9

"Teraziyi adaletle doğrultun ve tartıyı eksik yapmayın diye...".

Bu ayet de, "Mîzânda haksızlık etmeyin diye..." ayetinden kastedilenin, "Tartmada haksızlık etmeyin" manası olduğuna delâlet eder. Çünkü, "Teraziyi adaletle doğrultun" ifadesi, tıpkı, "Mizanda haksızlık etmeyin" ayetinin bir açıklaması gibidir. Haksızlık, o işi adaletle ifâ etmemektir.

Ayetteki, "Teraziyi adaletle doğrultun" ifadesi hakkında, şu iki izah yapılabilir:

a) Ayetteki, (......) ifadesi, (......) manasına olup, tıpkı "Namazı ikame edin" yani, "Onu ifâ edin" ifadesi gibi olur. Çünkü fiil bazan, harf-i cer ile, bazan da, başına getirilen (ziyâde edilen) hemze ile müteaddi olur. Nitekim sen, "O onu götürdü" dersin. Yine aynı manada olmak üzere, "Onunki gitti" dersin.

b) (......) ifâdesi, doğrudan doğruya (doğrultan) manasınadır. Nitekim ağaç-dal hakkında, ve "Onu doğrulttum" dersin.

İsimden Fiil Yapma

"Kist" kelimesi, adalet manasınadır. Eğer, "O halde daha nasıl fiili, (âdil oldu) manasına değil de, "zulmetti" manasına kullanılmaktadır" denilirse, biz deriz.ki: Kist kelimesi, o fiilin masdarı değil, isimdir. Masdar olmayan isimleri, birisi yaparsa o hususta, (falan şeyi yerleştirdi) manasında, denir. Nitekim, hediye verdi koku dağıttı, şey manasında, fiilleri kullanılır. Yine sen, kabza yaptı manasında, (kılıca kabza yaptı); "O elbiseye alem (işaret) yaptı manasında, elbiseyi ala metlendirdi, dersin. Yine "Ata eğer vurdu ve gemledi manasında, denilir, Binâenaleyh birisi, birisine "kist", (adaleti) emrettiğinde veya yaptığın da, denilir. Ki bu "Adil oldu" manasınadır.

"Kist" kelimesine gelince, bu kelime masdar değil isimdir. İsim ise, aslında masdar olmayıp, kendisinden bir fiil yapıldığında, bu fiili yapan kimse, onu aslından değiştirmiş olur. Bunun misali, (omuz) kelimesidir. Meselâ sen, dediğinde, sanki "O şeyi, istifade editiriikten çıkardım ve değiştirdim" demiş olursun. Çünkü bunun manası, "Onun iki omuzunu birbirine bağladım. Binâenaleyh o mektûftur, omuzlan bağlanmıştır" şeklindedir. Dolayısıyla, "ketf" de tıpkı "kist" gibi. isimden elde edilmiş bir masdar olur ve bundan elde edilen fiilin manası ise. "olması gereken şekilden başka şekle soktu" şeklinde olur.

Bu izaha göre, artık "Kâsit ile muksitin asılları aynı değildir" deme gibi bir söze gerek kalmaz. Hem sonra nasıl, "şikâyetini geri aldı" manasında, "yabancılığı giderdi" manasında, denildiği gibi, "kıstı (adaleti) giderdi" manasında denilebilir. Bu incelemede şöyle bir fayda var: Meselâ bir kimse, "Falanca falancadan daha âdildir" dediği gibi, Allah "Sizin böyle yapmanız, Allah katında daha âdildir" (Bakara, 282) buyurmuştur. Halbuki ism-i tafdillerde aslolan, bunların sülasî mücerred fiillerden olmasıdır. Fakat sen, (Daha zalim ve daha adil) kelimelerinin, kelimelerinden (yani adilden daha âdil - zâlimden daha zâlim manasında) olduğunu söylersin. Aynen bunun gibi, (daha âdil) kelimesinin, (adaletli) kelimesinden olması gerekir. Halbuki bu, "kâsifdan değildir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, bunun aslı, "kist" ismidir. Kist ise, "Kendisinde olmaması gereken şey, bulunan şey" manasınadır. İşte fiili, bu şeyi kaldırmak, onu aslına, olması gerektiği şekle döndürmek demektir. Böylece aslına uygun olmuş olur. İsm-i tafdiller de, ikinci derece olanlardan değil de, asıl olanlardan elde edilir. Nitekim, (......) kelimesi, müştak olduğu (türediği) asta, yani "kısf'a daha yakındır. Ama "zalim" ile "muzlim" böyle değildir. Zira (......) kelimesi, "zâlim"den müştaktır. Çünkü (......) hem lafzan, hem manaca, astına daha yakındır. "Âtim" ile "mu'lim" ve "haber" ile "muhbir" de böyledir.

