5"Melekler ve Rûh ona mesafesi elli bin yıl olan bir günde çıkarlar. Binâenaleyh sen, güzel bir sabır ile sabret". Bil ki Allahü teâlâ'nın Kur'ân'da takip ettiği metod ve üslub şudur: O, her ne zaman korkutma ve işin korkunçluğunu anlatma sadedinde meleklerden bahsetse, bu ayette ve "O gün ruh ve melekler saf saf kalkarlar" (Nebe, 38) ayetinde olduğu gibi, mutlaka onunla birlikte "rûh" (Cebrail'i) ayrıca zikreder ki bu, "Ruh"un, kadr-u kıymet bakımından meleklerden daha büyük olduğunu gösterir. Burada şöyle bir incelik var: Allahü teâlâ "urûc" (çıkma-yükselme) tabirini kullanırken, bu ayette olduğu gibi, önce melekleri sonra Ruhu; kıyam (kalkma) ifadesini kullanırken de, Nebe, 38. ayette olduğu gibi, önce Ruhu sonra melekleri zikredir. Bu, Ruhun, inişde ilk, çıkışta da ikinci olmasını gerektirir. İşte bu noktada bazı keşif ehli zatlar şöyle demektedirler: Rûh, Allah'ın celâline yakın olan en büyük nurdur. Diğer meleklerin ruhu, bu nurdan dallanır-budaklanır. İman ise, rûh derecelerinin en sonunda yer alır. Binâenaleyh bu iki uç arasında, çeşitli melek ruhların ve kudsî nurların derece ve mertebeleri vardır. Bunların tam sayısını ancak Allahü teâlâ bilir. Allahü teâlâ'nın bir mekanda, ya Arş'da, yahut Arş'ın üstünde olduğunu savunanlar, bu ayeti şu iki bakımdan görüşlerine delil getirmişlerdir: 1) Ayet, Allahü teâlâ'nın, "me'âric sahibi" diye mevsuf olduğunu göstermektedir ki bu ancak, Allahü teâlâ'nın üstte bir yerde olması durumunda söz konusu olur. 2) Hak teâlâ, "Melekler ve Ruh ona ... çıkarlar" buyurmuştur. Böylece meleklerin çıkış ve yükselişlerinin "O'na" doğru olduğunu beyan etmiştir ki bu da Hak teâlâ'nın üst tarafta olmasını gerektirir. Buna şu şekilde cevap veririz: Deliller, Hak teâlâ'nın bir mekanda bir yönde bulunmasının imkansızlığına delalet edince, bu ayetin kesinlikle te'vil edilmesi gerektiği sabit olmuş olur. Şimdi, Allah'ın "me'âric sahibi" diye mevsuf oluşu ile ilgili izahları biraz önce yaptık. Fakat ayetteki, "Ona, ona doğru "ifâdesinde, harf-i cerrinin yer alışından, Cenâb-ı Hakk'ın bir mekanda olduğu manası kastedilmemiş, aksine bütün herşeyin O'nun iradesine varıp-dayandığı kastedilmiştir. Bu, "Bütün işler, O'na döndürülür (varıp O'na dayanır)"(Hud, 123) ayetiyle anlatıldığı gibidir. Bu ifadeyle de, "izzet ve şerefin bulunduğu yere yükselip varır" manası kastedilmiştir. Bu manasıyla ayet, tıpkı, "Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayet edecektir" (Saffat, 99) ifadesi gibi olur ve bu mükâfaat yurdu (cennetin) en yüce ve en üstün mekan olduğuna bir işaret olmuş olur. Çoğu âlim, ayetteki harf-i cerrinin fiiline taalluk ettiği görüşündedirler. Buna göre, "Bu çıkış, bu özellikteki bir günde olur" demektir. Mukatil "Hayır, bu harf-i cer, ifadesine taalluk eder" der. Bu görüşe göre, ayette, bir takdir-tehir söz konusudur ve takdiri, ..."mesafesi elli bin sene olan bir günde vaki olacak bir azab" şeklindedir. Birinci manaya göre, o gün, ya ahirette, ya dünyadadır. Ahirette olmasına göre, bu uzunluk, ya vakidir, yahut da mukadderdir. İşte ayetin hulasa olarak bize sunduğu manalar bunlardır. Biz bunu daha tafsilatlı bir biçimde ele alacağız: Birinci Görüş: Ayetin manasının, "bu çıkış ve yükseliş, uzunluğu elli bin sene olan bir ahiret gününde olacak. O gün de kıyamet günüdür" şeklinde olduğunu söyleyen görüş, Hasan el-Basrî'nindir. O şöyle der: "Cenâb-ı Hak, bu günün sadece bu uzunlukta olduğunu kastetmemiştir. Çünkü eğer böyle olsaydı, o gün için bir son belirlenmiş olurdu. Böyle olunca da cennet ve cehennem, fâni olurdu. Bu ise olamaz. Aksine bununla, mahlukatın aralarında hüküm infaz edilinceye kadar hesap için duruşlarının, dünya yıllarından elli bin yıl olacağı manası kastedilmiştir. Artık bundan sonra cehennemlikler ki bunlardan olmaktan Allah'a sığınırız-, cehennemin derekelerinde karar kılarlar..." Bil ki bu uzunluk kafirler hakkında olacaktır. Mü'minler için ise böyle birşey söz konusu değildir. Bunun delili hem ayet, hem de hadistir. Ayetin delili, "O gün cennetliklerin eğlenip duracakları yer, çok hayırlı, dinlenecekleri yer çok güzeldir" (Furkan, 24) ifadesidir. Alimler burada bahsedilen durma ve dinlenme yerinin, cennet olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Hadisten delili ise, Ebû Sa'fd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den rivayet edilen şu hadistir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, "O