8"Ey insan, o keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne? Ki seni yaratan, sana salim uzuvlar veren ve sana şu nizam ve itidali bahşeden O'dur. Seni, dilediği surette terkib eden de O'dur". Bil ki Hak teâlâ önceki ayetlerde hasrın ve neşrin meydana geleceğinden bahsedince, bu ayetinde de, bunların aklen mümkin oluşlarına veya bil-fiil vuku bulacaklarına delil olacak şeyleri zikretmiştir. Bu, şu iki yöndendir. 1) Keremi (cömertliği) gereği, günahkarlardan bile, nimet saflarını kesmeyen o kerîm ilahın, zulme uğramış kimselerin haklarını, zulmedenlerden almasını, onun keremi açısından nasıl düşünülebilir? 2) İnsanın önce bu bünyesini yaratıp, sonra da onu düzene koyan, dengeleyen O yüce Kâdir'in, bu bünyeyi, ya bir hikmetle, yahut hikmetsiz olarak yarattığı söylenebilir. Eğer O, bu bünyeyi, hikmetsiz olarak yaratmış ise, bu abes olur ve hakîm bir zata yakışmaz. Eğer O, bu bünyeyi bir hikmetten ötürü yaratmış ise, bu hikmet ya Allah'a (Kendisine) yöneliktir, yahut da kula yöneliktir. Birinci ihtimal olamaz. Çünkü Hak Sübhânehû ve Teâlâ'nın, başka şeylerle Kendisini tamamlaması düşünülemez. O, başka şeylerden istifade etmekten münezzehtir. Şu halde ikinci ihtimal kesinleşmiş olur ki bu da, O'nun yarattığı şeyleri, kula yönelik bir hikmetten ötürü yaratmış olmasıdır. Şimdi bu hikmet, ya dünyada, ya da dünyadan başka bir yurtta ortaya çıkar. Birinci ihtimal olamaz. Çünkü dünya, aslında bir istifade ve mükafaat yurdu değil, aksine bir bela ve imtihan yurdudur. Bütün bunlar batıl olunca, bu dünyadan sonra bir başka hayatın mutlaka bulunması gerektiği sabit olur. Böylece, yaratmaya, düzene koymaya ve şekil vermeye kadir, kerîm bir ilahın varlığını kabullenmenin, aktı olan için, Hak Sübhânehû ve Teâlâ'nın ölüleri, yeniden diriltip, onları hasredeceğine kesin hüküm vermeyi yüklediği sabit olur. Bu da, hasrın ve neşrin olmamasını kabullenmeye manidir. İşte bu istidlal, Hak teâlâ'nın, Tîn Sûresi'ndeki istidlalin aynısıdır. Çünkü Hak teâlâ, "Andolsun ki Biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık... Artık bundan sonra seni, din gününü yalanlamaya sevkeden şey nedir?" (Tîn, 4-7) buyurmuştur. İşte bu, bir yaratıcıyı kabullenen, ama öldükten sonra dirilmeyi inkar eden müşrik araplara karşı getirilen en uygun delil olduğu gibi, ilk yaratılışı ve yeniden yaratılışı inkar edenlere de uygun olan bir istidlaldir. Çünkü nizam ve itidal ile yaratma işi, bir yaratıcının varlığına delildir. Bu sayede bu, hasrın ve neşrin olabileceğine delalet etmiş olur. Allah'ın Hikmet Vasfı Buna göre şayet, "Bu istidlal Hak teâlâ'nın "Hakim" oluşuna dayanır. Bundan dolayı, Hak teâlâ, Tîn Sûresi'ndeki o istidlalinin peşinden, "Allah, ahkemü'l-hâkimîn değil midir?" (Tin, 8) buyurmuştur. Bu sûrede de, "O hakîm Rabbine karşı seni aldatan ne?" demesi gerekmez miydi? Cevap: "Kerîm'in, Hakîm olması gerekir. Çünkü, bir başkasına nimet verme işi, şayet hikmet sebebine dayalı olmazsa, bu kerem değil, saçıp savurma olur. Ama, hikmet sebebine dayalı ise, işte bu durumda bu, kerem adını alır. Bunun böyle olduğu sabit olduğuna göre, şimdi biz diyoruz ki, Cenâb-ı Hakk'ın Kerîm olması, az önce de anlattığımız gibi o iki bakımdan haşrin vukuuna delalet eder.. Ama, Allah'ın Hakîm olması ise, hasrın vukuuna o İkinci bakımdan delalet eder. Binâenaleyh burada, (tefsirini yaptığımız yerde) "kerîm" kelimesinin zikredilmesi, "hakîm" sözünün zikredilmesinden daha evla olmuş olur. Bu ifadelerin münasebetleri hususunda sözümüzün tamamı bundan ibarettir. Şimdi biz tefsire dönelim. Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey insan..." ifadesine gelince, bu hususta şu iki görüş ileri sürülebilir: Birinci Görüş: Buradaki "insan" sözü ile, kafir olan insan kastedilmiş olup, delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, daha sonra gelen, "Hayır, tam aksine siz din gününü yalanlıyorsunuz..."(infitar,9) ayetidir. Atd'nın rivayetine göre İbn Abbas, "Bu ayet, Velid ibn Muğîre hakkında nazil olmuştur" derken, Kelbi ve Mukatil, bu ayetin, İbnu'l-Esed İbn Kelde ibn Useyd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Zira bu kimse, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vurmuş, Cenâb-ı Hak da bu kimsenin cezasını hemen vermemiş ve bu ayetini indirmiştir. İkinci Görüş: Ayetteki "insan" sözü, bütün asi kimseleri içine alan bir sözcüktür. Doğruya en yakın olan da budur; zira, sebebin hususî olması, lafzın umûmî olmasına, (herkesi kapsamasına) mani değildir. Cenâb-ı Hakk'ın o keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne?" hitabına gelince bu, "Hangi şey seni tuzağa düşürdü ve sana batılı süslü gösterdi de, böylece sen, sana emredilenleri yapmayıp yasakları yapıverdin?!" demek olup, bu da, "Seni, O'nun cezasından emin kılan, sana güvence veren şey nedir?" demektir. Nitekim Arapça'da, emin olunmayan birisi olduğu halde, onun tarafından gelen sakıncalı şeyler konusunda, birisi kendisini emniyette hissettiğinde bu durumu ifâde için, "Falanca falanca hakkında aldandı" denilir. O halde bu ifade, Cenâb-ı Hakk'ın, "O çok aldatan, sizi Allah hakkında aldatmasın..." (Fatır, 5) ayeti gibi olmuş olur. Bu mana, ayetteki "insan" sözünü, "bütün asiler" manasına aldığınız zaman verilecek olan bir manadır. Ama, ayetteki "insan" sözünü "kâfir insan" manasına aldığınızda ise mana, "Ey kafir insan, seni küfrüne, peygamberleri, haşri ve neşri inkar etmeye sürükleyen nedir?" şeklinde olur. Burada şöyle birkaç soru sorulabilir: Kerem Vasfına Aldanma Birinci Soru: Cenâb-ı Hakk'ın "Kerîm" olması, insanın, O'nun kereminden dolayı aldanmış olduğunu gerektirir; iktiza eder. Bunun delili ise, hem aklî hem de naklîdir. Aklî olanı şöyledir: Cömertlik, bir karşılık olmaksızın, olması gerekli olanı yapmayı ifade eder. Cenâb-ı Hak da mutlak anlamda cömert olunca, bir karşılık beklemez. Bu böyle olunca da, O'nun katında itaatta bulunanların taatı ile günahkar olanların isyanı denk olur. Bu ise, işte aldanmayı gerektiren bir husustur. Zira, ara yerde herhangi bir fayda temini yoksa, zenginin zayıfa elem vermeye yeltenmesi, akıldan uzak ihtimaldir. Nakli olanına gelince, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'den şu rivayet edilmektedir: O, kölesine birkaç defa seslenmiş de, kölesi cevap vermemiş. Bunun üzerine başını kaldırınca, kapının yanında dikildiğini görmüş. Derken ona, "Niye bana cevap vermedin?" diye sorunca, o, "Senin sabrına, hilmine olan güveninden ve cezan hususundaki emniyet ve güveninden dolayı..." cevabını verir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) de, kölenin bu cevabını yerinde bularak onu azad eder. Ve yine, "Bir kimsenin çocuğunun yaramaz olması, o adamın, keremi ve yumuşak huylu oluşundandır" denilir. Cenâb-ı Hakk'ın kereminin, insanların aldanmasına yol açtığı sabit olduğuna göre, daha nasıl Cenâb-ı Hak bu ayette, keremini, keremiyle aldanmaya bir sebep kılmıştır? Bu soruya şu bakımlardan cevap verilebilir: 1) Ayetin manası, "Ey insan, sen, Allahü teâlâ'nın, mahlukatına karşı