5"Kendilerine Tevrat yükletilip de, sonra onu taşımayanların hâli, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hâli gibidir. Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin hâli ne kötüdür! Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez". Bil ki Allahü teâlâ birliğinden ve peygamberlik müessesesinden bahsedip, peygamberlik konusunda, o yahudilerin ilgili ayetin, mefhum-u muhalifinden hareket ederek, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sadece araplara peygamber olduğu-kendilerine peygamber olmadığı şüphesini ortaya attıkları için, onun, hem ümmî araplara, hem de yahudilere gönderilmiş bir peygamber olduğunu beyan edince, bunun peşinden, Tevrat ile amel etmekten ve (dolayısıyla) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdik etmekten yüz çeviren yahudilere bir mesel getirmiştir. Bu darb-ı meselin anlatmak istediği şey şudur: O yahudiler, Tevrat'takilerle amel etmeyince, eşeğe benzetilmişlerdir. Çünkü onlar, eğer Tevrat'ın gereğine göre amel edip davransalardı, ondan istifade etmiş ve böyle bir şüpheyi ortaya atmamış olurlardı. Çünkü Tevrat'ta Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, sıfatları, onun peygamber olarak gönderileceği müjdesi ve onun getirdiği dine girmek gerektiği hükmü yer almıştı. Ayetteki, ifadesi, "Tevrat'taki hükümlerle amel etme ve hükümlerini yerine getirme mükellefiyetini yükletilenler..." demektir. (......) kelimesi, şeddesiz olarak da okunmuştur. "Nazm" müellifi şöyle der: Bu kelime, sırta yük almak manasına gelen "hami" masdarından değil, "üstlenmek, tekeffül etmek" manasına gelen hamâle masdarındandır. Kefile, "hamîl" denilişi de bundan ötürüdür. Buna göre mana, "Tevrat'ın hükümlerini önce üstlenip (kabul edip), sonra da gereğini yerine getirmeyen ve Tevrat'taki hükümlerle amel etmeyenlerin hali...." şeklinde olur. Esmaî de, "hamîtin kefil manasına geldiğini söylemiştir. Kisâî de, "onu üstlendim, onu tekeffül ettim" manasında, ifadesinin kullanıldığını söylemiştir. Ayetteki "esfâr" kelimesi "sifr"in çoğulu olup, bu, "büyük kitab" demektir. Çünkü böylesi kitab okunduğunda manaları açığa çıkarır. Bunun bir benzeri de, şibr (çoğulu: eşbar) (karışlar) kelimesidir. Yahudiler, Tevrat'takilerle, yani Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman etmeleri gerektiğini bildiren hükümlerden istifade etmeyince, İlmî kitapları taşıyan, ama o kitaplarda ne var - ne yok bilmeyen eşeğe benzetilmişlerdir. Me'ânî alimleri şöyle demişlerdir: Bu benzetme, Kur'ân'ın manasını anlayıp da, onunla amel etmeyen ve Kur'ân'dan, ona ihtiyacı olmayanların yüz çevirişi gibi, yüz çeviren kimseler için yapılmıştır. İşte bundan ötürü, Meymûn b. Mihran, "Ey Kur'ân ehli, Kur'ân sizin neşenize düşmezden (sizden hesap sormazdan) önce, Kur'ân'ın peşine düşün, ona tâbi olun" demiş, sonra da bu ayeti okumuştur. Emaneti Layıkıyla Taşımadılar Ayetteki, "Sonra da onu taşımayanlar" ifadesi, daha önce de anlattığımız gibi, "o kitabın hakkını vermeyenler ve onu gerçek manada taşımayanlar..." demektir. Böylece Hak teâlâ, ellerinde Tevrat olduğu halde, onunla amel etmeyen o yahudileri, taşıdığı şeyden istifade etmeyen, sadece sırtında ağır bir yük hisseden, kitap taşıyıcısı eşeklere benzetmiştir. İşte aynen bunun gibi, yahudilerin de, kitaplarından kendilerine kalan şey, o kitabın, onların aleyhlerine taşıdığı delillerin ve mesuliyetin yüküdür. Daha sonra Hak teâlâ, aslında yahudilerin bizzat kendilerini kınamayı kastettiği halde "onların benzerlerinin halini" kınayarak, "Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin hâli ne kötüdür!" buyurmuştur ki bu, "Hal bakımından, o kavim ne kötüdür!" demektir. Bu