10"Ey iman edenler, Cum'a günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı zikre gidin, alış-verişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. Artık o namazı kılınca, yeryüzüne dağdın ve Allah'ın fazlından arayın. Allah'ı çok anın. Tâki felaha eresiniz". Bu ayetin daha önceki ayetlerle münasebeti şudur: Yahudiler, dünya metâı ve onun leziz şeylerinden dolayı, ölümden kaçmak istiyorlardı. İman edenler ise, aynı şekilde dünya metâından ve onun leziz şeylerinden dolayı, alış-veriş yapıyorlardı. İşte bu sebeple Allahü teâlâ, "... Allah'ın zikrine koşun..." emriyle, onların dikkatlerini çekmiştir ki bu, "Ahirette size, fayda verecek olan şeye koşun" demektir. Bu da, Cuma namazında bulunmaktadır. Zira, dünya ve onun metâı, fâni; âhiret ve ondakilerse bakî ve ebedidir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Ahiret ise daha hayırlı ve daha bakîdir" (A'la, 17) buyurmuştur. Bu ayetin kendinden öncekilerle münasebeti hususunda yapılabilecek bir diğer izah da şudur: Bazı kimseler şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ, şu üç şey hususunda, yahudilerin sözünü çürütmüş ve boş çıkartmıştır: a) Yahudiler, kendilerinin, Allah'ın dostları ve sevgilileri olmakla övünüyorlardı da, Allahü teâlâ, "O halde eğer sözünüzde sadık iseniz, Ölümü temenni ediniz" (Cum'a, 6) hitabıyla onları yalanlamıştır. b) Yahudiler, kendilerini ehl-i kitab olması o arabların ise, kitablarının bulunmaması ile övünüyorlardı. Böylece Cenâb-ı Hakk onları, koca koca kitaplar taşıyan eşeklere benzetmiştir. c) Yahudiler, kendilerinin Yevmi Sebt'i (Cumartesi günü) bulunması, müslümanların ise böyle bir günlerinin bulunmaması ile övünüyorlardı. Bu sebeple de Cenâb-ı Hakk, müslümanlara Cum'a gününü meşru, saygıya lâyık bir ibâdet günü yaptı. Cenâb-ı Hak "çağrıldığında, nida edildiğinde" buyurmuştur. Bu, "İmam cum'a günü, minberin üzerine oturduğu zaman okunan ezan vasıtasıyla..." demektir. Bu, Mukâtil'in görüşüdür. Durum da, Mukâtil'in dediği gibidir. Çünkü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, bunun dışında başka bir nida (ezan) yoktu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minberin üzerine oturduğunda, Bilâl-i Habeşî, mescidin kapısının önünde ezan okurdu. Bu durum, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) zamanında böyleydi. Cenâb-ı Hak "namaz için" buyurmuştur ki bu, "namaz vakti için" anlamındadır. Bunun böyle oluşunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Cum'a gününün namaz vakti için" ifadesidir. Zira, "namaz", günden olmaz; ancak namazın vakti, "günden bir parça" olur. Leys ise şöyle demiştir: "Cum'a günü, insanların o günde toplanmaları için seçilmiş ve tahsis edilmiş bir gündür." "Cum'a" kelimesi, şeklinde çoğul yapılır. Selman-ı Farisi (radıyallahü anh)'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Adem'in yaratılışı bu günde tamamlandığı için, Cum'a gününe bu ad verilmiştir" Münsed, 2/311. Bu güne bu adın verilişi hususunda şu da rivayet edilmiştir: Allahü teâlâ bu günde, eşyayı yaratmayı bitirdi; derken, yaratılanlar, işte bu gündeki araya toplandılar. Ferra da şöyle der: "Bu kelime, üç türlü okunur: Tahfif ile Cum'a olup, A'meş'in okuyuşudur. Teskîl ile (sükûnsuz olarak) cum'a olup; âmmenin kıraati olup, aynı zamanda Ukayl oğullarının lehçesidir. Cenâb-ı Hak, " Allah'ı zikretmeye koşun" buyurmu ki, bu, gidin ..." demektir. Bu kelimenin, "yürüyerek gidin..." anlamına geldiği de ileri sürülmüştür. Bu izaha göre, bu kelimenin manası, "koşmak" değil, "yürümek" olur. Ferrâ da şöyle demiştir: (mudıyy, geçip gitmek), bunlar, aynı anlamdadır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in şöyle yaptığı rivayet edilmiştir: "O, şeklinde okuyan birisini duyunca, "Sana, bunu kim okuttu?" dedi; bunun üzerine o adam da, Ubeyy..." dedi... Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), "O, mensûh olan ifadeyi okumaya devam etmiş... Eğer olsaydı, ben, cübbem sırtımdan düşecek kadar hızla koşardım, sa'yederdim..." dedi. Buradaki sa'y kelimesiyle, "koşmak" manası değil de, "yönelmek, kastetmek" anlamının kastedildiği de ileri sürülmüştür. Çünkü "sa'y", her işte tasarrufta bulunma anlamına gelir. Nitekim "Artık o, yanında koşmak çağma erince..." (Sâffât, 102) ayetinde böyledir. Hasan el-Basrî ise şöyle der: "Allah'a yemin olsun ki, bu, ayaklar üzerinde yapılan koşma değildir. Ne var ki bu, kalb ile, niyyetle, arzu ile vb. şeylerle sa'yetmektir, yönelmektir..." O halde buradaki "sa'y", bazı kimselere göre, "amel" anlamındadır ki, bu, İmam-ı Mâlik ile İmam-ı Şafiî'nin mezhebidir. Çünkü, Allah'ın kitabında "sa'y", "amel" anlamındadır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Ayrılıp arkasını döndüğünde, yeryüzünde (fesada) koşar, çalışırdı..." (Bakara, 205) ve "Muhakkak ki, sizin işiniz farklı farklıdır..." (Leyl, 4) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de, şu rivayet edilmiştir:"Namaza geldiğinizde (yani gittiğinizde), ona, koşarak gelmeyin. Ancak ne var ki, ona, vakarla muhafaza ederek, ağır ağır geliniz" Müslim, Mesâctd, 151- 153 (1/420-4 21) Buhâri, Cuma, 18. Fukaha, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Cum'a'ya her geldiğinde, ağır ağır, vakar içinde geldiği hususunda ittifak etmiştir. Cenâb-ı Hak, "Allah'ı zikretmeye" buyurmuştur ki, buradaki "zikr" kelimesiyle, müfessırlerin çoğuna göre, Cum'a hutbesi kastedilmiştir. Bu kelime ile, "namaz" manasının da kastedildiği ileri sürülmüştür. Bu ayetle ilgili şer'î hükümlere gelince, bunlar, fıkıh kitaplarından anlaşılan şeylerdir. Cum'a Namazı Sırasında Ticarete Paydos Cenâb-ı Hak, "Alış-verişi bırakın..." buyurmuştur. Hasan el-Basrî, "Cum'a günü, müezzin nida ettiğinde, artık alış-veriş caiz olmaz" buyururken, Atâ, "Güneş, zeval vaktine girdiğinde, alış-veriş haram olur" demiştir. Ferrâ da şöyle demiştir: "Cum'a günü namaz için nida edildiğinde, insanlar bir araya gelsinler ve herkese, bütün iyilikler ulaşsın diye, alış-veriş haram kılınmıştır".. Cenâb-ı Hak, "Sizin için neyin daha hayırlı ve neyin daha faydalı olduğunu bilirseniz, bu sizin için, ahirette daha hayırlıdır" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak; "Namaz ifa edildiğinde, yani, Cum'a günü farzı edâ ettiğinizde, yeryüzüne dağılm" buyurmuştur ki, buradaki emir, "ibâha" ifade eder. Çünkü, "dağılma"nın mubah oluşu, namazın farzının eda edilmesiyle ortadan kalkmaktadır. Binâenaleyh, namaz kılınınca, ibâha oluş, yeniden avdet etmektedir. Dolayısıyla da, insanlar için, yeryüzüne dağıtmaları ve Allah'ın fadlından, yani O'nun rızkından istifade etmeleri mubah olur. Bunun bir benzeri de, "Rabbinizin adlından aramanızda, üzerinize bir beis yoktur"(Bakara, 198) ayetidir. İbn Abbas, ilgili ayete şu manayı vermiştir: "Namaz bitirdiğinde, istersen çık, istersen ikindiye kadar