5"Andolsun, boğulmuş olan ruhlarını ta derinliklerden söküp koparan; rıfk ile çıkaranlara... Andolsun, yüzüp de, öncül olarak koşan, bir de işi yönetenlere". Bu ifadeyle ilgili olarak iki mesele vardır: Baştaki Beş Sıfat Birinci Mesele Bil ki, bu beş cümlenin, tek bir şeyin sıfatı olması ihtimali olduğu gibi, böyle olmama ihtimali de vardır. 1. Nâziat Birinci İhtimale göre, alimler bu ayetler hususunda şu izahları yapmışlardır: 1) Bütûn bunlar, meleklerle ilgili sıfatlardır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın, ayeti ile, insanoğlunun canını çekip alan melekler kastedilmiştir. Binâenaleyh, melekler, kafirlerin canlarını alırken, onu, çok şiddetli biçimde çekip alırlar. Bu manada maddesi, Arapların, deyimlerinden alınmıştır. Çünkü Arapça'da, okun yayı demir kısmına dayanıncaya kadar çekildiğine, ifadesi kullanılır. Buna göre ayetin takdiri, şeklinde olur. Arapça'da, gark ve ığrâk maddeleri aynı manadadır. 2. Naşitat (......) ayetine gelince, "en-neşt" çekmek demektir. Nitekim Arapça'da, "Kovayı kuyudan (suyu dökülmesin diye), yavaş yavaş çektiğinde, denilir. Bu ifade ile de, mü'minlerin ruhunu çekip alan, kabzeden melekler kastedilmiştir. Biz "en-nez" ile "en-neşt" arasındaki farktan dolayı, bu ifadeyi mü'minlere; birinci ifadeyi de kafirlere tahsis ettik. O halde bu demektir ki en-nez, sert bir biçimde çekmek; en-nest ise, yumuşaklık ve yavaşça çekip almak demektir. Binâenaleyh bu demektir ki, mü'minlerin ruhlarını, tıpkı, kovanın kuyudan (suyu dökülmesin diye) yavaşça çekilmesi gibi, çekip alırlar. Netice-i kelâm, Cenâb-ı Hak, ifadeleriyle, ölüm meleğine ve onun yardımcılarına yemin etmiştir. Ancak ne var ki, birincisi, kafirlerin canlarının nasıl alındığına; ikincisi de, mü'minlerin ruhlarının nasıl kabzedildiğine bir işarettir. 3. Sabihat Cenab-ı Hakk'ın, "yüzüp de... e gelince" ifâdesine gelince, bu görüşte olanlardan kimileri bu ifadeyi de, canlan alan meleklere tahsis ederlerken, kimileri bu ifadeyi, diğer melek grupları manasına hamletmişlerdir. Bu manalardan birincisine gelince, Hazret-i Ali, İbn Abbas ve Mesrûk'tan, meleklerin mü'minlerin ruhlarını, çok yavaş biçimde ve yumuşakça çekip aldıkları nakledilmiştir ki, işte bu, Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesinden, kastedilen husustur. Derken o melekler, mü'minin canını alırken, yavaş yavaş, aralıklarla alırlar ve o ruhu, tıpkı, suda yüzen bir kimsenin yüzmesi gibi, çok yumuşak ve sezdirmeden almaya çalışırlar. Çünkü, suda yüzen kimse de, boğulmasın diye, çok yavaş hareket eder. Aynen bunun gibi, melekler de, mü'min kimsenin canını alırken, ona herhangi bir an ve şiddet dokunmasın diye, bu işte son derece şefkatli davranırlar. İşte, Cenâb-ı Hakk'ın, ayetinden kastedilen budur. Bunu, diğer melekler manasına alanlara gelince, onlar da şöyle demişlerdir: Melekler, gökyüzünden çok hızlı biçimde inerler. Böylece, onların semadan inişleri, tıpkı, suda yüzen kimsenin yüzmesine benzetilmiştir. Çünkü Araplar, iyi cins atlara (yarış atlarına), sabin (yüzen) derler. 