6"Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere, ve sert rüzgarlar gibi hemen koşanlara, iyiden İyiye yayanlara, böylece tam manasıyla ayırdedici olanlara, kötülüğü imhaya azab ile tehdide çalışan peygamberlere vahiy getirenlere". Bu ayetlerle ilgili şöyle birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Bil ki ilk beş ifade ile ya tek bir cins, veyahut da çeşitli cinsler kastedilmiştir. Birinci İhtimale göre alimler şu görüşlere yer vermişlerdir: Birinci Görüş: Bütün bu ifadelerle melekler kastedilmiştir. O halde, "mürselat" (gönderilenler), bir kavme ya nimet, yahut da ilahi azab getirmek için gönderilen meleklerdir. Ayetteki, (......) kelimesiyle ilgili olarak da şu izahlar yapılabilir: a) Bu, "Tıpkı bir yelenin kıtları gibi, ardarda sıralanmış" demektir. Arapça'da, "Tek sıra halinde geldiler" "Bir konuda anlaştıklarında, onlar tıpkı bir sırtlanın yelesi gibi biraraya geldiler" denilir. b) Buradaki "urfeu" kelimesi, nekire (bilinmeyen)in zıddı olan, maruf (bilinen) manasınadır. Çünkü bu melekler, eğer rahmet getirmek için gönderilmişlerse, bu mana onlar hakkında açıktır. Yok eğer azab için gönderilmişlerse, bu azab, hernekadar kafirler için "maruf" değilse de, Allah'ın onlardan, kendileri yüzünden intikam aldığı peygamberler ve mü'minler için maruftur. c) Bu kelime masdar (mef'ûl-ü mutlak)tır. Buna göre adeta, ardarda-peşpeşe gönderilenler" manasında denilmek istenmiştir. Binâenaleyh bu kelime, birinci izaha göre hal olduğu için; ikinci izaha göre ise mef'ûl olduğu için mansub olmuştur. İkinci izaha göre, "ihsan için, maruf birşey için gönderilenlere..." takdirindedir. Asifat Ayetteki, "Sert rüzgarlar gibi hemen koşanlara..." ifadesiyle ilgili olarak da şu iki izah yapılabilir: a) Allahü teâlâ o melekleri gönderince, onlar uçuşlarında tıpkı rüzgâr gibi sert esmiş-uçmuşlardır. b) Bu melekler, kafirlerin canını almışlardır. Nitekim birisi birşeyi yok edip-öldürdüğünde denilir. Yine Arapça'da gem götüren ve adeta hızda rüzgar gibi olan deve için de, "nâkatun asûfun" denilir. Keza, "Harb o kavmi yok etti" manasında denilir. Nitekim şair de: "Tepeden hmağa silahlı, kalabalık ve geleni gideni yok eden kudretli bir ordu içinde..." demiştir. Ayetteki, "iyiden iyiye yayanlara" ifadesinin manası ya, "yere inerlerken kanatlarını yayıp-açanlara", yahut "yeryüzünde şer'î hükümleri yayanlara", yahut "yeryüzünde rahmeti veya azabı yayanlara" şeklindedir.Yahut da bu ifadeyle "hesab günü insanların amel defterlerini yayan-dağıtanlar" manası kastedilmiştir. Nitekim Hak teâlâ, "Kıyamet günü o insan için, yayılmış (dağıtılmış) olarak kendisine kavuşacağı bir kitab çıkaracağız"(İsra, 13) buyurmuştur. Velhasıl o melekler yeryüzündekilere ulaştırmakla emrolundukları şeyi, ulaştırıp insanlar arasında onu yayarlar. Ayetteki, "Böylece tam manasıyla ayırdedici olanlara" ifadesi, "hak ile batılı birbirinden iyice ayırıp, ortaya koyanlara.." manasınadır. Mülkiyeti Zikra (......) ifadesi de, "zikri peygamberlere ulaştıranlara yemin olsun ki.." demektir. Buradaki "zikir" ile, mutlak manada "ilim ve hikmet" kastedilmiş olabileceği gibi, ki nitekim "Kullarından dilediğine (O Allah), emrinden olan ruh ile melekleri indirir" (Nahl,2) ayetinde de bu manadadır, bununla