tıpkı, bir başka sûredeki, "Bizim ayetlerimizi yalanlayan o kavim, hal bakımından ne kötü!" (A'raf, 177) ayeti gibidir. Buradaki, (......) kelimesi, i'rabta, mahallen merfûdur. Mahallen mecrûr sayılması da mümkündür. Velhasıl, onların yalanları, yani Allah'a karşı iftirada bulunup, Allah adına yalan söylemeleri çok ileri gidince, bu, kötülüğün ve bozgunculuğun zirvesinde birşey olmuş olur. İşte bu sebepten ötürü Hak teâlâ "Allah'ın ayetlerini", yani "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin doğruluğunu gösteren ayetlerini yalanlayan o kavmin hâli ne kötüdür!" buyurmuştur. Bu, Ibn Abbas (radıyallahü anh) ve Mukatil'in görüşüdür. Buradaki "ayetler" ile, Tevrat'ın kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü o yahudiler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman etmeyince, aslında Tevrat'ı yalanlamış oldular. Bu mana buraya daha uygundur. "Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez, onlara hidayet etmez." Atâ, Cenâb-ı Hakk'ın, bununla peygamberlerini tekzib etmek suretiyle, kendilerine zulmedenleri kastettiğini söylemiştir. Burada şöyle bir kaç bahis var: Birinci Bahis: Hayvanlar içinde özellikle eşeğin burada zikredilmesinin sebeb-i hikmeti nedir? Deriz ki: Bunun şöyle bir çok izahı yapılabilir: 1) Allahü teâlâ, atı, katırı, eşeği, binmemiz için ve bir zinet (süs) olmaları için yarattığını söylemiştir. Zinet olma hususiyeti atta, binmeye ve üzerine birşey yüklemeye nisbetfe daha fazla; katırda daha az, eşekte ise katırdan da azdır, o hafae katır, bu üç bakımdan, ortada yer alır. Bu durumda da eşeğin, taşımacılıkta ata, katıra ve diğer hayvanlara nisbetle genel ve açık bir üstünlüğü vardır. 2) Bu teşbih ve temsil (benzetme), cehaleti ve ahmaklığı anlatmak için yapılmıştır. Bu iki özellik ise, eşekte daha çok görülür. 3) Eşekte, başka hayvanlarda bulunmayan, değersizlik ve hakirlik vardır. Buradaki ifadenin maksadı ise, o yahudileri bu şekilde ayıplayıp, onlara böylece hakaret etmektir. Binâenaleyh burada, bunun için eşeğin seçilmesi daha uygun ve münasibtir. 4) Daha kolay baş eğdiği, kolayca güdüldüğü ve itaatkâr olduğu için, eşek üzerinde o kitapları taşımak daha kolay, daha güvenli, daha tam ve daha yaygındır. Öyle ki eşeğe, hiçbir zorluk ve güçlükle karşılaşmaksızın, aptal bir çocuk bile hâkim olabilir. İşte bu, diğer hayvanların değil de eşeğin burada zikredilmesini gerekli kılan şeylerdendir. 5) Sözde, kelimeler arasında ilgi ve münasebete riayet etmek, sözün ayrılmaz vasıflarındandır. Esfâr (büyük kitaplar) kelimesi ile "hımâr" (eşek) kelimesi arasında da, diğer hayvanlarda (isimlerinde) bulunmayan, lafzî bir münasebet vardır. Binâenaleyh burada "hımâr" kelimesinin zikredilmesi daha uyun düşüyor. İkinci Bahis: Ayetteki (......) cümlesinin i'rabtaki yeri nedir? Deriz ki: Bunun i'rabtaki yeri, Keşşaf sahibinin de kitabında dediği gibi, ya "hal" olmak üzere mahallen mansub, yahut "sıfat" olarak mahallen mecrurdur. Çünkü ayetteki "hımâr" kelimesi tıpkı şâirin, "Yemin olsun ki bana söven kmayıcıya uğradım, "O beni kastetmemiştir" diyerek, oradan savuştum" şeklindeki beytinde bulunan "le'îm" (kınayıcı) kelimesi yerindedir. Üçüncü Bahis: Cenâb-ı Hak, "O kavmin hali ne kötürdür" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, "mesel" (hal) kelimesini, nasıl böyle vasfetmiştir? Deriz ki: Bu vasıf (sıfat), hernekadar, zahiren "mesel" kelimesinin ise de, aslında "kavm" kelimesinin sıfatıdır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Hali şöylece olan bu kavim ne kötüdür" demektedir. Hak teâlâ daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, onlara şöyle hitab etmesini emretmiştir: |
﴾ 5 ﴿