4. Sabıkat "öncü olarak koşanlara..." ayetine gelince, bu görüşte olanlardan kimileri, bu kelimeyi de, "ruhları alan melekler" manasına almışlar ve bunların, kâfirlerin ruhlarını chenneme, mü'minlerin ruhlarını da cennete hızlı biçimde götürdüklerini söylemişlerdir Yine bu görüşte olanlardan, bu kelimeyi, diğer melekler grubu, anlamına alanlar da vardır. Daha sonra, bu görüşte olanlar, müsabaka ve koşmanın ne demek olduğu hususunda şu izahları yapmışlardır: 1) Mücâhid ve Ebû Ravk, meleklerin, iman ve taat hususunda, insanoğlunu geçtiğini; hayır ve güzel şeylerde öncü olmanın ise, büyük bir derece olduğunda şüphe olmadığını, nitekim Cenâb-ı Hakk'ın da, "öne geçenler, öne geçenler! İşte bunlardır yakınlaştırılmış olanlar!"(Vakıa, 10-11) buyurduğunu söylemiştir. 2) Ferrâ ve Zeccâc da, meleklerin, peygamberlere vahiy getirme hususunda şeytanları geçtiklerini; çünkü şeytanların, kulak hırsızlığı yaptığını söylemişlerdir. 3) Buradaki bu ifade ile, Cenâb-ı Hakk'ın, melekleri niteleyerek, buyurduğu "Söz hususunda O'nun önüne geçemezler" (Enbiya, 27) ifadesinin kastedilmiş olması muhtemeldir. Yani, "O melekler, Allah'ın celalini tazimde bulundukları ve O'nun heybetinden çekindikleri için, kendilerine müsaade edilmezden önce ne bir harekette bulunurlar, ne de konuşurlar" demektir. Dolayısıyla, Cenâb-ı Hak burada melekleri, "koşma" İle nitelemiştir ki, bu da, "Onlara emr-i ilahi geldiğinde, onlar, derhal bu emre uyma hususunda yarışırlar ve Allah'ın emrine olan inkiyadlarını İzhar etme hususunda birbirleriyle müsabaka yaparlar" demektir. Ki, Cenâb-ı Hakk'ın ayetinden kastedilen de budur. 5. Müdebbirat "Bir de işi, tedbir edenlere..." ayetine gelince, ulema, bu kelime ile meleklerin kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu cümleden olarak mesela Mukâtil Cenâb-ı Hakk'ın bu ifade ile, Cebrail'i, Mikail'i, İsrafil'i ve Azrail (aleyhisselâm)'i kastettiğini ve bunların yerdekiler arasında, Allah'ın emirlerini yerine getirdiklerini söylemiştir ki, Cenâb-ı Hakk'ın "işi taksim edenlere..." (Zariyât. 4) kasemi ile kastedilenlerdir. Cebrail (aleyhisselâm), rüzgarlar ve melekler ordusuyla; Mikâil (aleyhisselâm), yağmurlar ve bitkilerle; Azrail (aleyhisselâm), canları almakla görevlidirler. İsrafil (aleyhisselâm)'e gelince, bu da, yeryüzündekiler üzerinde bulunanların aleyhine olacak şeyleri indirir. Meleklerden kimileri de insan oğlunu korumakla; kimileri, onların amellerini yazmakla ve kimileri de, yere batırma, nusk (hilkati değiştirme), rüzgar, bulut ve yağmurlarla görevlidirler. Geriye, bu ayetle ilgili olarak İki soru kalmaktadır. Emn Kelimesinin Tekil Kullanılması Birinci Soru: Peki, niçin Cenâb-ı Hak, demeyip, buyurdu? Çünkü onlar, bir değil, pekçok işi idare etmekle görevlidirler. Cevap: keliemsiyle, cins kastedilmiştir. Cins kastedilince de, kelime çoğul anlamında olmuş olur. Mecazi ve Hakiki Fail İkinci Soru: Cenâb-ı Hak, bütün her şeyin kendisine ait olduğunu bildirmiştir. (Mesela, Al-i İmran, 154). Peki daha nasıl burada, meleklerin de tedbir-i umurda bulunduğunu söylemiştir? Cevap: Bu işleri aslında yapan O olduğu için, "bütün işler O'nundur" buyurulmuştur. Meleklerin Mahiyetleri Bu konuda müfessirlerin söyledikleri şeylerin özeti bundan ibarettir. Bence bu hususta bir diğer