47

"Daha evvel de Nuh kavmini (helak ettik). Çünkü onlar, bir âşıklar güruhu idiler. Biz göğü, elimizle yaptık. Çünkü biz muhakkak, kudrete sahibiz".

"Kavın" kelimesi, hem mecrur, hem mansub olarak okunmaktadır. Bu husustaki izahlar nedir? Diyoruz ki: Bunun mecrûr okunması halinde, daha önce geçen, "Âd ve "Musa" ifadelerine atfedilmiş olduğu açıktır. Nitekim sen, "Falanca falancada ibret vardır... Nûh Kavml'nde de..." dersin. Bu kelimenin mansub okunması da, "Biz, bundan önce Nuh'un kavmini de helak ettik" takdirindedir. Çünkü bundan önce gecen ifadeler, bir helake delâlet etmektedir. O halde bu ifade, öncekilerin mahalline atıftır. Buna göre ayetteki, "Daha evvel" ifadesinin manası açıktır. Hak teâlâ sanki, "Biz daha önce Nuh'un kavmini de helak ettik" buyurmuştur. Birinci kıraata göre, ifadenin takdiri, "Nuh'un kavminde de, Semûd, Ad ve diğerlerinden önce, sizin için ibretler vardır" şeklindedir.

Hak teâlâ daha sonra, "Biz göğü, ellerimizle yaptık. Çünkü biz muhakkak, kudrete sahibiz" buyurmuştur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın birliğini, daha önce geçen ifadeler ise, hasrın olacağını gösteren ayetlerdir. Bu ifade "Sizler, Allah'ı bırakıp da taptığınız o şeylerin, hiçbirşeyi yaratamadığını biliyorsunuz. Dolayısıyla onları Allah'a ortak koşmanız doğru olmaz" manasınadır. Yahut şu da denebilir: Bu tehditten sonra, yine delil getirmeye başlamadır. Çünkü göğün yapımı, Allahü teâlâ'nın, maddeleri ikinci kez yaratabileceğinin delilidir ve tıpkı, "Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kadir değil mi?" (Yâsin, 81) ayetinde ifâde edildiği gibidir.

Bu ayetle ilgili birkaç mesele var:

Birinci Mesele

"Tefsir şartı üzere mansub olma" (iştigal), birkaç yerde tercih edilir: Atıf, cümleye yapıldığında, takdir buna göre yapılır. O halde cümle hangisidir? Diyoruz ki: Buradaki ve ifadeleri hakkındaki izahlarımızın birinde, bunun takdirinin, "Âd'in ve Semûd'un haberi sana geldi mi?" şeklinde olduğunu ve bunların, 'İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?" (zâriyât, 24) ayeti üzerine atfedildiğini söylemiştik. Bu izaha göre, daha önce olan o cümlenin, fiil cümlesi olduğunda bir kapalılık yoktur. Bu izahın dışındakilere göre, câr ve mecrûr, ref'den ziyade nasb'a yakındır. Binâenaleyh bunun, mansub olana atfedilmiş olması daha evlâ olur. Bir de ayetlerdeki, ve gibi ifâdelerin hepsi fiildir. Binâenaleyh burada, nasb daha tercihe şayandır.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, gökler hakkında "bina" (yapma) ifadesini tekrar etmiştir. Nitekim "Göğe ve onu yapana yemin olsun ."(Şems, 5); 'Yoksa göğü (yaratmak mı daha zor ki) onu Allah bina etmiştir"(Naziat, 27) ve "O, Allah, yeryüzünü size karargâh, gökyüzünü de bir bina kılandır" (Mû'min,64) buyurmuştur. Binaenaleyh bunun hikmeti nedir? Deriz ki: Bu hususta birtakım İzahlar yapılabilir:

a) Bu yapma, Kıyamet kopuncaya kadar, kendisinden hiçbirşey düşmeden ve hiçbir parçası yok olmadan devam edecektir. Ama yer isa, devamlı bir değişme ve tebeddül içindedir. Binâenaleyh bu demektir ki: Yeryüzü yayılıp serilen, dürülüp taşınan bir yatak, gök de, devamlı aynı durmak üzere yapılmış bir bina gibidir ki, Hak teâlâ, "yedi şiddetli, kuvvetli gök" (Nebe, 12) ifadesiyle buna işaret etmiştir. Yeryüzüne gelince, bunun büyük bir kısmı deniz olmuş, daha sonra da yeniden toprak olmuştur.

b) Gökyüzü, başların üzerinde bina edilmiş bir kubbe gibi görülür. Yeryüzü ise, serilmiş ve oval haldedir. Bina (edilen) İse, kaldırılmaya daha uygundur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Ve, tavanım yükseltti..." (Naziât, 28) buyurmuştur.

c) Hükemâdan birisi şöyle demiştir: "Semâ, ruhların meskeni; yeryüzü ise, amellerin yeridir. Mesken ise, bina edilmeye daha uygundur." En İyisini bilen Allah'tır.