olan hilm ve sabrını görünce, bunun, bu dünya yurdu hariç ne bir hesap, ne de başka bir yurdun (ahiretin) bulunmaması sebebiyle olduğunu sandın.. Binâenaleyh, seni bu aldanışa götüren ve seni haşri ve neşri inkar etmeye çeken nedir? Çünkü, senin Rabbin kerimdir. Dolayısıyla da, bu demektir ki O, keremi yüzünden tevbe etmeye zaman tanımak ve insanların, çalışmalarının karşılığını elde edeceği o ahiret yurdunda insanları bir araya getirinceye değin vereceği cezayı ertelediği için, böylece cezayı hemen vermemiştir.." şeklindedir. Netice olarak diyebiliriz ki, hemen ceza vermeme işi, Allah'ın keremi yüzündendir, ama bu, bu dünyadan sonra başka bir dünya olmayacağı aldanış ve yanılgısına düşmeyi gerektirmez. 2) Allah'ın keremi, lütfunun sofrasını asi kimselerden esirgemeyecek bir noktada olunca, Allah, mazlumun ahım, zalimden haydi haydi alır. O halde, Allah'ın kerim olması, böyle bir düşünceden korkmayı, günahlara yeltenmemeyi ve aldanmamayı gerektirir. 3) Keremin çokluğu, hizmette ciddiyet ve gayreti, aldanmadan ve gerçek davranmadan dolayı da utanmayı gerektirir. 4) Bazı kimseler de şöyle demektedirler: Cenâb-ı Hak, "Keremi bol olan Rabbin hakkında..." buyurdu; ki bu, bu soruya bir cevap teşkil etsin, böylece de insan, "Beni, senin keremin aldattı. Şayet senin keremin olmasaydı, bunu yapmazdım... Çünkü sen, gördün, ama cezalandırmayıp örttün. Kadirdin, ama erteledin.." desin diye.. Bu cevap, ancak, ayetteki "insan" sözü ile, kafir kimse kasteditmediği zaman yerinde ve doğru bir cevap olmuş olur. Aldanma Sebepleri Müfessirlerin, bu aldanışın sebebi hususunda ileri sürdükleri şey nedir? Biz deriz ki, bunlar şunlardır: a) Katade, "İnsanoğlunun aldanış sebebi, şeytanın (günahları) ona süslemesi, allayıp pullamasıdır" demiştir. b) Hasan el-Basrî, "Onun ahmaklığı ve cehaletidir" derken, c) Mukatil, "Allah'ın, ta işin başında ona hak ettiği cezayı vermediği için, onu af edişidir" demiştir. Bu cümleden olarak Fudayl ibn İyaz'a, "Allah seni kıyamet gününde, karşısına alıp da, sana, "Keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne?" derse, sen ne dersin?" denildiğinde o, "Beni, salıverilmiş perdelerin (müsamahaların, hoşgörülerin) aldattı..." derim.." demiştir. Üçüncü Soru: Said ibn Cübeyrin, bu kelimeyi (......) şeklinde okuyuşunun anlamı nedir? Biz deriz ki, o bunu, ya bir teaccüb sigası olarak böyle okumuştur, yahut da istifham olarak böyle okumuştur. Ve bu ifade yine senin, birisi gaflet ettiği zaman kullandığın, "Adam aldandı, o aldanmıştır" sözünden olabileceği gibi, yine senin, "Onlar gafil iken, düşmanları onlara geceleyin baskın yaptı, tuzak kurdu..." sözünden gelmektedir. Yine bu söz, "onu mağdur kıldı" anlamında, ifâdesinden alınmadır. Cenâb-ı Hakk'ın "ki seni yaratan..." ifadesine gelince, bil ki, Allah Kendisini, kerim diye niteleyince, o kerimin tahakkukuna delalet edercesine de, şu üç şeyi zikretmiştir: a) Yaratmak... Bu ayetteki ifâdesinden anlaşılan husustur. Allah'ın kerem ve cömert olduğunda şüphe yoktur. Çünkü, varlık, yokluktan; hayat da ölümder daha hayırlı olup, bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizler ölüler olduğunuz halde O sizi diriltmişken, .. daha nasıl Allah'ı inkar edersiniz?.."