13"O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" Bu ifâdeyle ilgili birkaç bahis vardır: Muhatap Cin ve İns'tir Birinci Bahis: Ayetteki hitap kimedir? Biz deriz ki, bu hususta şu izahlar yapılabilir: 1) İnsanlara, cinlere. Bu konuda da şu üç izah yapılabilir: a) "el-en'am" kelimesinin, cinlerin ve insanların ismi olduğunun söylenmesi. Bu daha önce geçmişti. Böylece, hitap zamiri, el-enâm'daki cinsliğe (yani, insan ve cinsine) raci olmuş olur. b) el-enâmm "insanlar" manasınadır. Cinler ise, niyette kastedilip, daha sonra da Cenâb-ı Hakk'ın, "Cinleri de ... yarattı..."(Rahman, 15) ifadesiyle açıkça zikredilince, hitap zamirinin buna da raci olması caiz olmuştur. Nasıl böyle olmasın ki? Hiçbir şey zikredilmediği halde, zamirin, niyette gözetilen ve kastedilen şeye raci olması caiz olmuştur. Nitekim sen, Zeyd'i ve Amr'ı niyetle kastederek, "O ikisin den hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemem" diyebilirsin. c) Hitabın, lafzan zikredilenlere değil de, niyetle kastedilenlere raci olması. Buna göre Cenâb-ı Hak, adeta "Ey sakınan, ins ve cin! O halde Rabbinizin, hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" buyurmuştur. 2) Yani Hitap, erkek ve dişiyedir. Hitap bu ikisine yapılmlış, zamir de bu ikisine raci olmuş olabilir. 3) Bu ifâdenin takdiri, "Rabbinin hangi nimetlerini yalanlıyorsun" sözünün tekrar kastedilerek böyle tesniye şeklinde gelmiştir. Bu tekrar ile de te'kîd kastedilmiştir. 4) Umumîlik kastedilmiştir. Ne var ki, âmm ifâdenin muhtevasına, sayesinde bütünün bir araya geldiği, iki kısım dahil olur ve hiçbir şey de 'âmm ifâdenin dışında kalmaz. Çünkü sen, "Allahü Teâlâ, düşünebilenleri (aklı olanları) de düşünmeyenleri (aklı olmayanları) da yaratmıştır"; yahutta, "Allah, ortada olanı da olmayanı da bilir" vs. şeklinde deyip de, toplayıcı ve şümullü bir taksimat yaptığında, işte o zaman bir umumîlik meydana gelmiş olur. Buna göre, Cenâb-ı Hak adeta, "Ey o iki kısım, o halde Rabbinizin, hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" demek istemiştir. Bil ki, derleyici ve şümullü bir taksimat, asla, iki şeyden hali kalmaz.. Ve toplayıcılık da, ancak o iki şey sayesinde elde edilir. Eğer ilâve yapılıyorsa, bil ki orada, iki kısımdan birinin, diğerinin muhtevasına girdiği iki kısım vardır. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz. Meselâ sen, "Renk, ya siyahtır, ya beyazdır, yatıutta kırmızıdır, sarıdır veya başkasıdır" dediğinde, sen adeta, "Renk, ya siyahtır, ya siyah değildir; ya beyazdır, ya beyaz değildir; sonra beyaz olmayan da, ya kırmızıdır veya değildir" vs. demiş olursun. Böylece Cenâb-ı Hak, işte ayetinde, "Hiç kimsenin, hiç bir şeyin, Allah'ın nimetlerini yalanlaması mümkün değildir" manasında, derleyici bu iki kısma işaret etmiş olur. 5) "Yalanlama", münafıklarda olduğu üzere, lisanla değil de, kalble olur. Bazan inatçı kimselerde olduğu gibi, kalb ile değil de, lisân ile olur. Bazan da, her ikisiyle olur. O halde, yalan ve yalanlama işi, ya dil ile ya da kalb ile olmuş olur. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Ey o kalb ve dil, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz..." demek istemiştir. Çünkü nimetler, inatçı kimsenin yalanlamasını sürdüremeyeceği bir noktaya varmıştır. 6) Yalanlayan, Resulü, Kur'ân'daki nakiî delilleri, afâk ve kendisindeki aklî burhanları yalanlamıştır. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, sanki, "Ey bu iki hususu yalanlayanlar! Rabbiunizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Halbuki, risâletin delilleri apaçık ortadadır. Çünkü Rahman, Kur'ân'ı öğretmiştir; vahdâniyyetin delilleri ortadadır. Çünkü, Allah insanı yaratmış, ona beyânı öğretmiş, semâyı yükseltmiş, yeri de ayaklar altına sermiştir" demek istemiştir. 7) Yalanlayan, bazan bilfiil yalanlamada bulunmuştur; bazan da, henüz kendisinden o yalanlama sudur etmemiştir; ancak ne var ki, yalanlamada bulunacağı umulmaktadır. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hakk, "Ey yalanlayan, yalanlıyorsun, yalanla içice bulunuyorsun.. Kalbinde de, yalanlama depreşiyor.. Ama Rabbinin hangi nimetlerini yalanlayacaksın?.." demek istemiştir. Bu izahlar, birbirine yakın izahlardır. Bu izahlardan en bariz olanı ise, ayetteki hitabın, inse ve cinne olmasıdır. Çünkü bu sûrede, bu ikisinden, "Ey ins ve cin, ileride size yöneleceğiz" (Rahman. 31), "Ey cin ve insan cemâati, göklerin ve yerin bucaklarından geçmeye gücünüz yetiyorsa (...) "(Rahman, 33) ve "O, insanı testi gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıktan yarattı. Cânnı (cinni) da, yalın bir ateşten yarattı" (Rahman, 14-15) ayetleriyle bahsetmiştir. "Çift", Kur'ân-ı Kerim'de, pekçok kez vârid olduğu ve bütününü şümulüne alan iki türün kastedilmesi ile de, umumîlik söz konusu olduğu için, işi umûmî kılmanın evlâ olduğu söylenebilir. Çünkü, eğer, kastedilen şey, şayet, Cenâb-ı Hakk'ın "O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" diye hitap ettiği ins ve cin taifesi olmuş olsaydı, bu ifâdeyi, sadece insanın yaratılışından bahsettikten sonra böyle söylemez, tam aksine, hitapta bulunarak, "Ey insan, biz seni, "salsat'dan; ey cin, seni de, yalın bir ateşten yarattık.." derdi. Yahutta, "Ey insan, O seni yarattı..." derdi. Çünkü ilgili kelâm her ikisine birden hitaptır. Ama, Cenâb-ı Hak, insanın yaratılışından bahsedince, bu, muhatabın başkası olduğuna delâlet etmiştir ki, bu başkalık da umumîliği doğurur. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Ey halk ve dinleyenler. Biz, insanı, testi gibi tınlayan bir nesneden, cihni de yalın bir ateşten yarattık..." demiş olur. Bu konudaki açıklamamız, eğer Cenâb-ı Hak lütfederse, bu sûrenin tefsirinde yer yer gelecektir. Sarih İsimsiz Zamir İkinci Bahis: Herhangi bir muhatap geçmediği halde, ayetteki böylesi hitabın hikmeti nedir? Biz deriz ki bu, "iltifat sanatı" türündendir. Çünkü, sûrenin başı, dinleyen herkese hitap etmektedir. Buna göre, Cenâb-ı Hak adeta, "Rahman, Kur'ân'ı öğretti" deyince, "Ey dinleyenler, dinleyiniz!" demiştir. Ki bu tür hitap, caydırmak ve uyarmak için yapılır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki o yalanlayan gafil kimsenin dikkatini, kendisini, Rabbisinin huzurunda duruyor gibi farzetmesine ve Rabbisinin