açıklama daha yapılabilir: Meleklerin, hem selbî hem de izafî sıfatları vardır. Selbî olanlarına gelince, mesela meleklerin, şehvet, gazab, kötü huylar, Ölüm, ihtiyarlama, hastalık, uzuvlardan mürekkeb olma, unsurlardan mürekkeb olma ve parçaları bulunma... vb. şeylerden beridirler. Tam aksine bunlar, bütün bu hallerden ve vasıflardan beri olan, bir takım ruhani cevherlerdir. Binaenaleyh, ifadesi, bu meleklerin, bütün bu sayılan hallerden tamamiyle uzak ve beri olduklarına bir işarettir. Bu tefsire göre, (......) kelimesi, tıpkı "sütlü sütçü" "hurmalı hurmacı" kelimeleri gibi, "uzak olan, bu şeylerden çekilip sıyrılmış olan, uzak kalmış olanlar" anlamında olmuş olur. iki; ifadesi de, meleklerden bu tür hallerden haris kalmalarının, tıpkı beşer hakkında olduğu gibi, bir mükellefiyet ve zorluk üzere değil, tam aksine, meleklerin, mahiyetleri gereği bu hallerden hariç kaldıklarına ve bu sıfatlardan nezih ve beri olduğuna bir işarettir. Binâenaleyh bu iki cümle, meleklerin selbî sıfatlarını tanıtmaya bir işarettir. Meleklerdeki zafi sıfatlara gelince, bunlarda şu iki kısma ayrılırlar. a) Onların akli kuvvetlerini açıklamak. Yani, onların, Allah'ın mülkünü ve melekütunu tanımadaki ve celalinin nuruna muttali olmadaki hallerini ortaya koymak... İşte bu sebeple, Cenâb-ı Hak melekleri burada, şu iki vasıfla nitelemiştir. Birincisi: ifadesidir. Binâenaleyh onlar, fıtratlarının ta başından, yani yaratıldıkları ilk andan itibaren, Allah'ın celal denizinde yüzüyorlar. Allah'ın azametinin ve samadiyyetinin yücelğinin, celal ve kibriyasının nurunun sonu sının olmadığı için, bu meleklerin yüzmelerinin de sonu-sınırı yoktur. Binâenaleyh onlar, hep bu yüzme içindedirler. İkincisi: ifadesidir. Bu da, o yüzüşte meleklerin mertebe ve derecelerine bir işarettir. Çünkü aynen hayvanların bilgilerinin derecesinin, insanların bilgilerine nisbetle noksan oluşu ve insanların bilgilerinin derecesinin meleklerin bilgilerinin derecesine nisbetle noksan oluşu gibi, o meleklerden bir kısmının derecesi de, diğerlerin kine nisbetle farklı farklıdır ve yine at türü ile insan türü arasında, sıfatlar değil mahiyet itibariyle farklılık bulunduğu gibi, her bir melek arasında da mahiyet itibariyle farklılıklar vardır. Binâenaleyh melekler mahiyet İtibariyle farklı farklı olunca, hiç şüphesiz bilgi dereceleri ve tecelli mertebeleri itibariyle de aralarında fark vardır. İşte, "öncü olarak koşan..." (yarıştıkça yarışan) ifadesi ile kastedilen budur. Dolayısıyla işte bu iki sıfatla (ayetle) anlatılmak İstenen, meleklerin aklî kuvvetlerinin durumudur. Ayetteki, "Bir de işi tedbir edenlere (yemin olsun ki)" ifadesi de, meleklerin amile (iş gören) kuvvetlerinin durumunu anlatmaya bir İşarettir. Bu böyledir, zira süffî alemin (yeryüzünün) her bir hali, ulvî alemin İmarcısı ve semaratın sakinleri olan meleklerden herbirinin idaresine verilmiştir. Binâenaleyh idare ve tedbir, ancak bilgi ile tam ve mükemmel olduğu için, Hak teâlâ, meleklerin akleden kuvvetlerinin izahını, amel eden kuvvetlerinin izahından önce yapmıştır. Bu anlattıklarım, apaçık ihtimali olan hususlardır. Allah, sözleri ile ne murad ettiğini en