56

"Ben, cinleri de,insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım".

Bu ayette pek çok incelikler var. Biz onları ayrıntılı bir şekilde ele alıyor ve diyoruz ki: Bu ifadenin, daha önceki kısımla münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir.

a) Allahü teâlâ, "Sen vaazet, hatırlat" buyurunca, bu "Vaazın ve hatırlatmanın en ileri şekli, mahlûkatın, ancak ibadet için yaratıldığını anlatmaktır. Binâenaleyh insanın yaratılmasının gayesi, kulluk etmesidir. O halde sen onlara bu gayelerini hatırlat, anlat ve onlara bunun dışında kalan herseyin, zamanı boşa geçirmek olduğunu bildir" manasına gelir.

b) Biz, defalarca, peygamberlerin işinin esasta iki şeye, yani Allah'a ibadet etmeye ve insanları doğruya hidayete münhasır olduğunu anlatmıştık. Binâenaleyh Hak teâlâ. "O halde onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin"(Zâriyat, 54) buyurunca, hidayet vazifesinin ümitsizlik ve hidayet yolunu tutacak kimsenin bulunmaması durumunda sakıt olabileceğini bildirmiş olmaktadır. Ama ibadete gelince, bu devamlıdır, hiç düşmez. Mahlûkatın yaratılışı da sırf ibadet içindir. Halbuki yaratma işi, hidayetten ötürü değildir. O halde bu, "Sen, o hususta gücünü, son noktasına kadar kullandıktan sonra, artık insanları doğruya iletme isini bırakıp da esas vazife olan ibadeti yerine getirdiğinde kınanmazsın" demektir.

c) Allahü teâlâ, öncekilerin yalanlamalarından bahsedince, onların yaptıklarının kötü olduğunu anlatmak için bu ayeti zikretmişti. Çünkü onlar Allah'a İbadet etmeyi bırakmışlardır. Halbuki onlar, sırf ibadette bulunsunlar diye yaratılmışlardı.

Bu ayetin tefsiriyle ilgili birkaç mesele var:

Meleklerin Zikredilmeyisin Sebebi

Melekler de, mükellefler arasındadır. Allah, onların yaratılmasındaki en büyük faydanın ibâdet olmasına rağmen, (bu ayette) bunlardan bahsetmemiştir. Onların yaratılmalarının maksadı ibâdet olduğu için, Cenâb-ı Hak, "Hayır onlar, ikrama mazhar edilmiş kullardır...(Enbiya,26) ve "Onun huzurunda olanlar kendisine ibadet etmekten asla kibirlenmezler" (Enbiya, 19) buyurmuştur. Binâenaleyh, meleklerin bu ayette zikredil memesinin hikmeti nedir? Biz diyoruz ki, buna şu birkaç açıdan cevap verebiliriz:

1) Biz, yaptığımız izahların birinde, bu ayetin, kendisinden Öncekilerle münasebetinin, kâfirlerin, yaratılış maksadlarını yapmamalarının kötülüğünü beyan etmek olduğunu anlatmıştık ki, yapmamaktan dolayı meydana gelen kötülük de, cinlere ve İnsanlara mahsustur. Çünkü cinler arasında küfür daha çok yaygındır ve onlardan kâfir olanlar, mü'minlerden daha fazladır. Zira biz, bu ayetin maksadının, onların kötülüklerini ve yaptıkları işin kötülüğünü ortaya koymak olduğunu beyan etmiştik.

2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir. Binâenaleyh Cenab-ı Hak, "Onlara hatırlatılması gerekli olan şeyi, yani yaratma işinin ancak ibâdet için olduğunu hatırlat..." buyurunca, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetini özellikle zikretmiştir ki, bunlar da, cinler ve insanlardır.

