6"Sahiden onlar, büyük bir günde, Âlemlerin Rabbi için insanların kalkacağı günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı?". Bil ki Allahü teâlâ "mutaffifîn" olanları kınayarak, "Bu eksik ölçüp tartanlar, büyük bir günde, yani kıyamet gününde diriltileceklerini sanmıyorlar mı?" demiştir. Buradaki zann, yani "sanma" ile ilgili olarak şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1) Bu zan ile, ilim (bilme) manası kastedilmiştir. Buna göre, kendilerine bu şekilde hitab edilenlerin, öldükten sonra dirilişi kabul edenlerden olması muhtemel oduğu gibi, buna inanmayanlardan olması da muhtemeldir. Birinci ihtimale gelince bu, rivayet olunduğuna göre, Medineli müslümanlar, yani Evs ve Hazrec kabileleri idi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edip geldiğinde, bu eksik ölçüp-tartma adeti onlar içinde yaygındı. Bunlar ise, Öldükten sonra dirilişi, haşrı-neşri kabul ediyorlardı. Dolayısıyla bu onlara bir öğüt olarak söylendi. Ama bu ayetle hitab olunanların, öldükten sonra dirilmeye inanmayan, fakat iyilikte ve kötülükte bulunana, yaptıklarının karşılığının verileceğine, yahut da kesin olmasa bile mümkün (muhtemel) olması aklın gereği birşey olduğu için, bu hususta istidlal edebilenler olduğunu söyleyebiliriz. Bu ise, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlere de söylenebilecek şeyler türünden olup, buna göre mana, "Onlar, kendilerinin öldükten sonra diriltileceklerini anlayabilmek için tefekkür etmezler mi? Heyhat, fakat onlar tefekkürden yüz çevirmişler ve kendilerini bu tefekkür zahmetinden uzak tutarak, rahata çekmişlerdir. İstidlal ile elde edilen bilgi, "zann" (sanma) kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü istidlali bilgilerin çoğu, genelde tefekküre dayanır. Dolayısıyla da kendisinde her iki taraf dengeli olan, şekk (şüphe) gibi değildir. İşte bu yüzden, buna "zann" denmiştir. 2) Buradaki "zann" ile, ilim değil, "zannetme" manası kastedilmiştir. Buna göre ayet, "O mutaffifler, farzedelim ki öldükten sonra dirilmeye kesin gözüyle bakmıyorlar. Fakat en azından bu hususta bir zanlan vardır. Çünkü Allah'ın hikmet ve rahmetine ve yarattıklarının menfaatlerine riayetine en uygun olan, öldükten sonra onları tamamen ihmal etmemesi ve onların haşrı-neşridir. Dolayısıyla böyle bir korkunun oluşması için, bu zann bile yeterlidir. Buna göre Hak teâlâ sanki, "Farzet ki bunlar, buna kesinkes inanmasalar bile, hiç olmazsa böyle olabileceğini sanmazlar mı, buna hiç ihtimal vermezler mi?" demek istemiştir. Rabbu'l-Âlemin'in Huzuruna Duruş Ayetteki, "Alemlerin Rabbi için insanların kalkacağı günde..." ifadesiyle ilgili olarak şöyle bir kaç mesele var: Bunun başındaki "yevm" kelimesi, hem mansûb (fethalı), hem de mecrur (kesreli) okunmuştur. Mansub olarak okunmasına gelince, Zeccâc, bunun, ayetteki, "meb'ûs" ism-i mef'ulü (zarfı) olarak mansub olduğunu ve mananın, "Onlar, kıyamet gününde ba's olunacaklarını sanmazlar mı?" şeklinde olduğunu söylerken; Ferra da, bu kelimenin bazan mecrûr olabileceğini, fakat fiile muzaaf kılındığı için, mansub olduğunu söylemiştir. Bu, (infitar, 19) ayetinde yaptığımız izah gibidir."Yevm" kelimesinin mecrur okunuşu ise, kendinden önceki "yevmin azîmin"den bedel sayılısından dolayıdır. Ayette bahsedilen bu "kıyam" (kalkışı) Hak teâlâ şu sıfatlarla anlatmıştır; Birinci Sıfat: Bu kıyamın sebebidir. Bu hususta şu izahlar yapılabilir: 1) En doğru izaha göre, insanlar, "Alemlerin Rabbi için " yani O'na hesab vermek için kalkarlar. Böylece orada, insanın dünyada iken önemsiz saydığı bu eksik ölçüp-tartmalar karşısına çıkar ve orada bunların bir yekûn oluşturduğunu ve böylece kocaman birşey olduğunu anlar. Hak teâlâ'nın, "Rabbinin makamı için, yani O'ndan korkanlar için iki cennet vardır" (Rahman, 46) ayeti de, buna yakın bir ayettir. 2) Hak Sübhanehû ve Teâlâ, ruhları bedenlerine tekrar verir. Böylece bedenler, kabirlerinden kalkarlar. İşte,"Alemlerin Rabbi için kıyam"dan bu kastedilmiştir. 