iyi bilendir. Ebû Müslim'in Farklı Tefsiri Bil ki Ebû Müslim b. Bahr el-İsfehani, ayetin bu ifadelerini melekler manasına almayı tenkid ederek şöyle demiştir: "Nazların müfredi, "nâzlatün"dür. Naziatün kelimesi ise müennes bir lafızdır. Cenâb-ı Hak ise meleklerin müennes olmadıklarını bildirmiş ve kafirlerin, "Rahman'ın kulları olan melekleri, müennes (dişi) saymalarım" (Zuhruf, 19) ayıplamıştır. Bil ki bu, yaptığımız tefsirle ilgi ve alakası olmayan bir tenkiddir. Çünkü burada kastedilen, "naz" (çekip kopartma) özelliğine sahip varlıklardır. Bu kadarcık bir özellik, buna sahip olan varlıkların müennes olmalarını gerektirmez. Yıldızların Sıfatları Olarak Tefsir İkinci Vecih: Ayetteki bu sıfatlarla, yıldızlar anlatılmak istenmiştir. Bu, Hasan el-Basri'nin görüşüdür. Yıldızların, "nâziât" diye tavsif edilmeleri ile ilgili olarak şu izahlar yapılabilir: a) Yıldızlar, sanki yerin altından çıkar ve yerin üstlerine doğru çekilip çıkarılmışlardır. Binâenaleyh bunlar, böyle adeta çekilip çıkarılmış (sökülüp koparılmış) olunca da, nez' sahibi varlıklar" olmuş olurlar. Dolayısıyla da, tıpkı, sütçü için, "lâbin" ve hurmacı için de, "tâmir" denilmesi gibi, bunlara da, "nazia" denilmiştir. b) Nâziât kelimesi, "Ona çekip gitti..." manasında kullandıkları, (......) ifadesindendir. Vahidî de böyle demektedir. Buna göre o yıldızlar, adeta doğmuşlar, sonra da çekip gitmek ve götürülmek suretiyle batmışlardır. c) Bu kelime arapların, birşey hareket ettiği zaman kullandıkları, "At gitti" ifadesindendir. Binâenaleyh, "nâziât", belirlenen hareket ile ve çizilen çizgi (yörünge) üzerinde hareket edenlere yemin olsun ki.." manasındadır. Buna göre buradaki, (......) kelimesiyle ilgili şu iki izah yapılabilir: 1) Bu, "nâziât"dan "hâl"dir ve manası, "Yıldızlar, bu çekip gitme ve bu isteme hususunda, adeta buna garkolmuş gibidirler. Bu da, onların bu isteme hususundaki hallerinin mükemmelliğine bir işarettir. Buna göre eğer, "Felekler ve yıldızlar, konuşan birer canlı varlık olmadıklarına göre bunların bu şekilde tavsif etmenin manası nedir?" denilirse, biz deriz ki, bu, teşbih yoluyla anlatılan bir ifade olup, tıpkı, "Her biri bir felekte (yörüngede) yüzerler" (Yasin. 40) ayetinde olduğu gibidir. Çünkü vâv-nûn ile yapılan cemiler, akıllı varlıklar için kullanılır. Burada da, bu ifade, yıldızlar için, işte böyle bir teşbihden ötürü kullanılmıştır. 2) Onların, "gark" olmaları demek, batı ufkunda kaybolmaları demektir. Binaenaleyh "nâziât", yıldızların doğuşuna, "gark" sözü de, batışlarına bir işaret olmuş olur, yani, "önce doğan, sonra da gittikçe batan yıldızlara yemin olsun ki..." demek olur. Bu izahı bir kısım müfessir yapmıştır. Ayetteki, ifadesine gelince, Keşşaf sahibi "Bu, "Onlar, bir burçtan diğer burca çıkanlardır" demek olur. Bu, bir beldeden bir beldeye gidip orada doğduğu zaman, boğa burcu için kullanılan ifâdesindendir" demiştir. Ben de derim ki, bu sözün neticesi, Hak teâlâ'nın, "nâzlât" ifadesinin, bu yıldızların günlük hareketlerine, "naşitât" ifadesinin de, bunların, bir burçtan, diğer bir burca geçişlerine bir işaret olduğuna varıp dayanır. Onların böyle burçtan burca