3) Putperestler, "Şanı yüce olan Allah, melekleri yaratmış ve onları kendisine yakın kılmıştır. Binâenaleyh melekler, Allah'a ibâdet ediyorlar ve onların yaratılışları da, O'na ibâdet gayesine matuftur. Biz ise, derecemiz aşağı olduğu için, Allah'a ibâdet etmeye lâyık kimseler değiliz. Binâenaleyh, biz meleklere; melekler de Allah'a ibâdet eder..." diyorlardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak da, "Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" buyurmuş, böylece de meleklerden bahsetmemiştir. Çünkü melekler hakkındaki durum, o Mekke müşrikleri arasında müsellem ve kabul edilmiş bir işti.. Binâenaleyh Allah, hakkında ihtilaflı olan hususu dile getirmiştir.

4) Ayetteki "cin" ifâdesinin, melekleri de içine aldığı; zira cin kelimesinin kök anlamının "görünmeme" masdarından olduğu, dolayısıyla, meleklerin de diğer canlılar tarafından görülmediği ileri sürülmüştür. Bu izaha göre, ayette cin ifâdesinin önce getirilmesi, meleklerin bu kavramın muhtevasına girmiş olmasından ve ihlas ve ibâdetlerinin çok ileri derecede olmasından dolayıdır.

5) Bazı kimseler de şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hak her ne zaman yaratma işinden bahsederse, oradaki takdir, kütte ve zaman açısından olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattı... "(Furkan. 59), "Yeri iki günde yarattı..."(Fussilet, 9) ve "... iki elimle, "ellerimle" yarattığım (Adem)e..." (Sad, 75) v.b. buyurmuştur. Zaman ve kütlenin söz konusu olmadığı yerde ise, bu yaratma işini "emr" (iş, emir) kelimesiyle ifâde etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Bir şeyi dilediği zaman O'nun emri, ona "ol!" demesi, onun da oluvermesidir" (Yasin,82), "De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir..."(isra,85) ve "Dikkat edin: Yaratma da emir de O'nundur..." (Araf, 54) buyurmuştur. Melekler de, ruhlar gibi, "emr" âlemindendir. Cenâb-ı Hak onları, herhangi bir zaman boyutu olmaksızın yaratmıştır. O halde, ayetteki ifâdesi, mahlûkat aleminden olanlara bir işaret olup, melekler bu ifâdenin muhtevasına girmezler. Bu görüş, Cenâb-ı Hakk'ın "Allah, her şeyin halikıdır..."(En'am.202) beyanından dolayı bâtıldır; o halde melekler de, (emr âleminden değil), mahlûkat âlemindendir.

Cinlerin Önce Anılmasının Sebebi

Hangi hikmetten dolayı, ayette cinler insanlardan önce zikredilmiştir? Biz deriz ki: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

a) Bunların bir kısmı, birinci meselede geçti.

b) İbâdet, gizli ve açıktan olmak üzere ikiye ayrılır. Gizli yapılan ibâdetlerin açıktan yapılan ibâdetlere bir tür üstünlüğü vardır. Cinlerin ibâdeti ise gizli olup, o İbâdetlerin içine, büyük oranda riya giremez. İnsanların ibâdetlerine gelince, bu ibâdetlerin içine riya karışabilir. Çünkü insan, Allah'a bazan, hemcinsinden (insanlardan) dolayı, onlar için ibâdet eder. Bazan da, cinlerden haber almak, yahut da onlardan korktuğu için ibâdet eder. Halbuki cinler böyle değildir.

Allah'ın Fiilerinde Gaye Arama

Allah, yaptığı şeyleri herhangi bir maksattan dolayı yapmaz. Aksi halde, o maksatla kendisini tamamlamış olur. Halbuki Cenâb-ı Hak, bizatihi kâmildir. O halde, Allah'ın emirleri için daha nasıl birtakım maksatlar, gayeler, sebepler düşünülebilir? Biz diyoruz ki, işte Mutezile bu ayete tutunmuş ve "Allah'ın fiilleri birtakım maksatlardan dolayıdır" demiş, bu görüşü kabul etmeyenlere reddiyede bulunma hususunda da ileri gitmişlerdir. Biz ise diyoruz ki: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