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Tartıyı eksik yapmayın..." buyurmuştur. Ki buradaki "mîzân" kelimesi de, "hem tartılan şeyi, hem de tartmayı noksan yapmayın" demektir. Cenâb-ı Hak bu ifadeyi, her defasında bir başka manaya olmak Üzere üç kez kullandı. Binâenaleyh birincisinde, tartı aleti ve o aleti koyma (insanlara verme); ikincisinde, masdar manasına, "mîzânda yani tartmada haddi aşmayın manasına; üçüncüsünde de, ismi mef'ûl manasında, "Mizanı eksik yapmayın, yani ölçülen-tartılan şeyi eksik yapmayın" manasında kullanmıştır. Ama bu üç manayı da, "mîzân" kelimesiyle ifade etmiştir.

Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, bu lafız daha çok incelik ve mana ihtiva etmekte olup, tıpkı "Kur'ân" lafzı gibidir. Zira Hak teâlâ, "Kur'ân" kelimesini, "Onun Kur'ân'ını (yani okunmasını) takib et" (Kıyame, 18) ayetinde masdar manasına kullanmıştır; "Onun toplanması ve Kur'ân'ı Bize aittir" (Kıyame, 17) ayetinde ism-i mef'ul, yani okunan şey manasına; "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü bir Kur'ân olsaydı, elbette bu Kur'ân olurdu" (Rad, 31) ayetinde ise "içinde okunan şeyin bulunduğu kitap" manasına kullanılmıştır. Buna göre Kur'ân okumak için alet ve mahal durumunda olmaktadır. Cenâb-ı Hak, hem, "Andolsun ki biz sana seb-i mesanfyi ve şu büyük Kur'ân) verdik"(Hicr, 87) ayetinde, hem de Kur'ân'ın pekçok yerinde, "Kur'ân" lafzını, bu Kerîm kitâb anlamında getirip zikretmiştir. Kur'ân ile mîzân - tartı, ölçü- arasında bir münasebet vardır. Çünkü Kur'ân'da, diğer kitaplarda bulunmayan ilim; mîzân'da da, diğer âletlerde bulunmayan adalet vardır.

Takdim Tehirdeki İncelik

Eğer (Rahman, 7) ayetinde fiilin sonra gelip (Rahman, 7) ayetinde, fiilin el-mîzân kelimesinden önce getirilmesinin hikmeti nedir?" denilirse, biz deriz ki: Görülebilenler hariç, Allah'ın kelimelerinin herbirinde, beşerin ilminin kendisini kuşatamayacağı bir biçimde faydalar ve hikmetler bulunduğunu defaatta anlatmıştık. Burada göze çarpan ise şudur: Daha evvel de belirttiğimiz gibi, Allahü teâlâ, sekiz tür nimetinden bahsedip, bu nimetlerin bazısı, insana diğer bazısından daha özgü olunca, insana daha has ve özgü olan yerlerde, fiili önce getirmiştir. Bu, tıpkı, daha evvel de o binleri verdim; senin nice onlukların hasıl oldu..." der. Ama, az olan şeyler hususunda, fiili açıkça kendisine isnat etmez. Yine, (insana) Özgü olan nimetler hususunda, "Sana, şunu verdim" der, müşterektik arzedenler konusunda ise, "Aranızda taksim ettiğiniz şeylerden sana şu kadar ulaştı..." gibi, ifadeler kullanır da, hususîlik arzeden yerlerde, meselâ verme işini açıkça zikreder, müştereklik söz konusu olan yerlerde ise, fiili, kendisine açıkça nisbet etmeyebilir. İşte, burada da Cenâb-ı Hak, dört şeyi, fiili, Önce getirerek, zikretmiş ve meselâ buyurmuş; dört şeyi de, ismi öne alarak zikretmiş ve meselâ ve buyurmuştur. Zira, Kur'ân öğretmenin faydası, insanı daha çok ilgilendirir. İnsanı yaratma işi de, yine o insanla ilgili bir şeydir. Ona beyânı öğretmek de böyledir, mîzânı koymak da böyledir. Çünkü bunlardan faydalananlar insanlardır, yoksa ne melekler ne de diğer hayvanlardır. Ama, güneş, ay, gövdeli gövdesiz bitkiler, gökte ne var ise, yerin üzerinde, semânın altında bulunan her canlının yararlandığı şeylerdir.

Arzın Yayılması

9 ﴿