4

"Hücrelerin ardından sana çağıranlar var ya, onların çoğunun akılları ermez".

Bu ifade, daha önce kastedilen kimselerin mukabili olan kimselerin halini anlatmaktadır. Çünkü öncekinde, sesini kısıp konuşan, saygılı davrananlardan bahsedilmiş, bu ayette sesini kabaca yükseltenlerden bahsedilmiştir. Burada, bu kimselerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda, edebi bir tarafa bıraktıklarına ve her türlü ihtiyaçlarını ona arz ettikleri ne bir işaret vardır. Çünkü bir kimsenin, padişaha "Ey filanca.." demesi, saygısızlıktır.

Allah'a Nida Saygısızlık mı?

Şimdi sen eğer, "Herkes, Allah herşeyden büyük olmasına rağmen, niçin, "Ya Allah" diyorlar?" dersen, biz deriz ki: Nida (sesleniş) iki kısımdır:

a) Nida edilenin dikkatini çekmek için yapılan,

b) Nida edilene, ihtiyacı olduğunu ortaya koymak için yapılan... Birincisinin misali, bir insanın arkadaşına veya kölesine, "Ey falanca..." deyip, ismiyle hitab etmesidir. İkincisinin misali de, bir kimsenin, "nüdbe" (dua-ağıt) için, "Ey mü'minlerin emiri, ey Zeyd" diye isimle hitab etmesidir. Birisi şöyle diyebilir: "Eğer Zeyd doğuda (uzakta) ise, bu seslenişte bir dikkat çekme olamaz, çünkü bu muhaldir. Dolayısıyla, insan ölen birisine nasıl böyle seslenir?" deriz ki: "Ya Allah" dememiz, nida edilenin dikkatini çekmek için değil, bizim O'na ihtiyacımız olduğunu ortaya koymak içindir. Ama bir seslenişte, bu iki husus da vardır. Çünkü nida eden, kendisinde bulunan bir ihtiyacı dile getirmek için nida eder. Halbuki genelde nida edilen kimse, ya yüzünü çevirmiş, yahut gafil (farkında olmayan) bir kimsedir. Dolayısıyla her nidada bu iki husus bulunmuş olur. Ayette bahsedilenlerin nidası ise, dikkat çekmek içindir ve saygısızlıktır. Büyüklere "Efendim! Mevlâm" dememiz ise, onları böylece nitelemek ve böyle olduklarını söylemektir.

2) Hücrelerin ardından (yani evin dışından) nida (çağırma)ya gelince: Arada herhangi bir mania bulunmadan başkasını çağıran, ona yürüme ve gelme külfetini yüklemez; aksine nida edilen, olduğu yerden nida edene cevap verip onunla konuşur. Bu durumda nida eden, sadece muhatabın kendisine, yüzüne dönmesini istemiş olur. Ama arada bir engel bulunan kimseyi çağıran ise, onun yanına gelmesini istemiş olur. Bu tıpkı, bahçe duvarının dışından bahçeye seslenen kimsenin hitabı gibidir.

3) Ayetteki, "hucurât" (evin dışından) sözü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in istirahat, halinde bu sözün söylendiğine ve ona ihtiyacı olanın bu durumda onu rahatsız etmesinin adaba aykırı olup, münasip olanın, işini azıcık ertelemek olduğuna bir işaret vardır.