geçişleri, onların yörüngelerine has olarak yapmış oldukları hareketleridir. Yıldızların günlük hareketlerinin, mecburi, bir burçtan diğer bir burca hareketlerinin ise mecburi değil, zatlarından kaynaklanan bir hareket olması şaşılacak bir iştir. Binâenaleyh işte bu sebeple Cenâb-ı Hak, birincisini "nez' " ile, ikincisini de "neşt" kelimesiyle ifade etmiştir. İşte ey aciz insan, bu sırları ve incelikleri bir düşün. Ayetteki, kasemine gelince, Hasan el-Basrî ve Ebû Ubeyde Allahü teâlâ ikisine de rahmet etsin, bu kelime ile, yıldızların, yörüngelerinde yüzüp gidişlerinin kastedildiğini söylemişlerdir. Çünkü bunların fezadaki hareketleri, tıpkı bir yüzme gibidir, işte bundan ötürü Hak teâlâ, "Her biri bir felekte yüzerler" (Yasin, 40) buyurmuştur. Ayetteki, kasemi, yine Hasan el-Basrî ve Ebû Ubeyde, ya bir kısmının hareketlerinin, diğerlerinden daha hızlı olması, yahut da, kimisinin dönmesi, kimisinin de direkt hareket etmesi sebebiyle biribirleriyle yarışan, biribirlerini geçen yıldızların kastedildiğini söylemişlerdir. Ayetteki, İyi buyruğu ile ilgili olarak da şu iki izah yapılabilir: a) Hareketleri ve seyirleri sebebiyle, vakitler biribirinden ayırdedilip seçilmiş olur. Böylece Hak teâlâ'nın da, "Haydi akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı tenzih edin. Göklerde ve yerde Hamd O'nundur. Gündüzün nihayetinde de, öğle vaktine vardığınız vakit de (yine Allah'ı tesbih edin)" (Rum, 17-18); "Sana hilalleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için, vakitleri ve hac zamanını tayin vasıtasıdırlar"(Bakara, 189) ve "Senelerin ve hesabın sayısını bilesiniz diye, (Allah) güneşi bir ışık yaptt..." (Yunus, 5) ayetlerinde ifade ettiği gibi, ibadet vakitleri ortaya çıkmış olur. Bir de, güneşin hareketi sebebiyle, dört mevsim ortaya çıkar. Dört mevsimin ortaya çıkmasıyla da, insanların farklı farklı geçimleri ortaya çıkar. İşte bundan ötürü, bu ayetlerdeki işler, yıldızlara nisbet edilmiştir. b) Her cinsin muhdes (mahluk) olduğu delillerle sabit olduğuna göre, bu yıldızların da, kendilerini yoktan var eden bir mucize ve kendilerini yaratan bir sâni'a muhtaç, birer muhdes birer varlık oldukları ortaya çıkar. Şimdi bundan sonra, bunları yaratanın, bunlarda, alemin hallerinde müessir bir kuvvet yarattığını söyleyecek olsak, bu kesinlikle dini (inancı) zedeler birşey olmuş olur. Hernekadar böyle bir kuvvetin olduğunu söylemesek bile, diyoruz ki: Allah Sübhânehû ve Teâlâ, sünnetini (nizamını, metodunu), bu yıldızlardan her birini, dünyada meydana gelen belli hadiselerin meydana gelmesine sebep kılmıştır. Bu tıpkı, yemeyi doymanın; içmeyi, kanmanın; ateşe dokunmayı da yanmanın sebebi kılışı gibidir. Binâenaleyh böyle bir görüşü benimsemek, kesinlikle İslâm'a (imana) zarar vermez. Durumun gerçeğini en iyi bilen ise Allah'dır. Beş Sıfatın Ruhlara Alt Olması Üçüncü Vecih: Ayette bahsedilen, bu beş sıfatla, ruhlar kastedilmiştir. Bu böyledir. Zira ölenin ruhu (canı) çekip gider (sökülüp-koparılır). Arapça'da, bir kimse ölümle pençeleştiği zaman, "Falanca nez' halindedir" denilir. Bu çekişme esnasında, ruh çıkar gider. Buna göre, ayetteki, "gark" kelimesi, "ok