| 6"Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma". Bu ayetle ilgili olarak birkaç mesele vardır: Meşhur olan kıraatte, râ'nın ref'i ile (......) şeklinde okunmuştur. Böyle okunması hususunda şu üç izah yapılabilir: 1) Kelamın takdiri, (......) şeklindedir. Bu demektir ki, bu kelamın başındaki lâm alınmış, böylece de fiil merfu olmuştur. 2) İfadenin takdiri, (......) şeklindedir. Derken, kendisinden nasb edici (......) hazfedilmiş ve ilgili kelime, nevâsıb ve cevann'dan da beri olunca merfu kılınmıştır. Dolayısıyla bu sözün mecazi manası, "çoğu ummak, elde etmek için verme" şeklinde olur. 3) Bu ifade, "hal-i mütevakkıa, yani, umulan ve beklenen bir hal cümlesi olup, ifadenin takdiri, "daha fazlasını elde edeceğini düşünerek, farzederek ... verme..." şeklindedir. Ebû Ali el-Farisî şöyle der: "Bu ifade, tıpkı senin, "Beraberinde, onunla yarın av yapacağını düşündüğü bir doğan bulunan bir adama rastladım" demen gibidir. Binâenaleyh, burada da mana, "Daha çoğunu elde edeceğini umarak verme" şeklinde olur." Ebû Ali el-Farisî sözüne devamla, "Bu ifade ile gelecekteki bir durumun, halin hikaye edilmiş olması da mümkündür" demiştir. Bunu iyice kavradığına göre şimdi biz diyoruz ki, alimler, bu ayetin tefsiri hususunda şu izahları yapmışlardır: 1) Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, bu ayetten önce şu dört şeyi, yani a) Kavmini uyarmasını; b) Rabbini tazim etmesini, c) Elbisesini temizlemesini, d) Azabtan, günahtan sakınmasını emretmiş, daha sonra da, demiştir ki, bu, "Tıpkı, yaptığını çok gören, büyük gören kimse gibi, bu güç işleri yerine getirdiğin için, Rabbine minnette bulunma, başına kakma, tam aksine, bütün bunlara, Rabbinin rızasını elde etmen, bu sayede ona yaklaşman için ve bununla O'na minnette bulunmaksızın, evet bütün bunlara kattan.." demektir. Hasan el-Basri de bu manada, "Yaptığın iyilikleri Rabbine minnet edip de, böylece onları çok bulma..." demiştir. 2) "İnsanlara, onlara, tıpkı bu iyilikleri çok gören bu kimse gibi, kendilerine öğrettiğin dine ve vahye dair şeylerle minnette bulunma; (onların başına kakma); çünkü sen, bütün bunları ancak, Allah'ın emri olduğu için yaptın, dolayısıyla da senin onlara minnet etme hakkın yoktur.." İşte bundan dolayı da, Cenâb-ı Hak, "(Bütün bunlara), Rabbin için katlan" buyurmuştur. 3) "Onlara, daha çok elde etmen için, yani, sayesinde malının çoğalacağı ve yaptığın işe mukabil olacak bir ücreti onlardan alabilmek için nübüvvetini onların başına kakma, onları minnet yükü altında bırakma." 4) "acze düşme..." anlamında olup, bu, Arapların, "tutarsız, zayıf, güçsüz" anlamındaki şeklindeki kullanışlarına varıp dayanır. Nitekim Arapça'da, "Yürümek, onu bitkin hale getirdi.." anlamında, denilir. Buna göre, kelamın takdiri, "Bu ayetten önce, emrolunduğun o dört taati çok bulmadan dolayı, güçsüz ve kuvvetsiz hale gelme; gevşeme..." şeklinde olur. Bu manayı benimseyenler, ayetin bu ifadesinin, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, (Zümer. 64) ayetindeki nin, takdirinde olduğu gibi olduğunu belirtmişlerdir. O halde bu demektir ki, ifadenin başından bir edatı hazfolunmuştur. Ferra, Abdullah Ibn Mes'ûd'un şeklinde olduğunu belirtmiştir ki, bu okuyuş da az önceki tefsirin lehinde şahitlik eder. Ve bu görüş, Mücahidin tercih ettiği bir görüştür. 