TALAK SURESİBu sûre, on iki ayet olup, Medenî'dir. Talak Usûlü 1"Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, iddetlerine doğru boşaym. O iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'dan korkun, onları, evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasmlar. Apaçık bir kötülük yapmış olmaları müstesna... Bunlar, Allah'ın sınırları (kanunlarıdır). Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin belki Allah bunun arkasından, bir başka durum peydah ediverir". Bu sürenin, Önceki sûreyle münasebeti şudur: Allahü teâlâ, o sûrenin başında, "Mülk O'nun, Hamd O'na aittir ve O herşeye kadirdir" buyurmuştur. Mülk, nizamının sağlanacağı bir şekilde üzerinde tasarruf edilmeye muhtaçtır. Hamd de, bu tasarrufun, üzerlerinde tasarruf edilenler için, âdilâne ve lütufkârane yapılmasına ve böyle bir tasarruftan men edeceklerin üstesinden gelinebilmesine muhtaçtır. Bu sûredi ilgili hükümlerin anlatılması, işte hakkında herhangi bir düşünceye dalmaya ihtiyaç bırakmayacak bir biçimde, bütün bu hususlara muhtaç olunacağını kapsamaktadır. Binâenaleyh işte bu yönden, bu sûrenin, geçen sûre ile alâka ve irtibatı vardır. Bu sûrenin başı ile o sûrenin sonu arasındaki ilgi ve münasebet de şöyledir: Allahü teâlâ, o sûrenin sonunda, "gaybı ve aşikârı bilen" ifadesiyle, ilminin mükemmelliğine, bu sûrenin başında da, kadınların yararına olan ve boşanmalarıyla ilgili hükümleri mükemmel bir biçimde bildiğine temas etmiş, böylece o küllî (genel) ifadelerini, bu cüz'î (Özel) konularla adeta açıklamıştır. Cenâb-ı Hakk, "Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit..." buyurmuştur. Enes (radıyallahü anh)'dan şu rivayet edilmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hafsa (radıyallahü anh)'yı boşadı. O da ailesine gitti. Bu ayet işte bunun üzerine nazil oldu. Şöyle de denmiştir: "O, çok namaz kılıp, çok oruç tutan bir hanım olduğundan Hazret-i Peygamber onu tekrar nikahlamıştır." Binâenaleyh Hazret-i Hafsa (radıyallahü anh)'nın evinden çıkıp, baba evine gitmesi üzerine bu ayet nazil oldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu boşadığı zaman, Allahü teâlâ işbu "kendileri de (evlerinden) çıkmasınlar" ayetini inzal etti." Kelbî "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hafsa (radıyallahü anh)'ya bir sır söyledi. O da onu, Hazret-i Aişe (radıyallahü anh)'ye anlattığı için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkelenip, Hazret-i Hafsa (radıyallahü anh)'yı boşadı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu" demiştir. Süddi ise, bu ayetin hanımını hayızlı iken boşadığı için, Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) hakkında nazil olduğunu söylemiştir ki bu hadise meşhurdur. Mukâtil de şöyle der "Bir takım kimseler de, Abdullah b. Ömer'in yaptığını yaptılar. Bunlar, Amr b. Sa'îd b. el-As ve Utbe b. Gazvân'dır. İşte bu ayet, bunlar hakkında nazil oldu." Hak teâlâ'nın hitabı hakkında şu iki izah yapılabilir: a) Cenâb-ı Hakk, peygamberine nida etmiş, sonra da, önderleri olduğu için, onur ümmetine hitaben, "Kadınları boşayacağınız vakit..." buyurmuştur. Binâenaleyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, çoğul sigasıyla hitab edildiğinde, ümmeti, bu hitabın içine dahi olur. Ebû İshâk şöyle der: "Bu