(Bakara,28) ayetinde ifade hususun ta kendisidir. b) Cenâb-ı Hakk'ın, "Sana salim uzuvlar veren" ayetinin ifâde husus. Yani, "Seni, sağlam uzuvlarla donatan..." demek olup, bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Seni topraktan, sonra nutfeden yaratıp sonra da, sapasağlam bir adam haline getiren Rabbini mi inkar ediyorsun?" (Kehf, 37) ayeti gibidir. Zünnûn el-Mısrî, ayetteki ifâdesine, "Yaratılmışların tümünü senr emrine veren, fakat seni, onlardan hiçbirinin emrine vermeyen; dilini zikir ile, kalbin akıl ile, ruhunu marifetullah ile donatan, imanınla da seni mesrur kılan, emir ve yasakları ile seni şereflendiren ve seni, yarattığı pekçok şeyden üstün kılan manasını vermiştir. c) Cenâb-ı Hakk'ın, 'Ve sana şu nizam ve intizamı bahşeden... " ayetinin ifade ettiği husus. Bu ifade ile ilgili iki bahis vardır: Birinci Bahis: Mukatil, "Cenâb-ı Hak bu ifadesiyle, "iki gözünü, iki kulağını, iki elini ve iki ayağını dengeli yaratıp da, meselâ iki elinden birini diğerinden daha uzun ve iki gözünden birini diğerinden daha büyük kılmadı.." manasını kastetmiştir ki, bu ayet bu yönüyle Cenâb-ı Hakk'ın, "Evet, biz parmak uçlarını bile düzenleyip iade etmeye kadiriz..."(Kıyame.4) ayeti gibidir" demiştir. Ki, bunun ayrıntılı izahı, teşrik (anatomi) ilminde iyice bilinen şeylerdir. Cenâb-ı Hak, bu bedenin iki tarafını eşit bir biçimde meydana getirmiş. Öyle ki, iki yarı arasında ne kemik, ne şekil ne delikler, ne atar-toplar damarlar, ne de buralara girip çıkan sinirler bakımından bir farklılık yoktur. Bu hususu tafsilatlı olarak anlatmak, tefsir ilminin konusu değildir. Ata'nın rivayetine göre, İbn Abbas bu kelimeye, "Seni, uygun ve düzenli; şekli şemaili güzel bir biçimde yaratıp da, başaşağı olup, dört ayağı üzerinde yürüyen hayvan gibi yaratmamıştır.." manasını verirken, Ebu Ali el-Farisî, "Senin yaratılışını mutedil, dengeli kılan; böylece seni en güzel bir biçimde çıkaran, yaratan ve bu, mutedillik sebebiyle de seni, aklı, kudreti ve fikri kabul eder bir hale getiren ve bu sebeple de, seni bütün canlılara ve bitkilere hükümran, bu kemalin sebebiyle de bu alemdeki varlıklardan hiç birinin erişemeyeceği mükemmelliğe ulaşan bir varlık kılan" manasını vermiştir. İkinci Bahis: Küfe ktraat imamları, şeddesiz olarak, (......) şeklinde okumuşlardır ki, bu hususta şu izahlar yapılabilir: a) Ebû Ali el-Farisî, "Mana, "Uzuvlarını denkleştirdi, böylece sen de mutedil oluverdin..." şeklindedir" derken, b) Ferra, "Seni, dilediği herhangi bir surette yaratan..." manasını vermiş ve sözüne şunları eklemiştir: "Bu kelimeyi, şeddeli okumak, bu iki izahtan en güzeline uygun düşer. Çünkü sen, "Seni falan şeye çevirdim.." dediğin gibi, de dersin... Ama, (......) diyemediğin gibi, (......) de diyemezsin.. Binâenaleyh, birinci kıraata göre, deki fiiline taalluk eder. Ki bu, güzeldir. Ama, ikinci kıraatta bunu, yani (......)'ye Ali 'ye taalluk ettirmek ise, zayıftır. Bil ki kurrâ'nın itirazı, bu ikinci şekle, izaha yöneliktir. Ama, Ebû Ali el-Farisî'nin ileri sürdüğü birinci manaya yönelik değildir. c) Kaffâl, bazı kimselerin bu iki kullanış şeklinin aynı manada iki lehçe olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Seni dilediği surette terkib eden de O'dur.." ayetine gelince, bu hususta birkaç bahis vardır: Herhangi Bir Mahluk Suretinde Yaratabilirdi Birinci Görüş: Bu, ziyade değil, tam aksine, şart ve cezanın manası, içine dahil olan bir kelimedir. Buna göre mana, "Seni, terkib etmeyi dilediği şekillerden herhangi birinde terkib eden..." şeklinde olur. Bu izaha binaendir ki, Ebû Salih ve Mukatil, bu ayetin manasının, "İsteseydi O, seni, meselâ köpek veya eşek, veya domuz veya maymun biçimleri gibi, insan şeklinin dışındaki bir biçimde yaratırdı.." şeklinde olduğunu söylemişlerdir. İkinci