18

"Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederler".

Bu ifade onların, gece ibadetine kalkıp, buna gayret gösterdiklerine, amellerinin daha çok, daha ihlaslı olmasını istediklerine, kusurlarından ötürü istiğfarda bulunduklarına bir işarettir ki, bu şerefli, cömert, iyi kimselerin yoludur. İyiliğin en ilerisini yapar, yine de bunu az görür, kusurlu yaptığını söyleyerek mazeret beyan eder. Fakat alçak ve cimri kimse ise, az birşey yapar, onu gözünde büyütür ve hemen onu başa kakar.

Burada bundan daha ince, daha güzel şöyle bir diğer izah da yapılabilir: Allahü teâlâ, onların az uyuduklarını beyan buyurup, uyuma da kişilerin tabiatları gereği olunca, "onlar istiğfar ederler" buyurmuştur ki bu, o az uykudan bile onların istiğfar ettiklerini ifade eder. Burada bir başka sorunun cevabı olacak şöyle diğer bir incelik daha vardır: Allahü teâlâ onları az uyudukları için medhetmiş, çok uyanık durdukları için övmemiş ve meselâ, "Onlar, çok uyanık dururlardı" dememiştir. Külfet olan ve gayreti gerektiren şey, uyumak değil de, uyantk durmak olmasına rağmen, bunun böyle ifade edilmesindeki hikmet nedir? Biz deriz ki: Bu, onların uykularının bile bir ibadet olduğuna bir işarettir. Çünkü Allahü teâlâ onları, az uyudukları için medhetmiştir. Az uyumak ise, onlara başka bir ibadetle meşgul olmayı sağlamıştır. Bu da, seherlerde istiğfar etmektir, yine bu, kendilerini beğenmekten ve kibirlenmekten onları menetmektir. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardır:

Zarfların Birbirinin Yerine Kullanılması

Birinci Bahis: Bu, ayetin başındaki "bâ" harf-i cerriyle ilgilidir. Çünkü buradaki bâ harf-i cerri zarf olmadığı halde, zarf olarak kullanılmıştır (niçin)? Diyoruz ki: Bazı nahivciler şöyle derler: Harf-i cerlerin bir kısmı bir kısmı yerinde kullanılır. Nitekim zaman zarfları hususunda "Ayın yirmisinde (bitimine on gün kala) çıktım""Gece çıktım" "Ramazanda çıktım"; denilir. Böylece de, lâm, bâ ve fi aynı manada kullanılır. Mekân zarflan için de durum aynıdır. Nitekim sen, "Falan şehirde kaldım" "Onu falan beldede gördüm" dersin. Buna göre eğer, "Bu husus nasıl izah edilebilir?" denilirse, biz deriz ki: İsim ve fiillerde olduğu gibi, harflerin de farklı farklı manaları vardır. Fakat harflerin, kendi başlarına bir manası yoktur. İsim ve fiil ise kendi başlarına birer mana ifade ederler. Fakat harflerin bir kısmı arasında, birbirine ziö manalar vardır. Bu, isim ve fiillerde de böyledir. Çünkü meselâ, "beyt" ve "mesken" kelimeleri birbirinden farklı şeylerdir. "Sükûn" ve "meks" masdarları da böyledir. Halbuki olması farzedilen yahut mevcud olan iki fiil, iki isim böyle değildir. Bunu iyice kavradığına göre, şimdi diyoruz ki: Bâ, lâm ve fî harfleri arasında bir ortaklık vardır. Bâ, ilsâk (bitiştirmek) içindir. Bu mekânda karar kılan kimse ise, adetâ oraya yapışmıştır. Zamana nisbetle fiil de böyle (yani o zamana âdeta yapışmiştir)dir. Binâenaleyh bir kimse "Gündüz sefere gitti" dediğinde, "Falanca gündüze bitişmiş olarak sefere çıktı" demiş olur. Şimdi bu ayete gelince, bu, "Onlar seherlerle içice, seherlerle birlikte istiğfar ederler" demektir. Çünkü seherdeki vakitler, onlarla içiçedir.