1) "Talî!" (bir şeyi bir sebebe bağlamak), lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır: "Lafzî" her ne kadar hakikatte, o iş ondan ötürü, onun için olmasa dahi, o işi idare eden, ona bakanın ona bu ismi vermesi, onun sebebinin bu olduğunu söylemesidir. Bunun misali şudur: Bir hükümdar, beldesinden çıkıp da düşman beldesine girsin, kalbinde de başka bir şey değil, (bu hareketiyle) sırf askerini yormak kastı bulunmuş olsun.. Binâenaleyh, esasen maksat bu olduğu halde, lafzan bu, illet olmaya elverişli değildir. Şimdi bu kimse, "Ben ancak, bir ücret elde etmek için veyahut da bir güzellikten istifâde etmek için yolculuk yaptım.." diyecek olsa, "Bu bir şey değil ve bu iş buna bağlanamaz..." denilir. Ama bir kimse, bu gibi yerlerde, düşman beldesine girip onları korkutmak için sefere çıktığını söylese, öne sürdüğü bu sebep tasdik olunur. O halde, "lafzî sebep", muteber olan bir menfaati, kendisinde menfaat bulunan bir işin illeti ve sebebi yapmaktır.. Her ne kadar gerçekte böyle bir kâr etme söz konusu olmasa bile, başlangıçta, "Kazanmak için ticaret yaptı.." denilir. Bunu iyice kavradığına göre, şimdi biz diyoruz ki: Hakikatler, insanlarca (tam olarak) bilinemezler. Nasslardan anlaşılan şey, onların lafzî manalarıdır. Ne var ki, bir şeyde bir fayda bulunduğunda, onu, lafzan bir illet kabul etmek doğru olur. Münakaşa ise, lafızda yatan hakikat hususundadır.

2) Bu, tıpkı Allah kelâmında geçen temenni ve terecci gibi bir takdirdir. Buna göre Cenâb-ı Hak adetâ sanki şöyle demek İstemiştir: "Mahlûkat nezdinde ibâdet, bir şeydir. Eğer o sizin fiillerinizden olsaydı, bu fiilin ibadet için olduğunu söylerdiniz. Bu tıpkı bizim, Cenâb-ı Hakk'ın "umulur ki öğüt alır..."(Taha, 44) ayetini "Siz onun öğüt almasını umabilirsiniz" şeklinde ve "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek... "(Araf, 129) ayetini de, "Sizce, siz O'nun helak etmesini umabilirsiniz" şeklinde tefsir etmeniz gibidir. Böylece sizler, bu işin yakın olduğunu söyleyebilirsiniz.

3) Lâm, meselâ Cenâb-ı Hakk'ın "Güneşin kayması anında ... güzelce namazını kıl" (isrâ. 78) ve "Onları İddetlerine doğru boşayınız" (Talak. 1) ayetlerinde olduğu ve bununla, "yaklaşmak" manası kastedildiği gibi, illet ve sebep olmaya müsait olmayan yerlerde de bulunabilir ki, bu gibi yerlerin tamamında böyledir. (Yani bulunur, ama illet değildir.) Buna göre mana, "Yaratma İşi ibâdetle içiçedir. Yani, ibâdetin farziyyeti ile içiçedir" demek olup, bu da, "Ben onları yarattım ve onlara, ibâdet etmelerini farz kıldım" demektir.

"Hakikî" manada bir illetin olamayacağının delili şudur: Allah, her türlü menfaatten müstağnidir, uzaktır, azadedir. Binâenaleyh, O'nun fiilleri ne kendisine ne de başkasına yönelik bir menfaatten dolayı olamaz.. Çünkü Allahü teâlâ, o menfaati başkasına herhangi bir işi vasıta kılmaksızın da ulaştırmaya kadirdir. Binâenaleyh, o işin vâsıta olması illet olsun diye değildir. Allahü teâlâ'nın, herhangi bir işi, illet olsun diye değil de, o ameli vasıta kılarak yaptığı sabit olunca, bu mesele onlara, (yani Mu'tezile'ye) gerekli ve lâzım olmuş olur.. Bu husustaki nasslara gelince, bunlar sayılmayacak derece çok olup, pekçok çeşitleri vardır. Bunlardan meselâ, saptırma işinin Allah'ın fiili ile olduğuna delâlet edenler vardır. Bu, meselâ Cenâb-ı Hakk'ın, "Dilediğini saptırır..." (Fatır. 8) ve benzeri ifâdelerinde olduğu gibidir. Yine bunlardan eşyanın tamamının Allah'ın yaratması ile olduğuna delâlet edenler vardır. Bu da meselâ Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah, her şeyin yaratıcısıdır..."(Enam, 102) ayetinde olduğu gibidir.. Yine, bu ayetlerden, böyle bir illetin olamayacağına açıkça delâlet edenler vardır.