hitab, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'edir. Mü'minler de bı hitabın muhtevasına dahildirler." b) Ayetin takdirî manası, "Ey Peygamber, ümmetine, "Hanımlarınız boşayacağınız vakit, şöyle şöyle yapın" de" şeklindedir. Buna göre, ayette, mukadder bir (de) kelimesi var. Ferrâ ise "Cenâb-ı Hak, hitabı sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapmış, ama hükmü herkese teşmil etmiştir. Nitekim sen, aslında gruba hitap kasdıyla muayyen bir şahsa: "Yazıklar olsun. Allah'dan korkup-utanmaz mısınız ki, sen ona ve onun ehl-i beytine gidiyorsun" dersin. "Boşayacağınız vakit" ifades "boşamak istediğiniz zaman" demek olup, tıpkı, "Namaza kalktığınızda" (Maide, 6) ayeti gibi olup bu, "Namaz kılmak istediğinizde..." demektir. Bu husustaki izah daha önce geçmişti. Cenâb-ı Hak, "Iddetlerine doğru boşayın" buyurmuştur. Abdullah (b. Mes'ûd) (radıyallahü anh) şöyle der: "Bir kimse hanımını boşamak istediğinde, onu içinde onunla cinsî münasebette bulunmadığı bir temizlik döneminde boşardı." Bu Mücâhidin de görüşüdür. İkrime, Mukâtil ve Hasan el-Basrî de "Allahü teâlâ kocalara, hanımlarını boşamak istediklerinde, İçinde cinsî münasebette bulunmadıkları bir temizlik dönemi içinde boşamalarını emretmiştir. Bu, Hak teâlâ'nın "iddetlenne doğru" buyruğundan anlaşılmaktadır. İfade, "iddet zamanları doğru demektir. Bu zaman da, ümmetin icmâı ile, kadınının temizlik dönemidir" Ayetteki "iddetlerine doğru" ifadesine, "iddetlerini ortaya koymak için..." manası da verilmiştir. Bir gurup müfessir yine, "iddetlerine doğru boşamak", kadını, temiz olduğu dönemde cima etmeksizin boşamaktır" demiştir. Velhasıl temizlik döneminde boşamak gereklidir. Aksi halde yapılan boşama, "sünnî" (sünnete uygun) talak olmaz. Sünnî talak ise, ancak hayızdan kesilmiş ve hamile olmayan fakat, kendisi ile cinsî münasebette bulunulmuş, balığa (akıl-baliğ) kadınlar için düşünülebilir. Küçük olan, cinsî münasebette bulunulmamış olup, hayızdan kesilmiş ve hamile kadınlar için, ne "sünnî" ne de "bid'i" (bidata uygun) talak olmaz. Bunlar, iddetlerini "kur' " (hayız-temizlik) dönemlerine göre beklemezler. Çünkü talakın sayısında, Şâfiî mezhebine göre, sünnet ve bidat diye birşey yoktur. Hatta bir kimse hanımını bir temizlik döneminde üç talakla boşasa, bu "bid'i" olmaz. Fakat Iraklılar (Hanefîler) bu görüşte değildirler. Çünkü onlar, "Talakın (boşamanın) sayısında sünnet olanın, kişinin, her bir temizlik döneminde, ayrı bir talak vermesidir" demişlerdir. "Nazm" sahibi de, ayetteki "iddetlerine doğru boşayın" ifadesinin, talakın sıfatı olduğunu söyleyerek der ki: "Bu nasıl böyle olmasın. Çünkü lâm, şöyle çeşitli manalara gelir: 1) İzafet için...Bu, lâm harf-i cerrinin asıl manasıdır. 2) Sebep ve illeti göstermek için 'Allah rızası için sizi yedirip içiriyoruz" (İnsan, 9) ayetinde olduğu gibi... 3) İndinde, esnasında manasına "Güneşin kayması esnasında..." (isra, 76) ayetinde olduğu gibi. 4) (......) (de - da) manasına. "Haşr'ın başlangıcında..." (Haşr, 2) ayetinde olduğu gibi. İşte tefsir ettiğimiz ayettte de bu son manadadır. Çünkü ayetteki bu ifade, "Onları iddetleri içinde boşayın" yani "iddetlerine elverişli bir zaman içinde boşayın" manasınadır. Keşşaf sahibi de, ayetteki bu ifadeyi, "iddetlerinin başında boşayın" manası