İmdi eğer, "bu ikisi arasında mana bakımından bir fark var mıdır?" denilirse, biz deriz ki: "Evet. Çünkü "Gece kalktım" yahut "seherlerde istiğfar ettim" diyen kimse, bu iki şeyi haber vermiştir ve bu, o fiili o vaktin ilk parçalarında bulunuşuna, 'den daha fazla delâlet eder. Çünkü bu ikinci ifade, zamanın fiil ile tam uyuşmadığı manasını çağrıştırır. Bir kimsenin, "Falanca beldede ikamet ettim" ifadesi de, o kimsenin, o beldenin onu kapladığını ifade etmez, ama ifâdesi ise, o beldenin onu tamamen içine aldığını gösterir. Binâenaleyh bir kimsenin, ve demesi, buralarda fî harf-i cenini kullanmasından daha geneldir. Zira beldede olan, belde ile kuşatılmıştır. Ama belde ile kâim olan, tamamen beldede değildir.

Bunu iyice kavradığına göre, bu ayette onların hiçbir vakitte ibadetten uzak kalmadıklarına, çünkü geceleri sanki hiç uyumadıklarına, seherin hemen başında ise istiğfarda bulunduklarına bir işaret vardır. Böylece burada, kendilerinden herhangi bir günah çıkmadan bile, onların istiğfar ettikleri beyan edilmektedir. Çünkü onlar, seherlerde uyanıktırlar. Dolayısıyla o vakitte günah işlemeye ayrılmış bir zamanlan yoktur.

Eğer, "İyice izah et. Çünkü zamanlar içinde, bâ harf-i cerrinin zarf olamayacağı ve mesele denilemeyipdenilmesinde olduğu gibi, kullanılamayacağı durumlar vardır?" denilirse, deriz ki: Bir zaman içinde geçen her iş, o zamana bitişiktir. Binâenaleyh cuma günü çıkma işi, o zamanla bitişik, onunla içiçedir. Dolayısıyla bunda ifâdesi kullanılamamıştır. Yine diyoruz ki: Bu ikisini birbirinden ayıran şey, ilgili ifadelerin mutlak veya mukayyed olarak getirilmeleridir. Bunun delili şudur: Sen eğer, dersen güzel olmaz. Ama "Uğurlu günde veya uğursuz günde çıktım.." dersen güzel olur. "Gece" ve "gündüz" ifadelerinde, bir tahsis ve bir kayıt bulunmuşsa, bâ harf-i cerrini bunların başına getirmek caizdir. Ama sen bunları kayıtlar, tahsis edersen, bu kullanış caiz olmaz. "Yevmu'l-cum'â" ifadesinde, "yevm" (gün) kelimesi tahsis edildiği için, bunun başında bâ harf-i cerrinin kullanılması caiz olmamıştır. Ama ifadeyi nekire kılmak suretiyle bu tahsis ortadan kalkar ve sen "falan gün" dersen, bâ harfi bunda kullanılabilir. Bunun sırrı şudur: Cum'a günü, bu saat, o gece gibi ifadelerde, zamanın ötesinde, başka bazı hususiyetler de zikredilmiştir. Birşeyin gerçekte hususiyetleri ise, insanın detaylı bir biçimde hasr edemeyeceği kadar çok ve sınırsızdır. Fakat bunlar icmâlî (toptan) olarak hasr (sınır) altına alınabilir. Meselâ, "Bu adam.." dediğinde, bunun genel şekli "O adam" ifadesidir. Ama kalkar da "uzun adam" dersen, bu genel ifadeyi tahsîs etmiş olamazsın, fakat tahsise yaklaştırmış olursun. Böylece bu ifadeden, kısa adamlar hariçte kalmış olur. Yine sen kalkar da, "âlim adam" dersen, yine onu tahsis etmiş olmazsın. "Zâhid adam" dediğinde de durum böyledir. Fakat "Ömer'in oğlu" dediğinde bu ifade, Zeyd'in, Bekir'in, Hâlid'in ve diğerlerinin oğullarından onu hariç tutmuş olur. Binâenaleyh sen böyle söylediğinde bu, o tahsis edici hususların hepsini içine alır, fakat o özellikler sadece bu ifadenin içinde bulunmuş olur. O halde kendisinde, zamandan başka hususiyetler de zikredilen zaman zarfı, zamanın kendisinden farklıdır. Fiil, zamanla içice olan bir şeydir, yoksa zamandan kaynaklanan birşey değildir. Ama fî harfi cerrinin bunda kullanılması doğrudur. Çünkü genelde mevcut olan şey, hususî olanda da vardır. Çünkü âmm (umumî-genel), hâssa (hususiye) dahil olan şeydir. Ama "fî" harf-i cerri, kendisinde o şeyin bulunduğu şeye dahil olur da böylece, meselâ ve denilir.