Meselâ bunlar da, Cenâb-ı Hakk'ın "Yaptığından mesul olmaz, sorulmaz..." (Enbiya, 23), "Allah, dilediğini yapar.." (Al-i İmran, 40) ve "Allah, dilediği şekilde hükmeder.."(Maide, 1) ayetlerinde olduğu gibi. Bu husustaki tafsilat müfessire değil, itikâd esaslarından bahseden ketâmcıya bırakılmıştır.

Dördüncü Mesele

Cenâb-ı Hak, hem "Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, (sırf) bahirinizle tanımşanız için büyük büyük milletlere (...) ayırdık.. "(Hucurat, 13) buyurmuş, hem de bu ayette, "Bana kulluk etsinler diye..." buyurmuştur. Binâenaleyh, bu İki ifâde arasında bir fark var mıdır? Biz deriz ki: Hayır, yoktur. Çünkü Allahü teâlâ, o insanları büyük büyük milletler kılmasını, tanışmaları sebebine bağlamış; burada da onları yaratma işini, ibâdet amacına bağlamıştır.. Cenâb-ı Hakk'ın oradaki, "Allah katında en şerefliniz, Allah'a en fazla saygılı olanınızdır" buyruğu, burada ele aldığı şeyin delilidir ve buna da uygundur. Çünkü kişi, en müttakî olduğu zaman, amel bakımından da en çok İbâdet eden ve en çok ihlâslı olan olmuş olur. Böylece de ondan istenen, varlık âleminde en mükemmel şey olmuş olur. Dolayısıyla da bu kimse en kerim ve en kıymetli kimse olmuş olur. Bu tıpkı, menfaati bir fayda olup, fakat o menfaati meydana getiren cüzlerin bazısının, o faydanın bütünü içinde daha çok faydalı ve menfaatti olan bir şey gibidir... Meselâ su, temizlik yapmak ve içmek için yaratılmıştır. İşte bu menfaat içinde, saf su daha çok faydalıdır. Böylece de bu saf su, başka sudan daha kıymetli olmuş olur. Kendisinden istenen şeyin, kendisinde ileri derecede bulunduğu kul da, bunun gibidir.

İbadet Kavramı

Cinlerin ve insanların, kendisi sebebiyle yaratılmış olduğu o ibâdet nedir? denilirse, biz deriz ki: Bu, Allah'ın emrine olabildiğince saygı duymak, mahlûkatına karşı şerefli olmak... Çünkü şeriatin bütün hükümleri, bu iki tür şeyden hâli değildir. İbâdetlerin özelliklerine gelince, bu husustaki kanunlar, konum, şekil, azlık-çokluk, zaman-mekân, şartlar ve rükünler bakımından farklı farklıdırlar. Celâl ve ikram sahibine yakışan tazim, aklen bilinemeyeceğine göre, bu hususta şer'î kanunlara yapışmak ve peygamberlerin sözlerini almak gerekir. Çünkü Allah İbâdetin bu iki çeşidi hususunda kullarına peygamberler göndermek ve bu husustaki yollan izah etmek suretiyle lütufta bulunmuştur. Ayetteki, "bana İbadet etmeleri için" fiilinin manasının, "Beni tanımaları için..." şeklinde olduğu da ileri sürülmüştür. Hazret-i  Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir hadis-i kudside "Ben, gizli bir hazine idim; dolayısıyla bilinmek, tanınmak istedim Buhari, Ezan, 148. dediği rivayet edilmiştir.

"Mahluklardan Rızık İstemem"

56 ﴿