Üçüncü Mesele

Aslolan, âmilin mamulü üzerine takdim edilmesidir. Fiil ise, âmildir. O halde, ayetteki (......) ifâdesi, yine ayetteki (......) kelimesinin âmilidir. O halde mefülün, fiili üzerine takdim edilmesindeki hikmet nedir? Cenâb-ı Hak şayet demiş olsaydı, daha veciz ve daha kısa olurdu!? Deriz ki: Marifetullah'a tefekküre dalan şahıs nezdinde, yaratıcı, yaratacağı şeyden önce gelir. Binâenaleyh maksat, yaratıcıyı isbat etmek olunca, Cenab-ı Hak, delili önde zikrederek âdeta, "Kendileri hakkında şüphe etmediğimiz o süslü ve müzeyyen semâyı biz yaptık. Şimdi siz bizi, (direkt olarak) tanımryor iseniz, bunun vasıtasıyla tanıyınız.." demek istemiştir.

Dördüncü Mesele

Bu âyetlerin maksadı, kendisinin vahdaniyyetini isbattır. O halde daha niçin, "Biz onu bina ettik..." demiş de,

"Ben onu bina ettim" veya "Allah onu bina etti" dememiştir. Biz diyoruz ki: tasarruf ve tek başına davranma hususlarında bir ortağın bulunmadığına daha fazla delâlet eder. Halbuki, "Ben onu bina ettim" ifâdesinde bir ortaklığın olması mümkündür. Bu ifâdenin izahı şöyledir: Ayetteki ifâdesi, onların o taptığı ilahların, ifâdesindeki zamirin ilâhlar olduğu vehmini doğurmaz.. Çünkü o ilahlar, ya yontulmuş putlardır, yahut da onların, putlarına aynı şekli verdikleri ve aynı karakterde yaptıkları yıldızlardır. Yontulmuş putların semâ'dan yana herhangi bir şey yapmadıklarında şüphe yoktur. Ama yıldızlara gelince, bunlar gökte bulunurlar ve oraya muhtaçtırlar. Dolayısıyla, o gökyüzünün bina edeni bunlar olamazlar. Tam aksine, o gökyüzünün bunlar için bina edilmiş olduğu ve onların mekânı haline getirilmiş olduğu söylenebilir. Binâenaleyh, onların söyledikleri şey akla ve hayale dahi gelmeyince, Cenâb-ı Hak, "Biz yaptık biz! Biz, onların dediği ve taptıkları şeyden başkayız. Binâenaleyh, o putlar, bize ortak olmaya layık olamazlar. Çünkü semâdan başka ve mertebece semadan daha aşağıda olan şey, göğün yaratıcısı ve banisi olamaz. O halde anlaşıldı ki, ayetin bu ifadesiyle tazim ifade eden çoğul kastedilmiştir. Nass, Allah'ın azametini ifâde etmiştir. Azamet ise, ortaklığı daha fazla nefyedicidir. Böylece, ayetteki ifâdesinin, "Ben onu yaptım; Allah onu bina etti" ifâdelerinden daha fazla ortaklığı nefyettiği sabit olmuş olur.

Cemi Sigasının Azamete Delâleti

Buna göre şayet, "Şayet, sen niçin çoğulluk azamete delâlet eder dedin?" denilirse, biz deriz ki, buna şu iki açıdan cevap verebiliriz:

a) Söz, dinleyenin anlayış miktarına göre getirilir. Dinleyen ise insandır. İnsan, "görünür âlemi, gayb alemine kıyas eder." Enbiya, 22 ayetinin tefsirine bakınız (ç.). Zira, insanlar nezdinde büyük bir kimse, bir işi, ordusu ve hizmetcileriyle yapan, o işi bizzat kendisi yapmayan kimsedir. Binâenaleyh hükümdar, "Biz yaptık.." der, ama "Bu işi, emrimizle, hizmetkârlarımız yaptı" manası kastedilir ki, bunda bir tazim vardır, işte görülmeyen hakkında da böyledir.

b) Bir söz, birisi tarafından söylenir, diğerleri de ona razı olursa, o sözü söyleyen "Biz, hepimiz böyle yaptık.." der. Yine, sadece bir kısmı tarafından yapılabilen bir fiil üzerinde, bir kalabalık toplanıp da, meselâ, yırtıcı bir hayvanı öldürmek için büyük bir kalabalık çıkıp onu öldürdüklerinde, herkes bu işe razı olduğu ve herkes aynı şeye yöneldiği için- "Falanca beldenin halkı onu öldürdü.." denilir. Bunu iyice kavradığın zaman, şimdi bil ki Allahü teâlâ, hiç kimsenin reddedemeyeceği ve herkesin boyun eğeceği bir İşin yapılmasını emrettiğinde Allah, "Yaptım" yerine, "yaptık!.." ifâdesini kullanır. Bu büyük hükümdar hakkında, O'nun hiçkimsenin inkâr edemeyeceği ve hiçbir nefsin reddedemeyeceği bir ululuk üzere olduğunda ittifak etmişizdir.