Görüş: Bu, zâiddir, ama manayı pekiştiren bir ifadedir. Buna göre mana, Meşîetinin ve hikmetinin gerektirdiği, muhtelif şekillerden bir şekil ile..." şeklindedir. Çünkü, Cenâb-ı Hak, seni bu şekilde de terkib edebilirdi. Bu görüşe göre, ayet -akkında muhtemel izahlar yapılabilir. a) Bu muhtelif şekiller ile, ana-babaya veya babanın akrabalarına veya annenin yakınlarına benzeme manası kastedilmiştir. Buna göre mana, "Cenâb-ı Hak seni, bunların şekillerine göre terkib eder.." şeklinde olur. Bu mananın doğruluğuna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu mananın topluluğuna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu ayet hakkında söylediği şu hadis de de alet etmektedir: "O nutfe o rahimde yerleşti mi, Allah, o nutfe ile Hazret-i Adem arasındaki bütün soyunu o nutfenin başında hazır eder (de, o bunlardan birisinin şeklini alır)." Müsned, 3/297. b) Bu, Ferrâ ve Zeccâc'ın ileri sürdüğü açıklama olup, ayette bahsedilen, "muhtelif, Allah'ın dilediği suretler.." mefhumu ile, uzunluk-kısalık, güzellik-çirkinlik, erkeklik-dişilik gibi farklılıklar kastedilmiştir. Bu hallerin, kadir bir yaratıcıya delaletleri ise son derece açıktır. Çünkü nutfe, kendisini meydana getiren parçalar birbirine benzeyen bir madde olup, ana ve babanın o nutfedeki tesirleri denktir. Binâenaleyh birbirine benzeyen mef'ulde (nesnede) karakteri gereği müessir olan fail, ancak tek bir iş yapar. Dolayısıyla o nutfedeki (o cenindeki) tesirler ve sıfatlar farklı farklı olunca, bu farklılık, müdebbir olan zatın, o kadir ve hür irade sahibi varlık olduğuna delalet eder. Kaffal şöyle demektedir: "Yaratılışın ve renklerin farklılık arzetmesi, zengin-fakir ve sıhhat-hastalık gibi şeylerdeki hallerin farklılığı gibidir. Binâenaleyh nasıl ki biz, Hak teâlâ'nın, künhünü sadece kendisinin bilebileceği üstün bir hikmetle zenginlik-fakirlik ve uzun ömürlülük-kısa ömürlülük gibi hususlarda, insanları birbirinden farklı yarattığına kesin olarak hükmediyorsak, aynen bunun gibi yine üstün hikmeti gereği, yaratılış ve renkleri bakımından da insanları biribirinden farklı kıldığını da bilmekteyiz. Bu böyledir. Çünkü işte bu farklılık sebebiyle, iyi kötüden; iteatkâr, asiden ve akraba olan da, yabancıdan ayrılır." Kaffâl, sözüne devamla şöyle der: "Biz, Hak Sübhânehû ve Teâlâ'nın, görünüm ve şekil bakımından, biribirleri arasında fark görmediğine, kendisinde şüphe olmayan bir biçimde şehadet ederiz. Aksi halde, hernekadar kulun faydasına olan şeyin ne olduğunu bilmesek bile, Allah'ın bunda kulun faydasına (salahına) olduğunu bildiği birşeyden ötürü böyle yapmıştır." İtaatkar Veya Âsî Suretinde Üçüncü Görüş: Vâsitî şöyle demiştir: "Bundan murat, itaatkarların ve âsîlerin suretidir. Binâenaleyh Allah'ın velayet (dostluk) sureti üzere terkib ettiği, yaptığı kimse, adavet (düşmanlık) sureti (şekli) üzere terkib ettiği kimse gibi değildir.." Diğer alimler de, "Bu, ruhların saflığına (sefasına) ve zulmetine (karanlığına) bir işarettir" demişlerdir. Hasan el-Basrî ise, "Allah onlardan kimini, sırf Kendisi için suretlendirmiş, kimini de başkasıyla meşgul etmek (oyalamak) için suretlendirmiştir. Birincisinin misali şudur: O, Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'i, ona, iyiliklerinin lutuflarını vermek, kadrini yüceltmek cemal ve celali arasından ruhunu ortaya çıkarmak, keramet (şeref) tacını ona nasib etmek ve onu, celal ve heybet ridasıyla (elbisesiyle) süslemek için yaratmıştır" demiştir. Hesap Gününü İnkar |
﴾ 8 ﴿