3) Ebû Müslim, insanların kıyamını, tıpkı Hak teâlâ'nın "itaatkar olarak Allah için kalkın"(Bakara, 238) ayetindeki gibi olduğunu ve manasının, "Allah'a ibadet için kalkınız" olduğunu; dolayısıyla da, ayetinin, "Başka birşey için değil, sırf Allah'ın emri ve taatı için insanların kalktıkları gün..." manasında olduğunu söylemiştir ki bu husus, "İş o gün Allah'a aittir" (İnfitar, 19) ayetinde anlattığı husustur. İkinci Sıfat: Bu, "kıyâm"ın nasıl olacağıdır. İbn Ömer (radıyallahü anh)'den, Hazret-i Peypamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bu ayet hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O gün herbiriniz, kulaklarının ortasına kadar ter içinde kalkar. Buhari, rikak, 47. Yine İbn Ömer (radıyallahü anh)'in, bu sûreyi okuduğu, ayetine geldiği zaman, bundan gerisini okumaya artık takati kalmayacak kadar sesli sesli ağladığı rivayet edilmiştir. Üçüncü Sıfat: Bu kıyamın ne kadar (müddet) olduğudur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın “İnsanlar, dünya seneleri gibi üçyüz sene kıyamda durur, beklerler (Bu müddet) zarfında, onlar için hiçbirşey emrolunmaz, (söylenmez, yapılmaz)" dediği rivayet edilmiştir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan da, "Onlar kırk yıl beklerler, sonra onlara hitab olunur (konuşulur)" dediği rivayet edilmiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Bu müddet, mü'minler için, bir namaz kılım zamanı kadardır" demiştir. Bil ki Allah Sübhanehû ve Teâlâ, bu ayetlerde, çeşitli tehdidleri birarada söylemiştir. Birinci olarak, "Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline..." (Mutaffifin, 1) buyurmuştur ki buradaki veyl (vay haline, yazıklar olsun) kelimesi, başa bir bela geldiği zaman söylenir. Sonra, İkinci olarak, "Sahiden onlar, diriltileceklerini sanmıyorlar mı?" (Mutaffifin, 4) buyurmuştur ki bu, inkârî manada bir istifhamdır. Sonra Üçüncü olarak, "büyük bir günde..."(Mutaffifin, 5) buyurmuştur ki Allahü teâlâ'nın "büyük" saydığı bir şeyin, son derece büyük ve önemli olduğunda şüphe yoktur, Hak teâlâ, Dördüncü olarak, "Alemlerin Rabbi için insanların kalkacağı günde..."(Mutaffifin,6) buyurmuştur. Bu ifade, iki çeşit tehdid-i ilahî vardır. Birincisi, İnsanların o günde, son derece korku, zillet ve ümitsizlik içinde kalkacak olmalarıdır. İkincisi de, Allahü teâlâ'nın bu ayette, kendisini "Alemlerin Rabbi" olarak nitelemesidir. Allah Haşirde Hükmetmeye Neden Lüzum Görsün? Burada, şu şekilde bir soru söz konusudur: Sanki birisi, "(Ey Allahım), son derece azametli olmana rağmen, önemsiz, kıymetsiz, azıcık eksik ölçüp-tartma gibi şeyler için bu büyük kıyamet mahfilini (meclisini) hazırlamak, sana nasıl yakışır?" diye sormuştur. Cenâb-ı Hak ona, adeta "Tanrının azameti, kudret ve hikmetteki azameti ile tam ve mükemmel olur. Kudretimin azameti, Alemlerin Rabbi olmam ile ortaya çıkar-görünür. Fakat hikmetimin azameti, ancak bu değersiz (gibi görünen) azıcık eksik ölçüp tartmayla zulmedenden, mazlumun (haksızlığa uğrayanın) hakkını almasıyla ortaya çıkar. Çünkü birşey ne kadar küçük ve değersiz olursa, ona ulaşan bilgi, o derece büyük ve mükemmel olmuş olur. Binâenaleyh hikmetimin azametini ortaya koymak için, kıyamet meclisinde, bütün evvelki ve sonraki mahlukatı hazır edeceğim ve eksik ölçüp tartanı (bile), bu azıcık eksik ölçüp-tartmadan dolayı hesaba çekeceğim" diyerek cevap vermiştir. Üstad Ebû'l-Kâsım el-Kuşeyrî "Mutaffif" kelimesi, hem ölçme, hem tartmada malın hem aybını gösterme, hem gizlemede, hem insaflı olmayı istemede, hem hakkı almada eksik yapmayı içine alır. işitir ki: "Kendisi için hoşlanmadığı bir şeyi, müslüman kardeşi için arzu eden kimse, insaflı' değildir. Muaşeret ve sohbet (dostluk) da bu cümledendir. İnsanların kusurlarını görüp, kendi kuc. unu görmemek de bu cümledendir. Kendi hakkını insanlardan isterken, bu hakkı kendisi için istediği gibi, insanların hakkını vermemek de yine bu cümledendir. Delikanlı (yiğit) olan, insanların haklarını verip, kendisi için hiç kimseden hak taleb etmeyendir." |
﴾ 6 ﴿