6"Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik. Onu yıldızlarla nasıl süsledik. Onun hiçbir gediği de yok". Bu ayet, onların, "Bu, akıldan uzak bir dönüş!" şeklindeki sözlerinin saçmalığını gösteren delile bir işaret olup, tıpkı, "Gökleri ve yeri yaratan (Allah) o insanlar gibisini yaratmaya kadir değil mi?" (Yasin, 81), "Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından daha büyük (bir iştir)" (Mü'min. 57) ve "Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmaktan dolayı yorulmayan Allah, ölüleri diriltmeye kadir değil midir? Elbette kadirdir" (Ahkâf, 33) ayetleri gibidir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: İstifhamın Vav İle Atfı İstifham hemzesi, bazan bir sözün başına gelir ve orada vâv bulunmaz, bazan da başında vâv bulunan bir sözün başına gelebilir. Binâenaleyh bu iki durum arasında fark var mıdır? Deriz ki, burada çok ince bir fark vardır ve şöyledir: Bir kimse, "Zeyd hâlâ evde mi? Halbuki güneş doğmuş" der ve istifham hemzesini, inkâri manada, (böyle olmamalıydı) manasında kullanır. Fakat "Zeyd henüz evde midir? Halbuki güneş doğmuştur" dediğinde, buradaki vâv ile, Zeyd'in son durumunun yanlışlığının, iki yanlış yerine geçen bir yanlışlık olduğuna, ince bir şekilde işaret etmiş olur. Buna göre o Zeyd'in evde olduğunu duyduktan sonra adetâ, "Gafil mi oldu ki halâ evdedir" demek istemiştir. Çünkü bu vâv, kendisinden sonra gelene ters düşen işin, iki kat olduğunu ifade eder. Ortada hernekadar önce gecen bir ma'tûf olmasa da, kişi bu vâv ile, o işin çok nahoş - yanlış olduğuna işaret etmiş olur. Fa İle Atfı Buna göre eğer, "Cenâb-ı Hak bir yerde, buyurmuş, şurada ise fâ ile, buyurmuştur. Bu ikisi arasındaki fark nedir?" denilirse, deriz ki: Bu ayette, o kâfirlerin, dönüşü (dirilişi) inkârları bundan önce zikredilmişti, şte bundan dolayı Hak teâlâ, onların bu inkârlarına muhalif olan durumu, ta'kibiyye edatıyla getirerek, buyurmuştur. Buna göre eğer, "Yasin Sûresi'ndeki ayette de böyle bir durum vardı, yani bu istifhamdan önce, kâfirlerin, "Bu kemikleri kim diriltecek" şeklindeki itirazları geçmişti. "Binâenaleyh orada böyle olmalı değil miydi?" denilirse, deriz ki: Orada, göklerin yaratılışıyla istidlal ediş, inkârın hemen aeşisıra olmadığı için, başka bir delil ile istidlalde bulunmuştur. Bu delil de, "Onları, ilk defa yaratan diriltecektir" (yasin, 79) ayetidir. Hak teâlâ daha sonra başka bir delil zikretmiştir. Halbuki buradaki bir delil, bir inkânn hemen peşisıra gelmektedir. Bundan dolayı Allahü teâlâ bunu fâ edatıyla getirmiştir. Hak teâlâ'nın burada, nazara (baktı) fiilini, Ahkâf Sûresi'nde ise, ra'â (gördü) Sini kullanmasında ise şöyle bir incelik vardır: Onlar, "Bu, uzak bir dönüştür" ' sözleriyle, dirilişi akıldan uzak bir ihtimal görünce, Allah'da onların bunu akıldan uzak aömıelerini, olmayacak bir görüş olarak görüp, "Göğe bakmadılar mı?" buyurmuştur. Çünkü "bakma" fiili, "görme" fiilinden aşağıdır. Binâenaleyh buradaki "bakma" adeta, dirilişin inkârına dâir bir bilginin bulunmasıyla ilgili olmuştur. Dolayısıyla uzak görme, uzak görmeye karşılık olsun diye, burada görme fiilini kullanmaya gerek olmamıştır. Orada ise, kâfirlerden böyle bir inkâr henüz sudur