5) Müfessirlerin ekserisinin görüşüne göre, ayetteki ifâdesinin manası, "Verme..." şeklindedir. Nitekim, Arapça'da, "Ona şunu verdim" manasında denilir. Cenâb-ı Hak da, (Sad, 39) buyurmuştur. Yani, "Şimdi, ister ver, istersen verme..." demektir. Ki, bu da, "Kim verirse, o muhakkak ki lütfetmiş olur. Dolayısıyla lütuf ve bağış, bir istiare yoluyla, fiiliyle ifade edilmliştir. Buna göre mana, "Daha çoğunu elde etmek için malını verme.." şeklinde olur. Yapılan bu manaya göre, burada birkaç soru bulunmaktadır. Birinci Soru: Allah'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i bu tür davranıştan men edişinin hikmeti nedir? Cevap: Buradaki hikmet şu birkaç yöndendir: a) Peygamberin lütuf ve ikramlarının, dünyayı ve dünyalığı elde etmek için değil, sırf Allah için almasından dolayıdır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e "Gözünü... çevirme..."(Hicr,68) buyurarak, dünya peşinde koşmayı yasaklamıştır. Çünkü, dünya peşinde gezen kişiye göre, dünya mutlaka, çok kıymetlidir. Böyle olan kimse ise, risâlet görevini ifaya uygun bir kimse olamaz. b) Daha fazlasını almak amacıyla, başkasına azıcık dünyalık veren kimsenin, mutlaka o başkasına boyun eğmesi, yalvarıp yakarması... söz konusu olur. Bu ise, nübüvvet makamına yakışmayan bir husustur. Çünkü bu durum, alan kimsenin alçalmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, sadaka ve zekât alması ile, bunları verenlerin nefretini mucib olması... haram kılınmıştır. Bu sebepledir ki, Cenâb-ı Hak, "Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da, onlar bunun altında esliyorlar" (Tur. 40) buyurmuştur. İkinci Soru: Bu yasak, sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsus bir yasak mı, yoksa ümmetini de içine alır mı? Cevap: Lafzın zahiri, bu işin umûmî olduğunu ifâde etmez.. Halden çıkarılan karine de (karîne-i haliye), bu işin umumi olmasını gerektirmez. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu iş, sırf nübüvvet makamını korumak ve onu kusurlardan arındırmak için yasaklanmıştır. Halbuki, böyle bir sebep ümmeti hakkında mevcut değildir. İşte bunları da, bu mananın, ümmet hakkında riya anlamına geldiğini, dolayısıyla da Allahü teâlâ'nın bütün herkesi böyle davranmaktan men ettiğini söylemişlerdir. Üçüncü Soru: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e has olduğu farzedilmesi durumunda bu, haramlık ifade eden bir yasak mı, yoksa tenzihen mekruhluğu ifade eden bir yasak mıdır? Cevap: Ayetteki bu nehyin (yasağın) zahiri, haramlığı ifade eder. 6) Kaffal şöyle der: "Ayetten, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ister karşılığı fazla olsun, ister noksan, ister denk olsun, herhangi bir kimseye, karşılığını almak maksadıyla birşey vermesinin haram olacağı manasında kastedilmiş olması muhtemeldir. Buna göre ayetteki fiili, "Verdiğin bağış, yaptığın iyilik sebebiyle, matının noksanlaşacağından hoşlanmadığın için, daha fazlasını elde etmeyi umup-isteyerek..." manasında olur. Bu durumda ayetteki bu ifade, herne olursa olsun mutlak manada bir karşılık bekleme manasında olur. Böylece mecazi bir mananın ayette yer alması son derece güzeldir. Çünkü genelde hep karşılık, verilen bağıştan ve hediyeden daha fazla