Nida Hayvanın da Yapacağı İştir

Ayetteki, "onların çoğunun akıllan ermez" ifadesinde bu kimselerin, saygısızlıkları oranında kusurlu olduklarının beyânı vardır. Çünkü konuşma, insana has birşey olup, bu yönüyle insan diğer varlıklardan daha üstündür. Çünkü insanın dışındaki canlıların konuşması söz konusu değildir. Fakat nida da mana bakımından tıpkı tenbih (dikkat çekme) gibidir ki, bu bazan, iki şeyi birbirine vurarak elde edilen ses ile de olabilir. Konuşamayan varlıklar olan hayvanlar ise, meselâ bağırmak gibi, herbirinde görülen şeydir. Zira koyun, bağırır ve yavrusunu ister. Onun dışındaki hayvanlar da böyledir. Yeni doğmuş oğlak ve kuzu da bunun gibidir. Böylece sanki nida etme, manası bakımından insanların dışındaki canlılar için de meydana gelmiş olur. İşte bundan dolayıdır ki Cenâb-ı Hak o kimseler hakkında, "onların çoğunun akılları ermez" buyurmuştur. Ki bu, "Onlardan sudur eden nida güzel bir terbiye ve edeb ile birlikte olmayınca, onlar bu nidalarında, akılları eren kimseler derecesinin dışına çıkmış oldular. Böylece onların nida ve bağırması, bazı hayvanlardan meydana gelen bir nida ve bağırış gibi oldu..." demektir.

(......) kelimesi iki şekilde açıklanabilir:

a) Araplar bazan ekser kelimesini zikrederler, bununla küll "bütün" manasını kastederler. Onlar, yalandan korunmak ve sözde ihtiyatlı davranmış olmak için ekser" ifadesini getirirler. Çünkü yalan, bazı hususlarda, kendisi sebebiyle kişinin sinin boşa gittiği bir şeydir. Bu sebeple de, küllü, bütünü kastettiği halde, "çoğu, ekserisi..." ifadesini kullanır. Bir de şu var ki, Allahü teâlâ, ilmi her şeyi kuşatmış olduğu halde, onların sözüne uygun düşen şeyi getirmiştir. Bunda da, şöylesi bir nükte ve inceliğe işaret bulunmaktadır: Cenâb-ı Hak, adetâ şöyle der: "İlmim her şeyi kuşattığı halde ben, o âdetin güzel olduğunu göstermek için, sizin usûlünüze uydum.. Bu da, alandan korunup sakınmaktır.. O halde, onu sakın terketmeyin; benim de, kelâmımda bunu seçmemi, bundan hoşnut oluşuma kesin bir delil sayın.."

b) Bundan muradın, "Onların, çoğu hal ve durumlarında akıllarını kullanmazlar" şeklinde olmasıdır. Bunun iyice anlatımı şudur: İnsan, bir vasfa göre değerlendirilse; sonra da bir diğer vasfa göre değerlendirilse, birinci değerlendirmeden oluşan yekûn, ikinci değerlendirmeden oluşan yekûndan başka olur. Bunun misali şudur: İnsan, (bir vakit) câhil ve fakir olur; derken âlim olur, zenginleşir.. Bu nedenle örfke de, "Zeyd, daha önce görmüş olduğum (Zeyd) değil, bilakis şu anda o, daha güzel bir durumda" denilir. Böylece bunu söyleyen kimse, zikrettiğimiz duruma işaretle, onun, o Zeyd olmadığını söylemek ister.. İşte bu durum bilinince, (diyebiliriz ki), onlar da bazı hallerde, sen onları o duruma göre değerlendirirsen, bunun dışındaki duruma göre değerlendirmen halindeki durumlarından başka ve farklıdırlar.. Bundan ötürü Cenâb-ı Hak, yaptığımız izaha işaret olsun diye, "onların çoğu..." buyurmuştur.

"Burada bir üçüncü izah şekli daha bulunur ki, bu da şöyle denilmesidir: Belki de onlar içinde hem, o hevfi ve heveslerinden vazgeçip cayan kimseler, hem de, o adî adetlerinde ısrar edip devam eden kimseler bulunuyordu.. Bu sebeple de, Cenâb-ı Hak işlerinden nedamet edeni, onların dışında tutmak amacıyla, "Onların çoğu...' buyurmuştur.

Beklemeleri Daha İyi

Daha sonra Cenâb-ı Hak

4 ﴿