12

"Onu sizin için bir öğüt, bir ibret yapalım ve onu belleyen kulaklar bellesin diye (böyle yaptık)".

Buradaki "hâ" (onu) zamiri, neye racidir? Bu hususta iki izah yapılır:

a) Zeccâc, bu zamirin, her ne kadar mercii, bu ayetlerde açıkça zikredilmemiş olsa da, o malum tufan hadisesine raci olduğunu; ifadenin takdirinin, "Biz o mü'minlerin kurtulup, kafirlerin suya gark oldukları o hadiseyi, bir ibret ve öğüt kılalım diye..." şeklinde olduğunu söylemiştir.

b) Ferrâ bu zamirin, "sefine" (Nuh'un gemisi)ne raci olduğunu söylemiştir ki bu görüş zayıftır, birincisi doğrudur. Onun doğru oluşunun delili ise, ayetteki, "Onu belleyen (duyan) kulaklar bellesin" ifadesidir. Çünkü buradaki "onu" zamiri, birinci zamirin raci olduğu şeye racidir. İkinci görüşe göre, bu zamirin "sefine"ye raci olması gerekir, bu da mümkin değildir. Binâenaleyh birinci zamirin de "sefine"ye raci olması mümkün değildir.

Ayetteki, "Onu belleyen (duyan) kulaklar bellesin" cümlesiyle ilgili şöyle iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Kişinin gönlünde, kafasında, hafızasında tutup ezberlediği şeyler için, ifadesi kullanılır. Mesela, "ilmi aldım, ezberledim" ve "dediğini ezberledim" denilir. Fakat insan, kendisi dışında bir yerde koruyup muhafaza ettiği şeyler için ise, fiili kullanılır. Nitekim mesela, "Eşyayı,kabında korudum" denilir. Şairin, olarak, koruyup muhafaza ettiğim şeylerin en habisi, serdir" şeklindeki sözü de böyledir.

Bil ki ayetteki "tezkire" (öğüt) yönü şudur: Bir toplumu gemi vasıtasıyla boğulmaktan kurtarıp, bunların dışında kalanların suya garkedilmeleri, alemi idare edenin kudretine, meşîetinin geçerliliğine, hikmet ve rahmetinin sonsuzluğuna ve kahrı ile hükümranlığının şiddetine delalet eder.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin Mazhar Olduğu Dua

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu ayet indiğinde "Ey Ali, ayette bu bahsedilen kulağın, Allah'dan senin kulağın olmasını istedim" dediği rivayet edilmiştir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin de "Bu duadan sonra, artık hiçbirşeyi unutmadım. Benim için unutma diye birsey söz konusu olmadı" demiştir.

Buna göre eğer, "Peki Cenâb-ı Allah niçin hem müfred, hem de nekire olarak, buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Onlar içinde, belleyip, ezberleyenlerin az olduğunu bildirmek, onlardan az ezberleyenleri (öğrenenleri) kınamak ve Allah'ın buyruğunu dinleyip belleyen bir tek kulağın, sevad-i azam yani cemaat hükmünde sayıldığına, âlem onlarla dotu da olsa bunun dışında kalanlara iltifat edilmeyeceğine işaret etmek içindir.

İkinci Mesele

Bütün kıraat imamları, fiili, ayn'ın kesresiyle (......) şeklinde okurlarken, İbn Kestr'in, ayn'ın sükûnu ile (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Buna göre İbn Kesir, muzari harfini, mâbâdi ile birlikte tıpkı, "fahz" kelimesi gibi kılmış, böylece de, fahz, kebd, ketf kelimelerinin orta harfinin sakin kılınışı gibi, sakin kılmıştır. O böyle yapmıştır. Çünkü muzari harfi, fiilden ayrılmaz ve böylece, kelimenin kök (asıl) harfleri gibi olmuş olur. Bu yönüyle de, tıpkı, ve diyen kimsenin sözü gibi olmuş olur ki, kâfin sükûnu ile olan fiili gibi olmuş olur.

Kıyametin Başlaması

Bil ki Allahü teâlâ bu üç kıssayı nakledip, bu kıssalarla kudretine ve hikmetine dikkat çekince; kudretinin varlığı ile, kıyamet; hikmetinin varlığı ile de kıyametin vukuunun mümkünlüğü sabit olmuş olur. Bu sabit olunca da kıyametin hallerinin bazı tafsilatına başlamış, ilk önce kıyametin başlayışını ele almış ve şöyle buyurmuştur:

12 ﴿