vermiştir. Bu tıpkı arabın "Ona, Muharrem ayından geri kalan bir geceyi karşılarken geldim" demesi gibidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu ifadeyi, şeklinde de okumuştur. Binâenaleyh kadın, "kur' "larından, ilkinden önceki temizlikte boşandığında, iddetini karşılayacak şekilde boşanmış olur. Bundan da maksad, o kadınların, kendileriyle cinsî münasebet yapılmamış bir temizlik döneminde boşanıp, bu hallerini iddetleri bitinceye kadar korumaları kastedilmiştir. İşte boşanmanın en güzeli, en "sünnî"si ve pişmanlıktan en uzak olanı budur. Bunun delili, İbrahim en-Nehaî'den rivayet edilen şu husustur: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı, hanımlarını, sünnete uygun olarak, bir talakla boşamayı tercih ederlerdi. Sonra da bu talakın iddeti bitinceye kadar, başka talak vermezlerdi." Ashab nezdinde, en sevimsiz görülen boşama şekli ise, bir kimsenin, üç talakla birden hanımını boşaması idi. Malik b. Enes de, "Ben, talak'ın birer birer verilmesinden başka yol tanımıyorum' demiş ve ister birden, ister ayrı ayrı olsun, üç talakla boşamayı, kerih görmüştür. Ebû Hanife ve arkadaşlarına gelince, bunlar, bir temizlik döneminde, birden fazla talak vermeyi kerih görmüşlerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, İbn Ömer'e hanımını hayızlı iken boşadığı için, "Allah'ın sana emri böyle değildir. Sünnete uygun olan. o kadım, temizlik döneminin başında olarak boşaman ve onu her "kur' "da, bir talakla boşamandır" dediği rivayet edilmiştir. Şafiî'ye göre ise, üç talakın birden verilmesinde bir beis yoktur. Şafiî, "Talakın sayılan hususunda, ne "sünnî", ne de "bid'i" herhangi bir şey tanımıyorum. Hepsi mubahtır. Binâenaleyh talakın sünni olabilmesi için, bir tane olması ve vaktini gözetmen gibi birşey yoktur" demiştir. Ebû Hanife, hem talakın ayrı ayrı verilmesine, hem de vaktine riayet ederken, Şafiî sadece vakti (yani temizlik içinde boşamayı) nazar-ı dikkate almıştır. Cenâb-ı Hak, "O iddeti de sayın" buyurmuştur. Bu, "O kadının "kar' "larını sayın; o kar' ları ve iddet içinde vacib olan hak ve hükümleri gözetin. Günlerin sayısını bizzat tesbit edin, sağlama bağlayın. Sayacağınız şeyler hayızların sayısıdır" demektir. Bu saymanın kocalara emredilişiyle ilgili, şu iki izah yapılabilir: 1) Bu, hakların ve geçimin, kendilerinin ayrılmaz vasfı olanların, kocalar olmasından ötürüdür. 2) İddet içerisinde, çoluk-çocuğu korumak için... Ayetle ilgili şöyle birkaç bahis var: Birinci Bahis: Talaka, "sünnî" ve "bid'i" diye adlar verilmesinin hikmeti nedir? Deriz ki: Talaka "bid'i" ismi verilmiştir. Çünkü kadın hayızlı iken, talak verildiğinde, bu hayızlı günlerini, iddetinden sayamayacak; aksine iddeti üç kar' dan fazla olacak; böylece iddet uzayacak ve adeta dört kar' olacak, hem sonra o kadın; esnasında boşandığı o hayız döneminde sanki muallakta kalmış gibidir (yani ne boşanmış gibi, ne evli gibidir). Akıl, kişileri zarara sokmayı hoş görmez. Kadın, içinde cinsî münasebette bulunulmuş bir temizlik döneminde boşanması halinde; erkek bu münasebetten bir çocuğun olup olmayacağından emin değildir. Eğer bir çocuk olacağını bilirse, onu boşamaz. Bu böyledir. Çünkü erkek, aralarında bir çocuk olmadığı zaman, hanımını daha kolay boşar. Ama kendisinden bir çocuğa hamile