olur. Dolayısıyla da "karşılık bekleme" ifadesi, birşeyi, hallerinin en geneline hamlederek, "istiksâr" (daha çoğunu isteme) keliemsiyle ifade edilmiştir. Bu tıpkı, bir kadının, yanında çocuğu olduğu halde evlenmesi durumunda, çocuğunun terbiyesi ve geçimini üzerine alacak birisine ihtiyacı olduğu için, bu çocuğa "rabîbe" (terbiyeniz altındaki üvey evladınız) denilmesi gibidir. Daha sonra bunun sahası genişlemiş ve annesi evlenirken, bu çocuk ileri yaşta olsa dahi, genel olarak "rabîbe" kelimesiyle isimlendirilir. Bu fikri benimseyenler, bunun sebebini, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bağış ve iyilik yaparken, bir karşılık bekleme ve insanların kendisine iltifat etme gibi duygulardan ve düşüncelerden tamamen uzak olması diye izah etmişlerdir. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptığı iyilikler, böylesi düşüncelerden uzak ve sırf Allah rızası için yapılmış olur." 7) Kendilerine iyilikte bulunmak ve birseyler vermek suretiyle yaptığın şeyleri gözünde büyüterek, insanlara minnette bulunma ve insanları insanların başına kakma. Aksine bunları önemsiz ve basit sayman iyiliğine muhatap olanlara yaptığın ihsandan dolayı özür dileyen bir tavır içinde olmalısın (yani onun gönlünü alarak bunu yapmalısın). Çünkü dünyanın bütünü, zaten değersizdir. Nerde kaldı ki, dünyaya oranladığımızda son derece az olan, verdiğin o şeyler... İşte bu son üç izah, adeta birbirlerini tamamlayan ve birbirlerine dayanan izahlardır. Çünkü bunlardan birincisi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, daha fazlasını umup-istemekten yasaklandığını; ikincisi, ister fazla, İster az, isterse denk olsun, mutlak olarak bir karşılık umup-istemekten yasaklandığını, üçüncüsü de, vermesi ve kendisini az vermekle itham etmesi ve kendisini, bunu kabul ettiği için, in'âmda bulunduğu kimsenin minnet borcu altında hissetmesi manasını ifade eder. 8) Ayetin manası şöyledir: Birisine birşey verdiğinde, verdiğin şeyi gözünde büyüterek, onun başına kakmamalısın. Çünkü başa kakmak yaptığın işin mükâfaatını yokeder. Nitekim Hak teâlâ, "Malını, riya için infak eden gibi, ey mü'minler sadakalarınızı, minnet ederek, başa kakarak, eziyet ederek boşa çıkarmayın" (Bakara, 264) buyurmaktadır. Hasan el-Basrî, fiili cezm ile (......) şeklinde okumuştur. Ama muhakkik alimlerin çoğu bu kıraati kabul etmemişlerdir. Kimileri de bunun uygun olduğunu söyleyerek (Arapça yönünden) doğruluğu hususunda şu üç izahı yapmışlardır. 1) Ayetin takdiri, şeklindedir. 2) Hasan el-Basrî'nin yine manasını kastederek, böyle cezm ile okumuştur. Çünkü harekelerin çokluğu sebebiyle zammeyi ağır görerek, râ harfini sakin kılmıştır. Nitekim Ebû Zeyd (Zuhruf, 80) ayetindeki "rusülünâ" kelimesini, lamın sükunu ile, okunduğunu nakletmiştir. 3) Hasan el-Basrî, bu okuyuşunda, kelimenin vakf halini nazarı dikkate almıştır (yani durulduğu zaman, böyle durulacağını göstermek istemiştir). A'meş de, başında mukadder bir görerek bunu nasb ile, (......) şeklinde okumuştur ki bu, tıpkı şairin şu şiirinde olduğu gibidir. "Duyun ki, beni savaşta bulunmaktan, zevku sefalarda hazır olmaktan men edecek kimse kimdir ki? Sen beni, ebedî mi kılacaksın ki?!" Bu kıraati, İbn Mes'ûd'un (......) şeklindeki kıraati da destekler. | 
﴾ 6 ﴿