özellikle Kur'ân'ın kastedilmiş olması da muhtemeldir. Nitekim Hak teâlâ, "Demek zikir aramızdan ona mı ilhâc edildi (verildi) (dediler)" (Sad, 8) ve "Sen kendine bir kitab ilka edilmesini (verilmesini) beklemiyordun" (Kassas, 86) buyurmuştur, bu ilka edici (vahyedici), hernekadar sadece Cebrail (aleyhisselâm) ise de, tek bir şahsın, sırf ta'zim için, büyüklüğünü göstermek için, cemi bir kelimeyle zikredilmesi de mümkündür. Kasemin Maksadı Bil ki bu ayetlerdeki yeminin maksadı, kendilerine yemin edilen (bu meleklerin) yüce varlıklar olduğuna dikkat çekmek içindir. Meleklerin kıymet ve derecelerinin yüksek oluşu ise, şu bakımlardan açıktır: 1) Herşeyden önce onlar, Allah'a alabildiğine itaat içindedirler. Nitekim Hak teâlâ, "Onlar emrolunduklanm hemen yaparlar" (Nahl, 50), "Söz ile Cenâb-ı Hakk'ın önüne geçmezler (O'ndan önce konuşmazlar) ve O'nun emriyle amel ederler" (Enbiya, 27) buyurmuştur. Meleklerin Kısımları 2) Melekler kısım kısımdırlar: Kimisi, peygamberlere vahiy indirmek için gönderilirken, kimileri de insanlardan hiç ayrılmayıp, onların amellerini (her işlerini) yazmak için gönderilmişlerdir. Bunlar da iki kısma ayrılırlar: Bir kısmı gündüz, bir kısmı gece görevlidirler. Yine insan oğlunun canını almak için gönderilen melekler olduğu gibi, vahyi göğün melekleri yeryüzüne indirene kadar, bir gökten diğer göğe taşıyıp indiren melekler vardır. Yine bu konuda rivayet edilen hadislere göre, hergün Beyt'l Ma'mûr'dan Ka'be'ye inen melekler vardır. İşte, ifâdesinin içinde saklı olan manalar bunlardır. Yine bu ifadenin içinde, hızlı hareket etmek, kısa sürede uzun meşaleler katetme manası da vardır. Bu tıpkı, Hak Tealâ'nın, "Melekler ve Ruh O'na, müddeti elli bin yıl olan bir günde yükselirler"(Meâric, 4) ayetinde beyan edildiği gibidir.Yine bu ifadenin içerisinde, uçarken ilim - hikmet - nübüvvet - hidayet - irşad -vahiy - tenzil o vahyi ve tenzili indirmek suretiyle hak ile batılı ayırdetme ve bu vahiy sebebiyle kalbe ve lisana "zikr"i ilka ederken, ilim ve hikmeti neşretme, büyük kanatlarını açma., gibi manalar da mündemiçtir. Velhasıl, Allah'la kulları arasında vasıta olan bu melekler, dünyevî ve uhrevî bütün saadetleri, maddî ve manevî bütün iyilikleri ulaştırmada birer vasıtadırlar. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak bunlara yemin etmiştir. Kasem Edilmeyen Nesneler İkinci Görüş: Bu ilk beş ifadenin beşi ile de, rüzgarlar kastedilmiştir. Allahü teâlâ, tıpkı bir at yelesinin kıllarından olduğu gibi, azab rüzgarlarını peşpeşe, ardarda göndermesine yemin etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, (Hacc, 22) "Rüzgarlar gönderdik.." buyurmuştur. Sonra, bu melekler, o denli hızlı hareket ederler ki, böylece havada bulutlan yayan ya şiddetli esen rüzgar ya da şiddet rüzgarı halini alırlar. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O, rüzgarları, rahmetinin öncesinde müjdeleyici olarak gönderendir" (Araf, 50) ve "Allah rüzgarları salıveren; böylece de o rüzgarlar, bulutları sürüp de gökyüzüne yayan zatta” (Rum, 48) buyurmuştur. Şöyle de denilebilir: Rüzgârlar, yayılması-dağılması ve bitmesi konusunda bitkilere, ekinlere ve ağaçlara yardımcıdırlar. Çünkü onlar, aşılama işini yaparlar. Dolayısıyla da bitkiler bu sayede biter, ortaya çıkarlar. Nitekim Hak teâlâ da, "Biz rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik" (Hicr, 22) buyurmuştur. İşte bu yolla, o rüzgarlar, bitkileri "neşr" edici (yayıcı) olmuş olurlar. Rüzgarların "fârikât" (ayırıcılar) olmaları hususunda da şu izahlar yapılabilir: 1) Rüzgarlar, bulutları birbirinden ayırırlar. 