etmemiştir. Dolayısıyla Hak teâlâ onları, bu delile bakmadan daha tam olan "görme" işi ile iletmek istemiştir. Daha sonra Hak teâlâ bunu, "Göğe" diyerek mükemmelleştirmiş ve güzelleştirmiştir. Burada dememiştir. Çünkü birşeyin içine takmak, düşünmeyi ve İyice bakmayı ifade eder. Birşeye doğru bakma da nunu ifade eder. Çünkü "ilâ" harf-i cerh, mesafenin sonunu bildirir. Dolayısıyla bu Mana işi, zarfın (bakılan şeyin) adetâ içine girme noktasına kadar varır. Bakış, orada nihayetlenince, "zarfiyyet" manasının tahakkuk edebilmesi için, onun içine girmesi de gerekir. Ayetteki, "üstlerindeki" ifadesi, bir başka te'kid olup, mana, "O açıktır, anarın üstündedir. Onlara saklı değildir" şeklindedir. Haşr İle İnsanın Hilkatinin İlişkisi Ayetteki, "Onu nasıl bina ettik. Onu yıldızlarla nasıl süsledik. Onun hiçbir gediği yok" ifadesi bu delâletin şekline ve bu dirilişin, haydi haydi olabileceğine bir Bunun, bu hususa nasıl delâlet ettiği konusuna gelince, bu şöyledir: İnsanın bir temeli vardır. Bunlar, tıpkı binanın direkleri ve sütunları mesabesinde olan, iskelettir. Yine insanın, duyma görme gibi, kuvvetleri ve nurları vardır. Binâenaleyh göklerin yapısı, insanın yapısından daha yüksektir. Göklerin süsü de, insanın etle-yağla süslü (güzel) bir hale getirilmesinden daha mükemmeldir. Bu işin, dirilişin haydi haydi olabileceğine işaret oluşu şöyledir: Göğün hiçbir gediği deliği yoktur. Binâenaleyh onun yapılması daha zordur. Ama insanın gözenekleri ve delikleri vardır. Çok güzel te'lif edilmiş yapılmış bir şeyin, tıpkı sımsıkı dokunmuş bir kumaş gibi; daha zayıf olarak te'lif edilmiş birşeyin de, tıpkı seyrek-gevşek bir dokunma gibi olduğunda şüphe yoktur. Birincisi insanlarca, daha zor ve daha enteresan görülür. Binâenaleyh o kâfirler, en iyisinin Allah'dan sudur ettiğini bile bile, Allah'ın ondan daha kolay ve basiti yapabilmesini akıldan uzak görüyorlar. Felsefeciler, bu ayetin, göğün yarılamayacağına ve delinemeyeceğine delâlet ettiğini söylemişlerdir. Onlar, "O gökte bir çatlak görebiliyor musun?" (Mülk, 3) ve "Yedi sapasağlam gök" (Nebe, 12) ayetleri hakkında da bunu söylemişler ve bu hususta zorlanmışlardır. Çünkü ayetteki, "Onun hiçbir gediği de yok" ifadesi, bu hususta sarih (açık) bir ifadedir. Zira birşeyin hiç olmadığını haber vermek, onun imkânsızlığını ifade etmez. Çünkü, "Falancanın hiçbir sözü yok" denilmesi halinde, bu cümle, o falancanın söz söylemesinin imkânsız olduğunu göstermez. Hem sonra Allahü teâlâ, "Gök yüzü yarıldığı zaman..." (Mürselat, 9) ve "Gök parçalandığı zaman..." (İnfitar, 1) ayetleriyle felsefecilerin görüşlerinin aksini beyan etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, "Yedi sapasağlam gök" (Nebe, 12) tabirinin mukabilinde, "Gök de yarılmış ve artık o gün za'fa düşmüştür" (Hakka, 16) buyurmuştur. Yine, "Gök yarılıp, kırmızı sahtiyan gibi bir gül olduğu zaman..." (Rahman, 37) buyurmuştur. Bütün bunlar, felsefecilerin görüşlerini reddeden açık ifadelerdir. Onların ileri sürdükleri nakli deliller ise, delâlet bakımından açık değildir, hatta bu hususa gizli bîr delaletleri bile yoktur. Onların aklî delilleri, tutundukları naklî delillerden daha zayıf ve tutarsızdır. Yeryüzünün Süslenmesi |
﴾ 6 ﴿