Ayetteki, ifâdesi, "kuvvet ile" anlamındadır. Bu kelimenin kuvvet manasına geldiği meşhurdur. Cenâb-ı Hak, "O kuvvet sahibi Davud'u hatırla.. Çünkü o, daima (Allah'ın rızasına) dönen idi..." (Sad. 17) ifâdesi de bu manaya tefsir edilmiştir. Şöyle de denebilir: Buradaki (......) kelimesiyle, (yed) kelimesinin çoğulu kastedilmiştr. Bunun delili Cenâb-ı Hakk'ın, iki elimle yarattığıma..."(Sad,75) ayetidir. Yine Cenâb-ı Hak, "Ellerinizin işleyip yaptıklarından... "(Yasin, 71) buyurmuştur ki bu da, gerçekte birinci mana ile aynıdır, ona râcidir. Şimdi buna göre bu demektir ki, Cenâb-ı Hak "yarattım' dediği yerde, demiş, çoğula çoğul ile mukabele edilsin diye, "Biz yaptık" dediği yerde demiştir.

İmdi şayet, "Cenâb-ı Hak, (Yasin, 71) dedeği gibi, niçin dememiştir? denilirse, biz deriz ki: Bu, şu yüce hikmetten dolayıdır: Hiç kimse, semânın, Allah'tan başkası tarafından yaratılmış olabileceğini hatırına getiremez. Halbuki, hayvanlar, canlılar böyle değildir. İşte Allah orada da, bu hayvanları kendisi bizzat, vasıtasız olarak yarattığını açıkça beyan etmek için, buyurmuştur. Aynı sebepten dolayı, izafetle, "ki elimle yarattığıma.." demiş, kendisine İhtiyaç duyulmadığı için, izâfetsiz olarak semâ hakkında da demiştir.

Burada bir başka İncelik daha vardır ve şöyledir: Orada Cenâb-ı Hak, mef'ûle ait zamiri hazfettikten sonra İzafet yapmış, ama meselâ (......) dememiştir. Burada ise, ait zamirini getirerek, (......) buyurmuştur. Çünkü, Yasin'de ve Sâd'da, hiç kimse, insanın mahlûk olmadığını, hayvanların mamul (halkedilmiş) olmadığını düşünemez... İşte bundan dolayı orada ait zamirini getirerek, (......) dememiştir. Ama, "semâ"ya gelince, bazı câhil kimseler, onun mahluk olmadığını iddia etmişlerdir. İşte bu sebeple Allah semânın da mahlûk olduğunu açıkça beyan etmek için, âid zamirini getirerek, (......) demiştir.

Mûslûn

Ayet-i kerimedeki ifâdesi hakkında şu izahlar yapılabilir:

a) Bu ifâde, "genişlik" maddesindendir. Yani, "Biz o semâyı, yer ve yeri kuşatan su ve hava, semâya ve onun genişliğine nisbetle, tıpkı çöldeki bir halka misâli olacak bir biçimde genişlettik" demektir. Böylesine geniş bir alanı kaplayan bir bina ise şaşırtıcıdır. Çünkü, böylesine geniş bir kubbeyi hiçbir usta yapamaz. Zira onlar, sayesinde, bu yuvarlaklığın sağlanabileceği ve birbirlerine bitişinceye değin cüzlerinin birbiriyle temasa geçebileceği bir âleti bulundurmaya muhtaçtırlar.

b) Bu ifâde, "Kadir olucularız.." anlamındadır ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah hiçbir nefse, gücünün yettiğinden başkasını yüklemez" (Bakara, 286) ayetindeki (......) kelimesi de bu manada olup, yani, "Ancak o nefsin gücünün yetebileceği şeyi..." demektir. Bu hususta bu iki ifâde arasındaki münasebet gayet açıktır. Şöyle de denebilir: Bu durumda bu, şu gayeye, yani (son esasa) bir işaret olup, son itikadı esas da, haşirdir. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Biz, semâyı yaptık ve bizler, semâ gibilerini yaratmaya da kadiriz.. (Yani, insanları öldükten sonra yeniden diriltmeye de kadiriz..) demiştir ki, bu tıpkı "Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kadir değil midir?" (Yasin, 81) ayeti gibi olmuş olur.

c) Bu ifâde, "Biz, mahlûkatın rızkını genişleticileriz" manasındadır.

Yeri Döşeyen Kudret

47 ﴿