2) Allahü teâlâ, rüzgarı onlara musallat etmek suretiyle, bazı beldeleri-şehirleri harab etmiştir. Nitekim Hak teâlâ, "Âd'a gelince, onlar alabildiğine azgın ve süratli bir rüzgarla helak edilmişlerdir" (Hakka. 6) buyurmuştur ki bu, Allah'ın dostları ile düşmanları arasındaki "fark"ın açık olmasının neticesidir. 3) Bu farklı farklı rüzgarlar esip, bulutların bir araya gelmeleri-memleketlerin harab edilmesi gibi enteresan neticelerin birbirini izlemesi esnasında, mahlukat yeniden Allah'a dönmeye ve O'nun rahmet kapısının önünde yalvarıp ve yakarmaya mecbur olurlar. Böylece, mü'min ile kafirin, dinli dinsizin arasındaki fark ortaya çıkmış olur. Ayetteki, ifadesi, rüzgarlar açısından, şu manaya gelir: İnsan kaleleri burçları kökünden söküp, kayaları - dağlan yerle bir edip, denizlerdeki dalgaları dağlar gibi yaptığını görüp müşahede ettiğinde, Allah'ı zikre sımsıkı sarılır ve O'nun desteğine - yardımına sığınır. Böylece bu rüzgarlar adeta kişinin kalbine zikri, İmanı ve kulluğu ilka etmiş (atmış) olur. Bu hadiseler meydana geldiğinde, böyle bir zikir meydana geleceği için, rüzgarlara bu manaların verilmesinin, hukuki değil mecazi olduğunda şüphe yoktur. Mürselât'ın, Kur'ân Kelimelerinden Karşılığı Üçüncü Görüş: Bazı kimseler de bu ilk beş ifadeyi 'Kur'ân-ı Kerim manasına almışlardır. Bence buradaki beş ifadeyi de kur'ân manasına almak mümkündür. Buna, göre, "mürselât" ile, "Cebrail (aleyhisselâm)'in lisanında ifadesini bulan o peşpeşe gönderilmiş ayetlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirilmesi" kastedilmiştir. Buna göre, "urfen" ifadesi de, "Bu ayetler, her türlü marufu, yani iyi-güzel-hoş olan her şeyi getirmiştir" demektir. Bu ayetler, kurtuluş yoluna ileten, bütün hayırlara ulaştıran bir özellikte olduğuna göre bu niçin böyle olmasın “Asıfat” ifadesiyle de “İslam ve Kur'ân devletinin başlangıçta zayıf iken, daha sonra büyüyüp de diğer millet ve dinlere galip gelmesi" kastedilmiştir. Böylece bu demektir ki Kur'ân devleti, diğer devlet, millet ve dinler üzerine, kuvvetli bir rüzgâr gibi esmiş, onları ezip geçmiş ve onları kısır döngü gibi batıl hale getirmiştir. Naşirat Ayetteki, "nâşirât" ile de şu kastedilmşitir: Kur'ân ayetleri, doğu ve batıdaki yerin kalbine hikmet ve hidayet eserleri yaymıştır. Ayetteki, "fârikât" ifadesinin, bu açıdan manası açıktır. Çünkü Kur'ân'ın bütün ayetleri, hak ile batılın arasını ayırır. Bundan ötürü Hak teâlâ, Kur'ân'a "hırkan" (ayıran) adını vermiştir. Yine "mülkiyât" ifadesinde de durum böyledir, yani bu açıdan manası açıktır: Çünkü Kur'ân bir zikirdir. Çünkü Hak teâlâ, "Zikirli Kur'ân'a yemin olsun kı..."(Sâd.2) ve "Bu hem senin için, hem de kavmin için bir zikirdir" (Zuhruf, 44) ve ""Bu (Kur'ân), mübarek bir zikirdir" (Enbiyâ, 50) buyurmuştur. Kur'ân aynı zamanda bir tezkire, yani öğüttür. Nitekim Hak teâlâ, "Kur'ân müttakiler için bir tezkiredir" (Hakka. 