de kendisine, "Sana, şöyle şöyle... nimetler verdim. O halde, Rabbinin hangi nimetlerini yalanlıyorsun?" demesine çekmiştir. Şüphe yok ki, böylesi bir durumda, bu kimse, şüphesiz Rabbinin huzurunda olmadığı zamankinden daha fazla utanacaktır. Rabb İsminin Seçilmesi Üçüncü Bahis: "Rabb" kelimesinin secilisindeki hikmet nedir? Cenâb-ı Hak, hitap ettiğinde, bir kimseye hitap etmeyi diler ki, bu hitap eden de, orada bulunan bir mütekellim, konuşan kişidir. O halde, daha ne diye, "Rabbinizin nimetlerini yalan sayıyorsunuz..." demiş ve muhataba isnat edilen bu yalanlama, orada bulunmayan için de söz konusu edilmliştir? Şayet sadece, "Hangi nimetlerimi yalanlıyorsunuz?" deseydi, daha uygun bir hitap olmuş olurdu. Biz deriz ki, Cenâb-ı Hak bir önceki sûrede meselâ, "Semûd, uyaran elçileri yalan saydı" (Kamer, 23), "Lût'un kavmi uyaran elçileri yalan saydı"(Kamer, 33), "Ayetlerimizi tekzip ettiler" (Kamer, 42) "Biz de kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık..."(Kamer,42) ve "Azabım ve uyarmalarım nasdmış?" (Kamer. 21) buyurmuştur. Ki, korkutma için bulunduğu yerlerde, bu ifâdeleri, mütekellim zamirine isnat ederek söylemiştir. Bu demektir ki, Allahü teâlâ, Kendisinden haşyet duyulmaktan daha büyüktür. Binânaleyh, Cenâb-ı Hak şayet, "Onları, o kadir veya o helak eden yakalar.." demiş olsaydı, tazîmde, ululukta", "onları yakaladık" ifâdesi tazîm ve şiddet ifâde etmezdi. İşte bundan dolayı, "Allah sizi kendinden (azabından) sakındırır" (Al-i İmran, 28) buyurmuştur ve bu tıpkı, kuvvetiyle meşhur olan bir kimsenin, "Ben, senin tanıdığın kimseyim!" demesi gibi olur ki, bu ifâde, tehdit ifâde etme açısından "Ben, o azâb edenim" demesinin fevkinde olur. Binâenaleyh, helak etme ve azâbtan bahsederken, önceki sûrede, fiiller bizzat Allah'ın zâtına isnat edilince, bu sûrede, rahmetinden bahsedilirken ise, korku ve dehşeti bertaraf edecek bir lafız kullanılmıştır ki, bu da "Rabb" lafzıdır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "O sizin Rabbiniz olduğu halde, siz onun hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?.." buyurmuştur. Ayetin 31 Defa Tekrarı Dördüncü Bahis: Bu ayetin tekrarlanmasının ve meselâ, bu tekrarın 31 kere olmasının hikmeti nedir? Biz diyoruz ki, buna da şu birkaç açıdan cevâp verebiliriz: 1) Tekranın faydası, iyice anlatmak, zihinlere yerleştirmektir. Ama, bu hususî sayının meselâ 31 şeklinde oluşuna gelince, biz deriz ki: Bu manadaki sayılar tevkifidir. Bunların niçin bu şekilde takdir edildiğine, insanın aklı ermez, buna muttali olamaz. Evlâ olanı, insanın, ilahî kelâmda geçen hemencecik kavranılamayan şeyleri çıkarıp ortaya koyma hususunda, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in sözüne tutunarak, buna dayanarak, ileri gitmemesidir. Çünkü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), yalnız başına Abese Sûresi'ni okurken şöyle demiştir: "Bütün bunları anladık. Ama, el-ebbu kelimesi ne demektir?" demiş, sonra da, elindeki değneği fırlatarak, "Allah'a yemin olsun ki bu bir tekellüftür. Ey Ömer, sana düşen, "ebbu" kelimesinin manasını bilmemektir" dedi, daha sonra da "Bu kitabtan size açıklanan şeylere anladıklarınıza) tabî olun. Açıklanmayanları ise, olduğu gibi bırakın" dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in bu sözünün ne demek olduğu, inşaallah Abese Sûresi'nin tefsirinde anlatılacak. 2) Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hak teâlâ, geçen sûrede, "Benim azabım ve hızarlarım nasıl imiş (bir düşünün)" ayetini, ihtiva ettiği manayı beyan etmek için dört kez tekrarlamış, bundan üçünü onu, daha iyi anlatmak ve yerleştirmek için zikretmiştir. Sayılar arasında üç ve yedi sayılarının, Hak teâlâ'nın, "Deniz de, arkasından yedi deniz daha yardım ederek..." (Lokman, 27) ayetinin tefsirinde anlattığımız gibi, birçok faydaları ve hikmetleri vardır. Binâenaleyh Hak teâlâ, azabından üç kez bahsedince, nimetlerini de, birini, kendisinde mevcut manayı beyan etmek için, otuzunu da onu daha iyi anlatmak için, otuzbir kere zikretmiştir ve bu husus, bu şekilde, Hak teâlâ'nın, "Kim bir iyilik yaparsa, onun için bunun on misli (sevab) var. Kim de bir kötülük yaparsa, ancak misli ile cezalandırılır. "(En'âm, 160) ayetinin manasına işaret olsun diye, nimetler, o azabın on katı olarak zikredilmişir. 3) Birincisinde mana ortaya konulduktan sonra, ilgili ifadenin otuz kez daha zikredilmesi bir tekrardır ve şundan ötürü yapılmıştır: İlgili hitab, cinlere ve insanlaradır. Nimetler ise kötülükleri bertaraf etmede ve maksadı elde etmede bulunmaktadır. Fakat kötü şeylerin en büyüğü, cehennem azabıdır ve onun yedi kapısı vardır. Esas olan maksadların en mükemmeli ise, cennet nimetleridir ve cennetin sekiz kapısı vardır. O halde, o yedi kapıyı kapayıp, bu sekiz kapının hepsini açmak, bir nimet ve ikramdır. Binâenaleyh bu nimeti, insan ve cin cinsine oranlayarak, nazar-ı dikkate aldığında, sayısı otuza varır. (7 + 8 x 2 = 30) ve bu sırf anlatmak ve izah etmek için yapılmış bir tekrardır. Bu ifadenin ilk zikredilişi ise, manası içindir." Bu görüş nakledilmekle beraber zayıf bir görüştür. 4) Cehennemin kapıları yedidir. Allahü teâlâ da ateşinden sakındırmayla ilgili olarak, burada, yedi ayet zikretmiştir. Bunlar, "Ey ins ve cin, ileride siz(in hesabınızı görmeye) yöneleceğiz"(Rahman, 31) ayetinden başlayıp, "Onlar, bu ateşle kaynar su arasında (bocalayıp) dolaşacaklar" (Rahman, 44) ayetine kadar sürmektedir. Daha sonra Hak teâlâ, "Rabbinin huzurunda durmaktan (hesabtan) korkan kimse için iki cennet vardır" (Rahman, 46) buyurarak, iki cennetten bahsetmiştir. Her cennetin, hepsi de müttakiler için açılan, sekiz kapısı vardır. Bu sûrenin başından itibaren, bu tehdid ayetlerine kadar olan kısımda ise, "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" ayetini sekiz kez zikretmiştir. Bunlardan yedisi, sırf o çokluk ifade eden "yedi"yi tamamlamak içindir. Biz, özellikle bu sayıda zikrediliş sebebini, "yedi deniz... "(Lokman. 27) ayetinin tefsirinde beyan etmiştik. İnşaallah bunu bir nebze tekrar edeceğiz. Böylece toplamı, otuz olur. Bunlardan, o nimetlerin akabinde zikredilen ilk ayet, bu manayı ortaya koymak için olup, asıldır. Çokça zikrediliş ise, tekrardır. Böylece bu ayet, otuzbir kere olur. Salsal |
﴾ 13 ﴿