atanın, yayın kirişini iyice çekip, demir kısmına (tetiğine) takmadan daha fazla bir şekilde çekilen-gerilen" manasındadır. "Nâşitât" da böyledir Çünkü "neşt", çıkmak manasınadır. Bu maddî alakalardan tamamen boşanan ve ulvî birleşmelere arzulu olan bu beşeri ruhlar, bedenin karanlıklarından çıktıktan sonra, bir huzur ve güzellik içerisinde melekler alemine ve kudsî makamlara en hızlı bir biçimde çekip giderler. Böylece, bu halde çekip gidişleri, yüzme ile ifade edilmiştir. Ruhların, dünyadan nefret etme ve ulvi alemde birleşmeyi oraya gitmeyi arzulamadaki derecelerinin farklı farklı oluşunda şüphe yoktur. Binâenaleyh bu bakımdan daha kuvvetli olan ruhların, oraya gidişleri daha önce olur. Bu bakımdan daha zayıf olan ruhların oraya gidişleri ise, daha yavaş ve ağır olur. Ulvî alemdeki şeylerle birleşmek üzere yarışan bu ruhların kıymetli olduklarında şüphe yoktur. İşte bu sebeple, pek yerinde olarak bunlara yemin edilmiştir. Sonra bu yüce ve kıymetli ruhların her birinde, kuvveti ve kıymeti sebebiyle, dünya aleminin hallerinde ortaya çıkacak bir takım tefsirlerin bulunması da uzak bir İhtimal değildir. İşte bu da, ayetteki, "İşi tedbir edenler" ifadesiyle anlatılmıştır. Rü'yaya Dair İnsan bazan rüyasında hocasını görüp de ona, problemini sorup, hocasının kendisine yol göstermesi uzak bir ihtimal midir? Yine oğulun, rüyasında babasını görüp, babasının ona gömülü bir hazine yerini söylemesi düşünülemez mi? Calinus, "Hastaydım. Kendimi tedavi edemedim. Rüyamda, nasıl bir ilaç yapmam gerektiğini gösteren birini gördüm" dememiş midir? Keza Gazali, "Kıymetli ruhlar, bulundukları bedenlerden ayrılıp da, rûh ve beden rakımından, kendine benzeyen bir insana rastladığında, ayrılan o ruhun bu İnsanla alaka kurup, bu bedene hayır işlerinde yardımcı olması, uzak bir ihtimal değildir ve du yardım işine "ilham" denilir. Kötü ruhların yaptığı böylesi işe de "vesvese" ismi verilir" dememiş midir? Bu hususlar, hernekadar müfessirlerden nakledilmiş değil ise de, ayetteki bu ifadenin, bu manaya cidden ihtimali var. Beş Sıfat Gazilerin Atlarına Ait Dördüncü Vecih: Ayetteki bu sıfatlar, savaşın gazilerin atlarını anlatmaktadır. Bu atların gemlerinin, onları güçlükle zaptettiğini ifade eder. Bunlar, "nâşitât"dır. Çünkü İslâm beldesinden, darul harbe dolarlar. Bu manada, "nâşitât", nitekim bir oeldeden öbürüne çıkıp giden öküze denir, bu atlar, "saabihat"; gayelerine çabucak ulaştıkları için, "sâbikât" (yarışanlar); galib gelme ve zafer elde etmek için koştukları için de, "müdebbirat..." (işi tedbir edenler)dirler. Atlar bu tedbirin (idarenin) sebebi oldukları için, bu tedbirin onlara isnad edilmesi mecazî anlamdadır. Beşinci Vecih: Ebû Müslim (r.h)'în tercihine göre, bu beş ifade, gazileri (mücahidleri) tavsif etmektedir Naziât ile, onların elleri kastedilmiştir. Çünkü ok atan enseye, "Yayını gerdi"; bu germe işini tastamam yaptığında sonuna tadar gerdiğinde de, denilir. Nasitât ile, oklar kastedilmiştir. Bu da, o okların, atıcıların elinden çıkıp, hedeflerinde icra ettikleri tesirleridir. Çünkü bir şeyi bağından çözüp saldığında, onu bırakmış olursun. İnsanın rahatlaması, hafiflemesi ve huzur