namaz kıl, istersen otur..." Cenâb-ı Hakk'ın "Allah'ın fazlından arayın" ifadesi de, Cenâb-ı Hakk'ın, "alış-verişi terkedin" hitabıyla konan yasaktan sonra, ticaret yoluyla rızık aramak için ibâha ifade eden bir emir sigasıdır. Mukâtil'in bu kelimeye, "Allah, onlara, namazdan sonra rızık talep etmelerini mubah kılmıştır. Binâenaleyh, isteyen çıkar, isteyense çıkmaz" manasını verdiği rivayet edilmiştir. Mücâhid de, "İsteyen, yapar; isteyen yapmaz.." demiştir. Dahhâk de şöyle der: "Bu, Allah tarafından verilmiş bir izindir. Dolayısıyla, kişi, namazını bitirdiğinde, isterse çıkar, isterse oturur. Ama, Allah'ın fazlından arama hususunda efdal olan, kişinin, rızkını yahut salih evlâdı, yahut faydalı ilmi, veyahutta benzeri güzel şeyleri talep etmesidir." Ama, daha açık olan görüş, birincisidir. İrak ibn Mâlikin de şöyle yaptığı rivayet edilmiştir: "O, Cum'a namazını kılınca, mescidin kapısının yanında durur ve "Allah'ım, davetine icabet ettim, farzını edâ ettim; emrettiğin gibi, yayılıp dağılmak istiyorum. Sen de, beni fazlından rızıklandır. Çünkü Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın" derdi. Ayetteki, "Allah'ı çok anm" emrine gelince, Mukâtil, buradaki "zikr"in, lisân ile yapılan zikr olduğunu söylerken, Saîd ibn Cübeyr buradaki "zikr" ile "tâat" manasının kastedildiğini söylemiştir. Mücâhid de, "Kişi, ayakta, oturarak, yatarken Allah'ı zikretmedikçe, O'nu çokça zikredenlerden olamaz" demiştir ki, buna göre mana, "Ticarete başvurduğunuzda, defalarca alış-veriş ettiğinizde, hep Allah'ı çokça anın, zikredin..." demektir. Nitekim Cenâb-ı Hakk da, "(öyle) adamlar (vardır ki), onları ne bir ticaret, ne bir alış-veriş Allah'ı zikretmekten alıkor.." (Nûr, 37) buyurmuştur. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Çarşıya çıktığınızda, "Bir olan, eşi ve benzeri olmayan Allah'tan başka ilâh yoktur. Mülk O'nundur. Hamd, O'na mahsustur. Öldüren de dirilten de O'dur. Ve O, herşeye kadirdir" deyiniz. Kim bunu söylerse, Allah onun defterine, milyonlarca sevap yazar ve onun milyonlarca günahını bağışlar ve onun derecesini milyonlarca yükseltir." Müslim, Cum'a, 19-21 (2/585-586); Buhârî, Cum'a, 10. Cenâb-ı Hakk'ın, "Ta ki felaha eresiniz..." ifadesine gelince, bu, tefsiri defalarca geçen ifadeler cümlesindendir. Ayetle ilgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: Cenâb-ı Hakk'ın, Cum'a gününde böyle bir mükellefiyeti meşru kılışının hikmeti nedir? Biz deriz ki, Kaffâl şöyle der: "Allahü teâlâ, mahlûkatı yarattı, böylece onları yokluk aleminden varlık âlemine çıkardı. Derken onları, cansız, büyüyüp gelişen (bitki) ve hayvanlar olarak kısımlara ayırdı. Derken, cansızların dışında kalanlar da, muhtelif çeşitlere ayrıldı. Meselâ, hayvanlar (behâim), melekler, cin ve insan... bunlardandır. Sonra, bunlar da, ulvîlik ve süflîlik bakımından farklı farklı yerler işgal ettiler. Süflî alemin en kıymetlisi insan olmuştur. Çünkü, terkiplerinin ilginçliğinden; Allahü teâlâ'nın kendilerine konuşma liyâkati verip, onlara akıl ve sayesinde serî hükümlerle teabbüdün ve kulluğun zirvesine ulaşıldığı bir takım karakterler yerleştirmesinden ve bu lütfün yüceliği ve kendilerine bağışlanan şeyin azameti insanlar tarafından anlaşılıp gizli kalmayınca, mahlûkatın yaratılışının tamamlandığı haftanın yedi gününden bu Cum'a günündeki ikrama mukabil, şükür ile emrolundular. Bu, onların, bu günde bir araya