olması halinde, bunu arzu etmez. Dolayısıyla koca hanımını, onunla cima ettiği bir temizlik döneminde karısının hamile olmadığı düşüncesiyle onu boşar, sonra onun gebe olduğunu anlarsa pişman olur. Binâenaleyh kocanın, o kadını hayızlı İken boşamasında kadın için; içinde cinsî münasebette bulunduğu ve bu münasebetten ötürü de hamile kaldığı bir temizlik döneminde boşamasında da koca için bir kötülük vardır. Dolayısıyla kadın, kendisiyle cinsî münasebette bulunulmamış bir temizlik döneminde boşanırsa, hu iki husustan da uzak durulmuş olur. Çünkü kadın, kocasının kendisini boşadığı andan itibaren iddet beklemeye başlar ve bu bekleyiş, üç "kar' " sürer. Erkek de, o kadının kendi çocuğuna hamile olmadığına, zahiren de olsa emin olur. İkinci Bahis: Sünnete muhalif olarak verilen talaklar, bir boşanma sayılır mı? Deriz ki: Evet, sayılır, fakat günahtır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, huzurunda hanımını üç talakla boşayan bir kocaya, "Daha ben aranızda iken, Allah'ın kitabıyla oynuyorsunuz öyle mi?" dediği rivayet edilmiştir. Üçüncü Bahis: Küçüklüğünden veya yaşlılığından, yahut da başka sebeplerden ötürü, hayız görmeyen kadınlar, sünnî talakla nasıl boşanır? Deriz ki: Küçük, hayızdan kesilmiş ve hamile kadınların Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, talak, üçer aydır (aylara göre ayarlanır). İmam Muhammed ve Züfer ise şöyle demişlerdir: "Sünnî talak, ancak bir boşamayla yapılan talaktır" demişlerdir. Kendileriyle cinsî münasebette bulunulmamış kadınlar ise, sünnî olarak, ancak bir talakla boşanılırlar. Bunda talak verilmesi için vakit gözetilmez (hayızlı veya temiz olmasına bakılmaz). Dördüncü Bahis: Cinsî münasebette bulunulmuş bir kadının bir talakla, fakat "bâin" olarak boşanması mekrûn mudur? Deriz ki: Âlimlerimizden bu hususta gelen rivayetler (görüşler) farklıdır. Fakat görünen odur ki bu mekruhtur. Boşama Vakti Beşinci Bahis: "Kadınları boşayacağınız vakit" ifadesi, hem kendisiyle halvet yapılmış, hem hayız görüp, halvet yapılmayanları, hem hayızdan kesilmişleri, hem hayız görmeyecek kadar küçük olanları, hem de hamile kadınları içine alan genel bir ifadedir. Öyle ise bu ifadeyi sadece hayız gören ve kendisiyle cinsî münasebette bulunulmuş kadınlara has kabul etmek nasıl doğru olabilir? Deriz ki: Burada ne umumîlik, ne de hususîlik söz konusu değildir. Fakat "nisa" (kadınlar) sözü, insanların dişilerine verilen bir cins isimdir. Bu manada cinsiyyet ise, hem hepsinde, hem bir kısmında vardır. Binâenaleyh buradaki "kadınlar" ifadesiyle hem bunlar, hem onlar kastedilmiş olabilir. Binâenaleyh peşi sıra, "(Onları) iddetlerine doğru boşaym" denilince, "kadınlar" ifadesinin, onlardan bir kısmı hakkında kullanıldığı anlaşmış olur. Bunlar da hayız gören ve "medhûlün bihâ" (halvet yapılmış) kadınlardır. Keşşaf sahibi de bunu aynen zikretmiştir. Cenâb-ı Hakk daha sonra, "Rabbiniz Allah'dan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Apaçık bir kötülük yapmış olmaları müstesna... Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bunun arkasından bir iş peydah ediverir" buyurmuştur. Mukâtil, ayetteki, "Allah'dan ittikâ edin" ifadesine, "Allah'ı sayın. Binâenaleyh emirleri hususunda O'na isyan etmeyin" manasını vermiştir. (......) ifâdesi, "boşadığınız o hanımları, boşamadan önce beraberce oturduğunuz o evlerden çıkarmayın" demektir. Binâenaleyh o evler, boş olur da, kadın oraya dönüp gelmek isterse, kocalara, satın alma, kiralama ve benzeri yollarla, başka evler bulma hususunda kadınlara yardımcı olmaları gerekir. Kadınlara da, Allah hakkı için, o evlerden çıkmamak düşer. Fakat görünen bir zaruret hali olması müstesna... Binâenaleyh kadın gece ve gündüz (zaruret olmaksızın) bu evden çıkarsa, bu çıkış haram olur. Fakat iddet devam eder. Cenâb-ı Hak,"Apaçık bir kötülük yapmış olmaları müstesna..." buyurmuştur. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Buradaki "fahişe" (kötülük) kelimesiyle, "zina etmeleri" kastedilmiştir. Dolayısıyla bu kadınlar kendilerine zina cezasının uygulanması için, evlerden çıkarlar" demiştir. Dahhâk ve çoğu âlimler, "O halde bu görüşe göre, ayetteki "fahişe" kelimesi, "zina etmek" manasınadır" demişlerdir. İbn Ömer (radıyallahü anh), bu ifadeyle, kadınların, iddetleri bitmezden önce o evden çıkmaları hususunun kastedildiğini söylerken; Süddî ve diğer kalanlar, bu ifadeyle, "apaçık isyan"ın yani "geçimsizliğin" kastedildiğini söylemişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın bu kelimeye "O kadınların edepsizce davranmaları ve konuşmaları müstesna..." manasını verdiği de rivayet edilmiştir. Dolayısıyla o kadınların huysuzluklarından ve edepsizliklerinden ötürü o evlerden çıkarılmaları mubah olur. Bu sebeple de, kocaların, onları evlerinden çıkarma hakkı vardır. Ayetle ilgili şöyle birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: Eşler, bu "süknâ" (mesken) hakkını, karşılıklı anlaşma ile kaldırabilirler mi? Deriz ki: Karı-kocalığın sürdüğü zamanlarda, kocaya farz olan mesken, sadece kadın için bir haktır. Dolayısıyla kadının tek başına bunu ibtâl etme hakkı vardır. Bunun izahı şöyledir: Eşler, nikâh) sürdürdükleri müddetçe, maksadları iyi geçinmek ve biribirlerinden istifade etmektir. Hem sonra bu maksadın tastamam yerine getirilebilmesi için, kadının, kocanın ona ihtiyacı olduğu zamanlarda kocası için hazır halde olmasıdır. Bu ise, ancak kocanın, yemesi-içmesi, katığı, giyeceği ve evi gibi nafakası hususunda o kadına yeterli olduğunda söz konusudur. Ki bütün bunlar sayesinde biraz önce bahsettiğimiz istifadelerin tam ve mükemmel olduğu vasıtalar zincirine dahildirler. Hem sonra, bundan da öteye, suyun (meninin yani neslin) ve benzeri şeylerin korunma hakkı (ve vazifesi) vardır. Binâenaleyh boşanma olduğunda, temel istifade unsuru ortadan kalkmış olur. Bu istifadenin ortadan kalkması ise, kadından ötürü kocaya gereken vasıtaların (vazifelerin) ortadan kalkması iledir. Dolayısıyla da erkek suyunu (menisini-soyunu) muhafaza etme ihtiyacını hisseder. Bu sebeple de, onu muhafaza etme işi temel unsur olur. Böylece de, muhafaza işinin gerekmesi yüzünden, bunu sağlayacak vasıtalar (vazifeler) gündeme gelir. Çünkü bunun temeli, bir meskene varıp dayanır. Çünkü o muhafaza, ancak mesken ile sağlanır. Dolayısıyla bu durumda mesken, evlilik sebebiyle o kadına tahsis edilmiş birşey olmaz. "Suyu koruma", hukukullah (Allah'ın hakları) cümlesinden ve karı-kocanın karşılıklı anlaşıp düşüremeyecekleri şeyler cümlesindendir. Bu sebeple, kocası istese bile kadın o evden çıkamaz. Yine kadın istese