bulması manasında, denilişi bu manadadır. Burada, sâbihat (yüzenler) ile, atlar; onların "sebh"i ile de, koşmaları kastedilmiştir. Bu ifadeyle, savaştaki develerin kastedilmiş olması da mümkündür. Ayetteki, "müdebbirat" ifâdesi, "Onun takibcileri vardır" (Ra'd, 11) ayetindeki gibidir. Bununla anlatılmak istenen, o savaşçının, okunu çıkarıp atması, atını koşturması ve destek sağlamak için atını yarıştırması gibi tedbirleridir. Kelimenin müennes oluşu ise, bu işlerin cemî (çok) oluşundan ötürüdür. İşte bu manada, "müdebbirat" denmiştir. Bu ifadeyle, yay ve kement gibi şeyler kastedilmiş olabilir. O zaman bu ifadelerle, ism-i mef'ûl manası kastedilmiş olur. Bu Sıfatlar Kalbteki Hallerdir Altıncı Vecih: Bu kelimelerin, Allah'dan başkasından Allah'a dönüş esnasında kalbte meydana gelen derecelerin kastedilmiş olması da mümkündür. Buna göre, "naziât" ile, ya en yüksek kulpa tutunmak için çıkan ruhlar (kalbler), yahut da Allah'dan başkasının sevgisinden sıyrılıp çıkan ruhlar (kalbler) kastedilmiştir. Nazitat ile, bu ruhların maddi bağlarından kurtulduktan sonra tam bir sevinç içerisinde ve ileri bir kuvvette Allah Sübhanehû ve Teâlâ'nın ahlakıyla ahlaklanma çabası içine girişleri anlatılmak istenmiştir. "Sabin ât" kelimesi, o ruhların bu çabadan sonra, melekût aleminde gezişleri ve o denize dalıp, orada yüzüşleri kastedilmiştir. "Sâbikât", bu ruhların, "seyr Malları" (Allah'a gidiş)deki derecelerinin yarışlarına ve derecelerinin farklılığına, "müdebbirat" kelimesi de, beşerî derecelerin son bulup, melekî derecelerinin ilkiyle birleşmelerine bir işarettir. Binaenaleyh beşerî ruhlar elde edecekleri en son noktayı, yani "sebh" (yarışta son) noktaya ulaşınca da melekler alemiyle birleşir ki bu da, "müdebbirat..." ile kastedilen husustur. O halde, ilk dört kelime ile, Cenâb-ı Hakk'ın, "nerdeyse ışık verecek..." (Nur, 35) ifâdesi; beşinci ile de "ona bir ateş dokunmasa bile..." (Nur, 36) ifadesindeki, "nâr - ateş" kastedilmiştir. Tefsir İhtimallerinin Hükmü Bil ki, müfessirlerden nakledilen bu izahlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den nas olarak nakledilmemişlerdir ki, buna ilavede bulunulması mümkün olmasın!.. Tam aksine, müfessirler de bu izahları, ilgili lafzı o izahlara muhtemel olduğu için yaptığımız izaha muhtemel oluşu, müfessirlerin yapmış oldukları izahlara muhtemel oluşundan daha aşağı olmadığına göre, onların ileri sürdükleri izahlar, bizim yaptığımız izahtan daha evla ve uygun olamaz. Ancak ne var ki, burada mutlaka şu inceliğin bulunduğunu unutmamak gerekir. İlgili lafız, yapılan bu izahların tümüne muhtemelse, şimdi biz, verilen bu manalar arasında müşterek bir mana bulursak, ilgili lafzı o müşterek manaya hamlederiz. Bu durumda da, verilen tüm manalar, bunun muhtevasında toplanmış olur. Ama, bu manalar arasında müşterek bir mana olmaz ve bulunmazsa, lafzı bunların tümüne hamletmek imkansız olur. Çünkü, müşterek bir lafzın, İki manayı birden ifade için kullanılması caiz değildir. Bu durumda biz, "Allah'ın kasdı, işte şudur" demeyiz, tam aksine, "Kastedilenin bu olması muhtemeldir" deriz. Ama bu noktada, kesin fikre ulaşmak ve onu beyan etmek İse, mümkün değildir. Sıfatlar Farklı Varlıklara Alt İkinci İhtimale göre, ki bu, bu sûredeki beş lafzın tek bir şeyin değil, muhtelif şeylerin sıfatı olabilmesi durumudur; işte bu hususta da şu izahlar yapılabilir: 1) kelimesi, "yaylan..." kelimesi ile, "kuvvetleri..." ile, "gemiler" ile "atlar" ile de "melekler" kastedilmiştir. Bu görüşü, Vâsıl ibn es-Sâbit, Atâ'dan nakletmiştir. 