gelişlerinde Allah'ın kendilerine inam ettiği nimetlerin yüceliğine dikkat çekmek içindir. Onların durumları böyle olunca, insanlar, ta yaratıldıklarından beri, hep Cenâb-ı Hakk kendilerine verdiği nimetler içindedirler. Dolayısıyla da, Allah'ın lütfü, İnsanlar bunu hak etmeden önce onların üzerinde sabittir.. Belli milletlerden her birinin, haftanın o yedi gününden, kendisine saygı gösterdiği bir günü vardır: Meselâ, yahudilerin, cumartesi; hıristiyanların, pazar; müslümanların ise Cum'a'sı vardır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:"Cum'a günü, iştebugün, insanların hakkında ihtilaf ettiği gündür. Cenâb-ı Hakk biz (müslümanlara) bu günü bildirdi Yahudiler için yann, hristiyanlar için ise, yarından sonraki gün (önemlidir)" Müslim, Cum'a, 19-21 (2/585-586); Buhârî, Cum'a, 1. Şükür günü ve sevinç gösterme, nimetleri ortaya koyma (gösterme) günü olduğu için Cum'a gününde, sayesinde o günün şerefinin ortaya konduğu toplanmaya (bir araya gelmeye) ihtiyaç hissedildi de, bayramların adeti gibi, cemaatlar bir araya geldi. Böylece Allah'ın nimetlerini hatırlatmak, şükür nimetlerinin tekrarını sağlayacak şeyi yapmak suretiyle, o nimetlerin sürdürülmesini teşvik için, bu günde hutbe okunmaya ihtiyaç hissedildi. Bu saygının medarı namaz olunca, arzulanan toplanma, tam ve mükemmel olsun diye, bugünün namazı, gündüzün ortasına (öğle vaktine) yerleştirildi. Bu namaz, işte bundan ötürü, daha fazla toplanmayı sağlasın ve daha büyük cemaati biraraya getirsin diye (her beldede) tek bir camide kılınması uygun görülmüştür. Allah en iyi bilendir. Hutbede Zikrullah Dışı Sözler? İkinci Bahis: Hutbede Allah'dan ve başkalarından bahsedildiği halde, daha nasıl, Cenâb-ı Hakk "Allah'ı zikre gidin" diyerek, cum'a hutbesini, Kendisinin zikrine tahsis etmiştir? Biz deriz ki: "Allah'ı zikir" ifadesinden, hem hutbe, hem de namaz kastedilmiştir. Çünkü bu ikisinden herbiri, Allah'ın zikrini ihtiva etmektedir. Ama Allah dışında, meselâ zâlimlerin hutbede anılması, onların medh-ü sena edilmesi ve lehlerine dua edilmesine gelince, bu, (Allah'ı zikir değil), şeytanı zikirdir. Üçüncü Bahis: Hak teâlâ,"Alış-verişi bırakın" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, insanların işleri arasından, niçin özellikle "alış-veriş" işini zikretmiştir? Deriz ki: Çünkü bu, kişinin gündüzün, geçimle ilgili olarak meşgul olduğu en önemli işlerindendir ve burada ticaretin, o vakitte yapılmaması gerektiğine bir işaret vardır. Bir de alış-veriş (ticaret) genelde, çarşı-pazarda yapılır. Çarşı-pazarda olanların, namazı unutmaları daha fazladır. Binâenaleyh ayetteki bu ifade, gafil olanları uyarmak içindir. Dolayısıyla özellikle alış-verişin zikredilmesi, uygun düşmüştür. Bu esnada alış-veriş yapmak, "haram li-aynihi" değildir. Fakat bu esnada farzdan gaflet etme söz konusudur. Binâenaleyh bu ticaretin hükmü, gasbedilmiş bir arazide kılınan namaz gibidir. Dördüncü Bahis: İlk ile ikinci "Allah zikir" ifadeleri arasındaki farkı nedir? Deriz ki: Birincisi, hiçbir zaman ticaretle birlikte yapılamayacak şeyler cinsinden bir zikirdir. Çünkü birincisiyle, daha evvel de geçtiği gibi, hutbe ve namaz kastedilmiştir. İkincisi ise, "öyle adamlar vardır ki onları, ne bir ticaret, ne de bir alış-veriş Allah'ı zikretmekten ... alıkoymaz" (Nur, 37) ayetinde de bahsedildiği gibi, her işle birlikte yapılabilecek şeyler cümlesindendir. |
﴾ 10 ﴿