetteki, "Allah'ın, takva için, kalblerini imtihan ettiği..." ifadesini şu şekilde açabiliriz: Nefsine öncelik tanıyan, sesini yükselten, nefsine ikram, şahsına ihtiramda bulunmuş olur. İşte bundan dolayı Hak teâlâ, "Bu ihtiramı terketmekle gerçek ihtiram; bu ikrama yanaşmama ile de, gerçek ikram ortaya çıkar. Çünkü böylece sizin takvanız ortaya çıkmış olur. Çünkü Allah katında en keriminiz, en müttakî olanınızdır" demiş olur. İnsanın hamama girip, orada kendine bir yer seçmesi ve bu sebeple de padişahın yanındaki mevkiini elden çıkarması, nefsini tuvalette ve kenefte büyük yorup, bu sebeple de büyük bir topluluk içinde kendisini hafifletmek, en çirkin bir harekettir. Ayetteki bu ifâde ile ilgili şu izahlar yapılabilir: Bunun Takva İle İlgisi 1) Kalbten takvanın sudur ettiğini bildiği için (ve bizlere bildirmek için), o kalbleri bu hususta denemiş, takvalarını ortaya çıkarmıştır. Çünkü gönderenin bir elçisi olduğu için, insanoğulları cinsinden birisine saygı duyan kimsenin, onu gönderene saygı ve ta'zimi daha büyük, onu gönderenden duyduğu korku daha güçlü olur. Bu tıpkı, "Kim, Allah'ın kanunlarına saygı gösterirse, (bil ki bu), kalblerin takvasındandır"(Hacc. 33) yani "Allah'ın emirlerine saygı duymak, Allah'dan korkmadan dolayıdır. Resûlüllah'a saygı da, Allah'dan ittikâdan ötürüdür" ayeti gibidir. 2) Buradaki, "imtihan etti"İiili, "bildi, tanıdı" manasınadır. Çünkü imtihan, birşeyi tanıyıp, iyice anlamak için yapılır. Dolayısıyla, bu kelimenin, "bilip, tanıma" manasında kullanılması mümkündür. Buna göre, "takva için" ifadesindeki lâm (için) edatı, takdiri "Allah'ın, kalblerini takvaya uygun bildiği kimseler..." şeklinde olan bir mahzûfa taalluk eder. Bu tıpkı "Sen şunun içinsin" yani, "Şuna uygunsun" denilmesi gibidir. 3) fiili, halis kıldı, saflaştırdı, arındırdı manasınadır. Nitekim altın madenine, ateşte eritilip, süzülmüş, posasından arındırılmış manasında, "mümtehan" denilir. Yaptığımız bu izahlar, daha önce yapılmış izahlardır. Bu ayetin şu manaya olduğu da söylenebilir: "Bu kimseler, Allah'ın, kalblerini takva için imtihan ettiği kimselerdir." Bu durumda buradaki "lâm" edatı, ta'lil (sebeb beyân etmek) için olup, şu iki manaya gelebilir: a) Bu, önce geçen sebebin izahı yerine geçen bir ta'lil olabilir. Tıpkı bir kimsenin, "Sana, dün bana ikram ettiğin için geldim" demesi gibidir ki bu da, önceden yapılmış olan ikramın, bu gelişin sebebi olduğunu gösterir. b) Bu, önce geçen değil de, sonradan olması beklenen bir maksadın gayesini beyân etmek için getirilmiş bir ta'lil olabilir. Bu da tıpkı, "Sana, görevimi yerine getirmek için geldim" denilmesi gibidir. Şimdi eğer takdirin, birincisi gibi olduğunu söylersek, bunun manası, "Allah kalblerde bulunan, kendine duyulan ittikayı bildi ve onların kalblerini, bu takvadan ötürü, takvaya alıştırdı. Eğer onların kalbleri takva ile dolup taşmış olmasaydı, onlara, Peygamberine saygı duyup, kendilerinden yeğ tutmalarını emretmez; aksine onlara, "Resul "unü tasdik edin, ona eziyet etmeyin, onu yalanlamayın" derdi" şeklinde olur. Kâfirin iman etmesi gereken ilk şey, peygamberin sâdık olduğunu kabul ve tasdik etmesidir. Halbuki kendisine, "Peygamber ile alay etme. Onu yalanlama ve ona eziyet etme" gibi emirler verilen kimse ile, "Peygamberin yanında sesini yükseltme, onun huzurunda kendine değer verme ve onun huzurunda, doğru olan sözünü bile bağırarak söyleme" diye emrolunan kimse arasında hayli fark vardır. Bil ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, bu dünyada kendine ne nisbette yeğ görürsen, peygamber de, ahirette aynı nisbette seni yeğ görecektir. Çünkü Allah onun müttakî ümmetini cennete sokmadan, başkasını cennete sokmayacaktır. Yok eğer ikinci takdirî manayı kabul ederse, bu şu manaya gelir: "Allahü teâlâ onların kalblerini, onların Allah'ı ve Resûlüllah'ı tanıdıklarından dolayı, takvaya alıştırmıştır." Bu da, "Allah onlara, gerçek takva demek olan takvayı nasib etmek için böyle yapmıştır" demek olur. Gerçek takva da, Allah'dan duyduğun korku gibi bir korkuyu hiç kimseye karşı duymaman ve kendini her korkutucu şeyden emin görmen, dünyada aldanmaktan, ahirette meşakkatten korkmamandır. Aklı başında olan bir kimse, padişahtan korktuğundan dolayı, kölelerin zulmünden, rezil şeylerden kaçınmak suretiyle de padişahın şiddetinden emin olacağını bilirse, padişah korkusunu, kendisine bir kalkan edinir. Aynen bunun gibi, bilen bir kimse de, iyice düşünürse, Allah'tan inikası sebebiyle, her iki dünyada kurtuluşa ereceğini, başkasından korktuğunda ise, her iki dünyada da helak olacağını bilir de, böylece Allah'a karşı duyduğu o haşyeti, hem dünya, hem ahirette kendisini koruduğu bir kalkan edinmiş olur. Daha sonra Hak teâlâ, "Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ücret vardır" buyurmuştur. Mağfiretin, dünyada insandan ayrılmayan günahların izâlesi (temizlenmesi) manasına geldiğini, "büyük bir ücret" ifâdesinin de, insan dünyadan uzaklaştıktan sonra meydana gelen hayata bir işaret olduğunu ve Allahü teâlâ'nın insandan, hertürlü behîmî (hayvanî) kötülükleri izâle edip, ona melekî güzellikleri giydireceğine bir işaret olduğunu söylemiştir. Ev Dışından Seslenenler |
﴾ 3 ﴿