48) buyurmuştur. "Kur'ân bir "zikrâ" (öğüt)dür. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O, âlemler için bir zikrâ (öğüt)tür" (En'âm. 90) buyurmuştur. Böylece bu beş ifadeyi, Kur'ân manasında tefsir etmenin mümkün olduğu ortaya çıkmış olur. Herne kadar, daha önce hiç kimse yapmamış ise de, bu izah mümkündür. Maksad Peygamberler Dördüncü Görüş: Bu beş ifadenin tümünü, "peygamberler gönderme" işine hamletmek de mümkündür. Buna göre "mürselât" ifadesiyle, "hertürlü marufu ve güzeli ihtiva eden o vahiylerle gönderilen peygamberlere..." manası kastedilmiştir. Bu şahısların, "Allah'dan başka tanrı yoktur" ilkesi ile gönderildiklerinde şüphe yoktur ki bu ilke, her türlü hayrın ve güzelin anahtarıdır. Ayetteki, "asıfat..." ifadesi de, "Her peygamberin işi, başlangıçta zayıf ve güçsüzdür. Ama gitgide güç-kuvvet kazanır ve çok şiddetli-sert bir biçimde esen rüzgarlar gibi olur" manasınadır. Ayetteki, "nâşirât" ifadesiyle, "o peygamberlerinin dinlerinin, yollarının ve sözlerinin yayılması" manası; "tarikat" ifadesiyle, "Onların, hak ile batılı, tevhid ile ilhadı birbirinden ayırmaları" manası kastedilmiştir. "Mülkiyâtı zikran" ifadesiyle de, o peygamberlerin insanları, Allah'ın zikrine davet edip, onlara zikri emretmeleri ve onları bu zikre teşvik etmeleri" kastedilmiştir. Beşinci Görüş: Bu ifadelerle, şu kastedilmiştir: Bir kimse dünyaya dalar, onun tad ve rahat gezme hususunda, kendini parçalarsa, işte tam bu sırada kalbine, dünyadan yüz çevirme ve Mevlâ'ya hizmet etme istekleri doğmaya başlar. İşte bu istekler, "mürselatı urfen" (marufu gönderenlere...) ifadesiyle anlatılmak istenmiştir. Bu mürselâtın, insanın kalbinde şöyle iki tür tesiri vardır: a) Masivallahu (Allah'dan başka herşeyin) sevgisini, kişinin kalbinden siler ki bu ayette "âsıfât" (sert esenler) ile anlatılmak istenmiştir. b) Bu sebep ve istekler insanın bütün iç ve dış organlarında öylesine bir tesir icra ederler ki böylece o, Allah'dan başkasını duymaz, Allah'dan başkasını görmez ve Allah'dan başkasına bakmaz, saymaz. İşte bu da ayette, "naşirât" (yayanlara...) ifadesiyle anlatılmıştır. Tam bu noktada, Allah'ın celâl nuru bu kimse için açılır da, Allah'ı mevend olarak, Allah'ın dışında kalan herşeyi de ma'dum (yok) olarak görür ki bu da, "tarikat" (ayırdedici olanlara...) ifadesinden anlaşılan husustur. Derken bu hal, muhabbetullaha dalmış, kalbinde ve dilinde, O'nun zikrinden başka birşey kalmamış olur ki bu da, "mülkiyatı zikran" (zikri getirenlere) ifadesinden kastedilen husustur. Bil ki bu son üç görüş, başka kitaplarda (tefsirlerde) zikredilmemiş ise de, gerçekten ihtimal dahilindedirler. Beş Şeyden Maksad Herkesin Kabul Ettiği Yer İkinci İhtimale, yani bu beş ifade ile, tek bir şeyin değil, ayrı ayrı şeylerin kastedilmiş olabileceği ihtimaline göre ise, şu izahlar yapılabilir: Birinci Görüş: Zeccâc'ın ileri sürüp, Kadi'nin de tercih ettiği bu görüşe göre, ilk üç ifade ile rüzgarlar kastedilmiştir. Buna göre, "mürselat" ifadesi ile, alışılmış bir şekilde esen rüzgarlar; "âsıfât..." ile, alışılmışdan daha hızlı esen rüzgarlar, "nâşirat..." ile de bulutları yayan rüzgarlar kastedilmiş olur. Ayetteki "tarikat..." ile de, üstlenmiş oldukları Kur'an ve vahiy sayesinde, hak ile batıl, helal ile haramı