2) Mücâhid, ve ifadeleriyle, "ölüm"ün; ve ifadeleriyle de meleklerin kastedildiğini söylemiştir. en-Nez', en Neşt ve es-Sebh ifadelerinin ölüme nisbet edilmesi mecazi olup, bu, bunlar olduğu zaman ölümün meydana gelmesi demektir. 3) Katâde de, ilk dört ifade ile yıldızların; son "müdebbirât" ifadesi ile de meleklerin kastedildiğini söylemiştir. İkinci Mesele Cenâb-ı Hak, son iki ifadeyi, fa ile; ilk üç ifadeyi de vav ile getirmiştir. Bunun sebebi hususunda şu iki izah yapılabilir: 1) Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Bu, son iki ifadenin, kendilerinden öncekilerin neticeleri olduğunu gösterir. Buna göre adeta tıpkı senin, "kalktı ve hemen gitti" demen gibi, "yüzen ve böylece de, öne geçen..." denilmek istenmiştir. Senin ifadendeki fâ, kalkmanın, gitmenin sebebi olduğunu ifâde eder. Şimdi sen şayet, demiş olsaydın, kalkmayı, gitmenin sebebi addetmemiş olurdun. Vahidî şöyle demektedir: "Sahibu'n-Nazm (Zemahşerî')ın bu görüşü, Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesi hususunda birlik, aynı şey oluşu ifade etmez. Çünkü bu "bu yarışıp geçme"nin, tedbir etmenin bir sebebi olduğunu söylemek uzak bir ihtimaldir." Ben derim ki, Vahidî (r.h)'nin bu itirazına, şu iki bakımdan cevap vermek mümkündür. a) "Bunlar, emri aldıklarında, yüzdüler. Hemen peşinden de, sebkat edip öne geçtiler derken de, emrolundukları şeyi tedbir ve ıslaha başladılar.." denilmesi uzak bir ihtimal sayılmaz. Böylece de bu işler, birbirine bağlı fiiller olmuş olur ve bu tıpkı senin, "Zeyd kalktı ve hemen gidecek, Amr'ı dövdü..." demen gibi olur. b) Şöyle de denilebilir: "Bunlar, taatı ifada öne geçmiş ve taata canla başla yönelenler olunca, onların emanet ehli ve güvenilirlikleri ortaya çıkmış olur. İşte bu yüzden, Cenâb-ı Hak, bu alemdeki işlerin bir kısmını (sebep müsebbeb alakası içinde) dare etmeyi onlara bırakmıştır." 2) Melekler, biri başkan, diğerleri de onun yardımcıları olmak üzere, iki kısma ayrılırlar. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki, sizin canınızı ölüm meleği alır..." (Secde, 11) ifadesidir. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'in bir yerinde de "Sizden birine ölüm geldiğinde, elçilerimiz onun canını alır..."(En'âm, 61) buyurmuştur. Şimdi biz bu iki ayetin manasını birlikte mütalaa etmek için "ölüm meleği" ifadesi ile, reis olan melek; diğer ayetteki "elçilerimiz" ile de, onun yardımcıları olan diğer melekler kastedilmiştir" diyebiliriz. Bunu iyice kavradığınıza göre şimdi biz diyoruz ki: Sûredeki ifadelerini, ilgili işi bizzat yapan talebeler, yardımcı melekler, manasına alabiliriz. Cenâb-ı Hakk'ın ifâdelirinin de, derece bakımından ve o halleri ve işleri idare etme itibariyle öncü olan o reis meleklere işaret olduğunu söyleyebiliriz. |
﴾ 5 ﴿