günün uzunluğu ne kadar?" diye sorulduğunda, o "Canım, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o gün, mü 'min için, dünyada iken kıldığı bir farz namaz vaktinden daha hafif olacak şekilde, hafifletilir" Müsned, 3/75. demiştir. Bazı kimselerde şöyle demektedirler: "bu bekleme işi eğer uzarsa, cennetliklerin sevinçlerinin ve rahatlıklarının artmasına; cehennemliklerin de hüzün ve kederlerinin artmasına sebep olur." Buna şu şekilde cevap verilebilir: Ahiret, ceza ve mükafaat yurdudur. Binâenaleyh mükafaat elde edenlerin, mükâfaatlarının acele verilmesi gerekir. Mükâfaatın verileceği yer ise, mevkîf (haşr meydanı) değil, cennettir. Şu halde orada uzun bekleyişin, mutlaka ve mutlaka kafirler için olması gerekir. İkinci Görüş: Bu süre, ahirette olacaktır. Fakat bilfiil gerçek olacak değil de, mukadder olarak farzedilerek olacaktır. Buna göre mana, "Eğer bu hüküm ve karar verme işiyle, insanların en akıllısı ve zekisi meşgul olsaydı, bu işle ellibin yıl uğraşırdı. Fakat Allah, bu hüküm ve karar verme işini, dünya günlerinden bir gününün yarısı kadar bir zamanda tamamlar. Yine aynen bunun gibi, melekler bir takım yerlere çıkar, yükselirler. Eğer bir dünyalı oralara çıkmak istese, bu çıkışı elli bin yıl sürerdi. Fakat melekler bu mesafeyi, kısa bir zamanda alırlar. Bu görüş Vehb (b. Münebbih) ve bir gurup müfessirin görüşüdür. Üçüncü Görüş: Ebû Müslim'e ait olan bu görüşe göre, bahsedilen gün, dünya günüdür. Bu, Allah'ın yarattığı ilk şeyden başlayıp, yok olmanın, en sonuna kadar olan süredir. Böylece Allah Tealâ, meleklerin, iniş çıkışlarının mutlaka dünya gününde olduğunu, bu günün müddetinin ise elli bin yıl olarak takdir edildiğini beyan etmiş olur. Bu görüşe göre, kıyametin ne zaman kopacağı belirlenmiş olmaz. Çünkü biz, bu müddetten ne kadarının geçmiş, ne kadarının kalmış olduğunu bilemeyiz. Dördüncü Görüş: Ayetin takdiri manası, "Miktarı elli bin yıl olan bir günde, Allah tarafından gelecek o azabı bir soran sordu" şeklindedir. Şimdi bununla, o günün müddetinin takdir edilmesi de kastedilmiş olabilir. Bu izaha göre, ayetten kastedilen, o azabın bu kadar bir süre ile sınırlandırılmış olması değil, aksine azabın süresinin çok uzun olduğuna dikkat çekmedir. Sonra bu soranın sorduğu istediği o azabın bu müddetle sınırlanmış olması ama, Allahü teâlâ'nın o kimseyi bundan sonra başka bir azaba nakletmesi de muhtemeldir. Buna göre eğer, "İbn Ebî Müleyke, ibn Abbas (radıyallahü anh), hem bu ayetin, hem de, "uzunluğu bin yû olan bir günde"(Secde, 5) ayetinin manası sorulduğunda, İbn Abbas (radıyallahü anh), bunlar, Allah'ın bahsettiği (adını koyduğu) günlerdir. Bunların nasıl olduğunu en iyi bilen O'dur. Tam bilmediğim bir hususta konuşmayı hoş görmem" dediğini rivayet etmiştir?.." denilirse ve "Peki bu iki ayetin arasını, uzlaştırma hususunda, sizin görüşünüz nedir?" denilirse, biz deriz ki: Vehb, bunun cevabı hususunda şöyle demiştir: "Âlemin en aşağısı ile, Arş'ın en üstü arası elli bin yıldır. "En aşağı göğün en üstü ile dünya arası da, bin yıl mesafedir. Çünkü her göğün eni, beş yüz senelik yoldur. Göğün en alt noktası ile, yerin en alt noktasının arası da bir diğer beş yüz yıllık mesafedir. O halde, Cenâb-ı Hak, Secde Sûresi 5. ayetteki bin yıllık gün ile, dünya gününü kastetmiştir. Bu da, eğer onlar buradan en yakın göğe çıkacak olsalardı, bin yıl; oradan da Arş'ın en uç noktasına çıkacak olsalardı bu da elli bin yıl sürerdi. Cenâb-ı Hakk'ın, "Binâenaleyh sen güzel bir sabır ile sabret" ayetiyle ilgili şöyle iki mesele vardır: Bil ki bu ifade, Hak teâlâ'nın 'isteyen biri... istedi"ayeti ile ilgilidir. Çünkü Nadr b. Harsın o azabın hemen verilmesini istemesi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay etmek ve vahyi yalanlama tarzında olmuştu. Bu ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in canını sıkan hususlardan oldu. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), buna sabretmekle emrolundu. Aynen bunun gibi, bu azabın kim için olduğunu soran da, işi sarpa sardırma gayesiyle sormuştu. Bunu soran, Mekke kafirlerindendi. O ayeti, (......) şeklinde okuyanlara göre ise, mana şu şekildedir: "Meydana gelmesi yakın olduğu için, azab (neredeyse) geldi. Binâenaleyh sabret, çünkü intikam vakti gelip çattı." Kelbî şöyle der: "Bu ayet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), savaşla emrolunmazdan önce nazil olmuştur. |
﴾ 5 ﴿