birbirinden ayıran melekler kastedilmiştir. "Mülkiyeti zikren" ifadesi ile ise, bu zikri (vahyi Kur'ân'ı) peygamberlere ileten, bu iletme işini üstlenen melekler kastedilmiştir. Buna göre eğer, "Peki birlikte kendilerine yemin edilebilmesi için, rüzgârlar ile melekler arasındaki cins birliğini sağlayan şey (ilgi) nedir?" denilirse, biz deriz ki: Melekler ruhani varlıklardır. Dolayısıyla melekler, latif ve hızlı varlıklar olmaları hasebiyle, rüzgarlara benzerler. İkinci Görüş: Ayetteki ilk iki ifadeyle yani "mürselât" ve "asıfât" ile rüzgarlar; son üç ifadeyle de melekler kastedilmiştir. Çünkü vahyin ve dinin "naşirâtı" (yayıcılan), meleklerdir. Sonra bu vahyin şöyle iki tesiri vardır, a) Hakkı savunan ile batıla saplanan arasındaki farkı "fârık" (ortaya koyucu) olma; b) Allah'ın zikrinin insanların kalblerinde ve dillerinde gözükmesi... Bu görüşü de ben kimseden öğrenmedim. Fakat bu mana da açık bir ihtimaldir. Bunun böyle olduğunu, Cenâb-ı Hakk'ın buyurarak, ikincisini birincisine "fa" harfi ile; atfetmesi daha sonraki ifadenin başına "vav” getirerek, buyurması ve son iki ifadeyi buna, yine "fâ" harfiyle atfetmiş olması da destekler ki bu, ilk ikisinin, son üçten ayrı olmalarını gerektirir. Üçüncü Görüş: Şöyle de denebilir: İlk iki ifadeyle melekler kastedilmiştir. Buna göre, "mürselât" rahmet melekleri, "âsıfât" ile de azab melekleri kastedilmiştir. Son üç ifade (sıfat) ile de Kur'ân ayetleri kastedilmiştir. Çünkü onun ayetleri, kalblere ve ruhlara hakkı neşreder (yayar), hak ile batılın arasını fark eder (seçer) ve zikri (kalblere-dillere) ilka eder, atar. Bu görüşü de kimseden duymadım. Fakat bu da muhtemel bir izahtır. Kim bu anlattıklarımı iyice kavrarsa, bu hususta daha nice izahlar yapması mümkün olur. Kendi muradını en iyi bilen ise Allah'dır. Kaffâl şöyle demiştir: Burada yemine konu teşkil eder şeylerin bir kısmının başına fa, bir kısmının başına da vâv getirilişinin izahı, şöyle bir temel prensibe dayanmaktadır: Dilcilere göre "fâ" atıf edatı hem birlikte yapılmayı, hem de beraberliği ifade için kullanılır. Meselâ denildiğinde bu, "Zeyd gitmek için kalktı" demek olup, bu da, "Onun kalkışı gidişine sebep oldu ve bu gidiş ve kalkış beraberce oldu" demektir. Fakat dendiğinde İse, bu iki fiil de ayrı ayrı işler olmuş olur ve biribiriyle bir alakası olmaz." Kaffâl bu kaideyi belirterek işe giriştikten sonra, bu ayetlerle ilgili izahını, kalbimin yatışmadığı ve beni tatmin etmeyen bir şekilde yaparak, meseleyi dallandırıp budaklandırmıştır. Fakat ben de aynı kaideden yola çıkarak diyorum ki: Buradaki ilk iki ayeti, birseyin vasfı, son üç ayeti de, başka birseyin vasfı kabul edenlere göre, ortada bir problem yok. Ama bu beş ifadeyi de tek bir cinsin vasfı kabul edenlere göre ise, diyoruz ki: Şimdi bu beş ifadeyi de meleklerle ilgili sayarsak, bunu şöyle izah ederiz: Melekler vazifelendirilip gönderildiklerinde, hızlı bir şekilde uçarlar. Bu hızlı uçuş, "âsıfât" ile ifade edilmiştir. Binâenaleyh "Asıfât" vasfı, "mürselât" vasfına dayalı birşeydir. Bundan dolayı Allahü teâlâ, bunlar arasına fâ edatını getirmiştir. "Neşr" (yayma) işi ise, gönderme işine dayanan birşey değildir. Çünkü melekler, vahyi peygamberlere ulaştırdıkları anda, din hemen yayılmış olmaz. Aksine peygamber gönderilen o halk, başlangıçta peygamberlerine eziyet ederler, onların yalan söylediklerini iddia ederler, bunun bir sihir ve bir delilik olduğunu söylerler. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu ifadenin başına, fâ-i takibiyye değil, vâv-ı atıf harfi getirmiştir. Ama "neşr" (yayılma) işi gerçekleştiğinde, hak ile batılın arasını "fark" (ayırma) işi ve hakkın insanların dilinde adeta bir zikir olması bu neşre varıp dayanır. İşte bundan dolayı Hak teâlâ, son iki ifadeyi, fa ile atfetmiştir. En doğrusunu Allah bilir ya, sanki, "Ey Muhammed sana her saadetin başlangıcı, her hayrın anahtarı olan o vahyi melekle sana gönderdim. Fakat sen bu işi, hemen yayacağımızı bekleme. Bu hususta sabretmen ve sıkıntılara göğüs germen gerekir. Sana destek vereceğimiz zaman geldiğinde ise. dinini, âlemin dört bir bucağında yayılmış ve maruf (meşhur) kılacağız. İste bu yayılma esnasında, fark ortaya çıkacak. Böylece bâtıl dinler zayıflayıp düşecek ve hak olan bu dinin galib gelip zahir olacak. İşte bu sırada, Allah'ın zikri dillerde, mihrablarda ve minberlerde dolaşacak. Âlem, Allah'ın zikri ile dopdolu hale gelecek" demek istemiştir. Bu izah, bu beş ifadeyi, meleklerle ilgili saydığımızda yapılabilir. Bu izahı iyi kavrayan kişi, bu ifadeleri rüzgârlara ve diğer manalara verdiğinde de, yine benzeri izahlar yapabilir. Allah en iyi bilendir. Uzren Ev Nuzren Ayetteki, ifadesiyle ilgili iki mesele var: Birinci Mesele Bu iki kelimede, iki değişik kıraat (okuyuş) söz konusudur. Bunları tahfif ile, yani şeklinde sükûn ile okuyuş, Ebu Amr'ın ve Hafs'ın rivayetine göre Âsim'in kıraatidir. Diğer kıraat imamları, bu iki kelimeyi teshîl, yani harekeli olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Tahfif ile okunuşlarında, bunların masdar manasında, yani (özür kapısını kapatıcı ve inzar edici olarak) manasında olduğunda bir münakaşa yok. Ama "teshîl" ile olan kıraata gelince, Ebu Ubeyde, bunların masdar değil, cemî olduğunu iddia etmiştir. Ahfeş ve Zeccac ise, bunların yine masdar olduklarını, bu iki şekit kıraatin, aynı manada iki lügat (lehçe) olduğunu iddia etmişlerdir. Ebu Ali, Ahfeş ve Zeccâc'ın görüşlerini izah ederek "Uzr ile âzîr ve nezr ile nezîr, tıpkı nekr ile nekîr gibidirler (yani her iki şekilde aynı manaya gelir)" demiş ve sözüne şöyle devam etmiştir: "Bu kelimeyi harekeli okuyanın kıraatine göre tıpkı "şürüf" kelimesinin "şârif"in çoğulu oluşu gibi, "nüzür"ün de "nezîr"in çoğulu olması mümkündür. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Bu da ilk (evvelki) nüzûrdan, yani nezirler gibi bir nezir uyanadır" (Necm, 56) buyurmuştur." İkinci Mesele Bu kelimelerin mansub oluşuyla ilgili birkaç izah vardır: Masdar sayılmalarına göre şu iki vecih (izah) yapılır: 1) "Zikran" bedel olarak, iki mef'ûl kabul edilmelerinden dolayı mansubturlar. 2) Mefûl-ü leh'dirler. Buna göre mana, "O zikri (vahyi), özrü ortadan kaldırmak ve inzar etmek için ilkâ eden (getiren) meleklere..." şeklinde olur. Ama bu iki kelime, cemî (çoğul) sayılmaları durumunda, "İlkâ" masdarından "hal" olarak mansub kılınmış olurlar ve ayetin takdiri, "Mazereti beyan edici ve inkar edici oldukları halde, zikri ilka edenlere..." şeklinde olur. Vadedilen: Vakıadır |
﴾ 6 ﴿