bile kocası onu ordan çıkaramaz. Ancak o evin yıkılması yahut, evi gasbedenin çıkarması, yahut evin kira müddetinin sona ermesi durumunda, evden taşınma; yahut bir fitne, bir sel, bir yangın yahut da canı tehlikeye düşürecek birşey korkusu durumu müstesna... Binâenaleyh kendisinden ötürü kadın evden çıkmasına sebep bu şeyler son bulduğunda, kadın tekrar oraya döner. İkinci Bahis: Cenâb-ı Hakk, "Rabbiniz Allah'dan korkunuz" demiş de, sadece "Allah'dan korkun" dememiştir (niçin)? Deriz ki: Böyle söylemesinde, öbür türlü söylemesinde bulunmayan beliğ bir incelik vardır. Çünkü "Rab" kelimesi, o kimselerin, çeşitli ortamların son derece mükemmel bir biçimde sağlanması ile, in'am ve ikram demek olan terbiyenin (rububiyyetin) meydana geldiğine dikkatlerini çekmektedir. Dolayısıyla bu eğitmenin elden kaçırılacağı endişesiyle insanlar, alabildiğine ittika (endişe) duyarlar. Üçüncü Bahis: Bu ayette, hem kocaların kadınları o evlerden çıkarmalarından, hem de kadınların kendiliklerinden çıkmalarından bahsedilmesinin hikmeti nedir? Deriz ki: "Kocaların çıkarmaları", kocaların onları, kendilerine kızdıkları, beraber oturmayı istemedikleri, yahut da kendilerinin o eve ihtiyaçları olmasından ötürü çıkarmamaları, istemeleri halinde ise, kadınların çıkmasına müsaade etmemeleri manasınadır. Bu, erkeklerin, yasağın kalkması hususunda izinlerinin geçersiz olduğunu bildirmek içindir. Kadınlar da, isteseler bile, o evden kendiliklerinden çıkamazlar. Dördüncü Bahis: (...mübeyyenetin) şeklinde de okunmuştur. Bu kelimeyi kesre ile,"mübeyyinetin" şeklinde okuyana göre bunun anlamı, "Bu fahişe hayasızlık" hakkında düşünüldüğünde, onun bir "fahişe hayasızlık" olduğu ortaya çıkar demek olur. Fetha ile, "mübeyyenetin" şeklinde okuyanlara göre manası ise, "Onun bir hayasızlık olduğu kanıtlanmış, tesbit edilmiş..." şeklinde olur. Cenâb-ı Hak, "Bunlar, Allah'ın sınırlandır" buyurmuştur. "Hudûd", meselâ yasaklar gibi, aşılamayan, yapılamayan engeller anlamındadır. Gerçekte "hadd" ise, bir şeyin kendisine varıp dayandığı son nokta-çizgi demektir. Mukâtil, Cenâb-ı Hakk'ın, bu kelime ile, bahsi geçen "sünnî talak" ve diğer hükümleri kastettiğini söyler. Cenâb-ı Hak, "Kim Allah'ın sınırlarını asarsa..." buyurmuştur ki, bu, "sünni talakı' ile boşamayan ve iddetinden sayılabilecek bir halde iken boşamayan (yani hayızlı iken boşayan) kimseler hakkında bir tehdittir. Ayetteki, "Şüphesiz kendisine zulmetmiş olur". "Kendisini zarara sokmuş..." demektir. Mana, "Kim, Cenâb-ı Hakk'ın koyduğu bu sınırları aşarsa, kendisini, Rabbinin koymadığı bir mevkiye koymuş, oraya yerleştirmiş olur..." şeklinde de olabilir. Çünkü "zulüm", bir şeyi, bulunması gerekli olan yerden başka bir yere koymaktır. Cenâb-ı Hak, "Bilemezsin, belik Allah bunun arkasından yeni bir durum peydah ediverir..." buyurmuştur. İbn Abbas, "Cenâb-ı Hakk bu ayetle kişînin.verdiği talaktan ötürü pişmanlık doyacağını ve iddeti içinde hanımına dönmeyi arzulayacağını kastetmiştir" demiştir. Ki bu, boşamada müstehap olanın, talakları ayrı ayrt vermek olduğunun bir delilidir. Ebû İshâk da, "Bir kimse, aynı anda hanımın üç talak ile boşarsa, bu durumda Cenâb-ı Hakk'ın, "Belki Allah bunun arkasından bir iş peydah ediverir..." ifadesinin bir manası kalmaz..." demiştir. |
﴾ 1 ﴿