Lâm'ın incelenmesine gelince, bunu, daha sonraki yerine tehir ediyoruz. Yapılacak açıklamanın bir kısmı, daha önceden (Vâkıa, 38) ayetinin tefsirinde geçmişti.

Buradaki zamiri, faydadan hâlî değildir. Bu konuda Zemahşerî şunu söylemiştir: "Bunun faydası, istiğfar konusundaki kemâl ve mükemmelliklerini ifâde için, hükmü, buradaki kimselere hasretmektir. Buna göre sanki, onların dışındakiler istiğfar edici değil de, ancak ve ancak onlar istiğfarda bulunanlar; başkası değil... Nitekim Arapça'da, ilimdeki kemâlinden dolayı, "Falanca yok mu, o âlimin ta kendisidir" denilir ki, sanki, "İlm sadece onda toplanmıştır ve o bu konuda çok iyidir.." demektir.

Bunda bir başka fayda daha vardır. Bu da şudur: Cenâb-ı Hak, "Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederler.." ayetini, "Onlar, gecenin ancak az bir kısmında uyurlardı.." (Zarîyât. 17) ifadesine atfedince, şayet olumlu manayı zamiriyle tekîd etmemiş olsaydı, bu durumda mananın "Seherlerde, az bir süre istiğfar ederler" şeklinde olması da muhtemel olabilirdi. Nitekim sen Arapça'da, "Falanca, çok az eziyyet eder ve insanlara ihsanda bulunur.." dersin.. Bundan, muhtemelen onun, hem eziyyeti az, hem de ihsanı az birisi olduğu anlaşılır. Ama sen, "Ne az eziyyet eder! O, ihsan edenin kendisidir" :ediğindeyse, bu anlayış ortadan kalkar ve bunda, şu ifâdenin anlamı ortaya çıkar: O eziyyeti az, ama ihsanı bol olandır."

İstiğfar'ın 5 Manası

El-istiğfâr kelimesi birkaç manaya muhtemeldir:

a) Zikirde bulunarak sözle mağfiret talebinde bulunmak. "Ey Rabbimiz, bizi bağışla..." demeleri gibi.

b) Fiil île mağfiret talebinde bulunmak.. Buna göre mana, "Seherlerde onlar, mağfiret talebiyle, başka bir fiil yaparlar..." şeklinde olur. Bu da, namaz ya da onun dışındaki diğer ibâdetlerdir.

c) Görüşlerin en garibi olan bu izaha göre, "istiğfar" maddesi, ekinin hasat zamanı geldiğinde kullanılan,"istehsade'z-zer'u" fiilinin bâbındandır. Yani, "seher vakti onlar mağfireti hak ederler ve mağfirette bulunma zamanı gelir..." demektir. Buna göre şayet, "Allah, onların mağfiretini niye seher vaktine tehîr ediyor?" denilirse, biz deriz ki: Seher vaktinde, gece melekleri ile gündüz melekleri toplanır, bir araya gelir.. Bu, şühûd zamanıdır. Allah da, onlardan bir topluluğa şöyle der: "Ben, kulumu bağışladım.." Birinci görüş daha açık ve güçlü; ikincisi ise, müfessirlere göre daha meşhurdur.

Malda Yoksul Hakkı

18 ﴿