| 6"Semûd ile Âd, patlayacak olan o kıyameti yalanladılar. Semûd, onlar, ölçü tanımayan korkunç bir ses ile imha edildiler. Ad'a gelince, onlar da, uğultulu ve azgın bir fırtına ile helak edildiler". (......) kelimesi, insanların kalblerini korkunçluğu ve dehşeti ile hoplatan, semayı, inşikâk ve infitâr ile paramparça eden, yeri ve dağları unufak edip temelinden söküp atmakta savuran, yıldızlan da ışığını alıp söndürmek suretiyle yok eden anlamındadır. Cenâb-ı Hak, buyurdu da, bu zahir ismin yerine zamir koyarak, meselâ demedi. Bundan maksad, işbu kar' manasının hakka, da da bulunduğunu açıkça belirtmektir. Cenâb-ı Hak, Hakka'dan bahsedip, onun azametini ortaya koyunca, Mekkeliler için bir öğüt ve kendilerini, bu yalanlamalarının neticesinden korkutmak için, bunun peşinden, o kıyameti yalanlayıp da, böylece yalanlamaları sebebiyle başlarına gelen azabı getirmiştir. "Semud'a gelince: Onlar, ölçü tanımayan korkunç bir ses ile imha edildiler" ayetine gelince, bil ki, "Tâğıye"nin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır: 1) Tâğıye,, şiddet ve kuvvet bakımından sınır tanımayan, haddi aşan, demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "sınırı aştı.." anlamında "Biz, (tufanda) su sının aşınca (sizi gemide) taşıdık" (Hakka, 11) ve "Gözü sapmadı, haddi de aşmadı..."(Necm, 17) buyurmuştur. Bu görüşe göre, ayetteki (......) mahzuf bir şeyin sıfatı olmuş olur. Alimler, bu mahzufun ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak kimileri, "Bu, kuvvet ve şiddet açısından diğer naraları aşan, onları geride bırakan sayhadır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hayvan ağzına konan kuru çalı çırpı ve otlar gibi oluverdiler" (Kamer, 54) buyurmuştur" derken, diğer bazıları, bu mahzufun, "sarsıntı" olduğunu; bir diğer grup da, bunun "yıldırım, nara..." olduğunu söylemişlerdir. 2) Buradaki "tâğıye", tuğyan, haddi aşma, anlamındadır. O halde bu manaya göre bu kelime, tıpkı, kâzibe, bakiye, âkibe ve afiye kelimeleri gibi bir masdardır. Buna göre mana, "Peygamberlerini yalanlayıp onları kabul etmedikleri için, Allah'a karşı olan bu tuğyanları sebebiyle helak edildiler" şeklinde olur. Bu görüş, İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Müteahhirun uleması, bunu şu iki açıdan tenkit etmişlerdir: a) Zeccâc'ın ifade ettiği bu görüşe göre: Cenâb-ı Hak, ikinci cümlede, sayesinde ilahî azabın tahakkuk ettiği bir tür azabtan ki bu, ayetteki "... uğultulu ve azgın bir fırtına ile..." ifadelerinin ortaya koyduğu bir azabtır-bahsedince, bu iki cümle arasında bir münasebet olsun diye, birinci cümlede de aynı şeyin (azab) olması gerekir. b) Kadî'nin ileri sürdüğü bu görüşe göre, şayet, ayetten kastedilen, onların dediği şey olmuş olsaydı, o zaman ifadenin hakkının, "Bunun için, bundan ötürü (tuğyanları sebebiyle)..." denilmesi gerekirdi. 3) ifadesinin anlamı, "Semûd toplumundan, haddi aşan grup sebebiyle..." şeklinde olup, bu da, "Onlar, o deveyi boğazlamayı, birbirlerine emrettiler; derken, deveyi boğazladılar da, İşte haddi aşan bu grubun uğursuzluğu sebebiyle tümü birden helak oldu.." demektir. Bu ifadeyle, deveyi boğazlayan o bir adamın, derken, tümünün helak edilmiş olmaları kastedilmiş olabilir. Çünkü onlar, o adamın yaptığına razı olmuşlardı. Bu adama "tâğıye" denilmesi, tıpkı, ve denilmesi gibidir. "Ad'a gelince, onlar da, uğultulu ve azgın bir fırtına ile helak edildiler.." ayetine gelince, gürültüsü ve soğuğu had noktaya varmış rüzgar demektir. Bunun, kökünden olmak üzere, soğuk anlamına geldiği de söylenmiştir. Kendisindeki bu soğuk adeta tekerrür ettiği için, kelimede şeklinde kök tekrarı yapılmıştır. O halde, bu demektir ki, bu rüzgar alabildiğine soğuk olduğu için, kasıp kavurur, yakar. Kelimesine gelince, bu hususta da şu izahlar yapılmıştır: 1) Kelbî, "O gün bekçilerine isyan eden, dolayısıyla da bekçilerini, ondan ne kadar miktar çıktığını bilemedikleri rüzgar.." demiştir. Halbuki, bundan önce ve sonra, o rüzgarlardan belli bir miktar çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecektir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Su, Nuh (Tufan) gününde, bekçilerini dinlememiş, rüzgar da Ad gününde, bekçilerini dinlememiştir. Dolayısıyla da onlar, bunun önüne geçememişlerdir" buyurmuştur. Bu görüşe göre, ayetteki ifadenin takdiri, "bekçilere karşı gelen..." şeklinde olur. 2) Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ifade ile, "Rüzgar, Âd kavmine isyan etti. Dolayısıyla da, mesela bir yapı ile kendilerini koruma veya bir dağa sığınma, vb. bir yolla, onu geri çevirmeye kadir olamadılar. Çünkü o rüzgar, Ad kavmini, bulundukları yerlerden söküp alıyor ve helak ediyordu" manasını kastettiğini söylemiştir. 3) Bu kelime, "isyan" anlamındaki "el-'utüvvü" kökünden olmayıp, bu, bir şeyin nihayeti, son haddi anlamına gelir ki, bu manaya göre bu kelime, Arapların, "nihayete erdi, kurudu" anlamındaki ifâdesine varıp dayanır. Ve yine Cenâb-ı Hak meselâ, "Ben, yaşlılığın son noktasına varıp dayandım" (Meryem, 8) buyurmuştur. O halde, ayetteki (......) kelimesinin anlamı, "kuvvet ve şiddette kemale ermiş, doruk noktaya çıkmış.." demek olur. | 
﴾ 6 ﴿