9"O halde eğer Öğüt fayda verirse, (durma) öğüt ver". Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, bütün dünya ve ahiret işlerini kolaylaştırmak suretiyle, kemale erdirince, ona, bütün halkı Hakk'a davet etmesini emretmiştir. Çünkü insanın kemali, Allah Sübhanehû ve Teâlâ'nın ahlakıyla ahlaklanmasında ve bunun mükemmel bir şekilde olmasında yatmaktadır. Binâenaleyh Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), "Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz" ayetinin gereği olarak, tam ve mükemmel bir insan olunca, kendisini Hak teâlâ'nın "O halde öğüt ver" ayetinin bir gereği olarak, "tam"dan daha bir ileri noktaya götürmekle emrolunmuştur. Çünkü hatırlatıp, öğüt verme, noksan ve kusurlu olanları kusursuz hale getirmeyi; cahilleri de, hidayete (ilme) sevketmeyi gerektirir. Böyle olandan ise kemal fışkırır. Bu yönüyle de, hem kamil, hem de kemale erdiren bir zat olmuş olur. Burada şöyle bir kaç soru sorulabilir: Öğütü Fayda Şartına Bağlamanın Sebebi Birinci Soru: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bütün herkese peygamber olarak gönderilmiştir. Binâenaleyh Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bu zikir (öğüt) ister onlara fayda versin, ister vermesin, her halükarda onlara öğütte ve hatırlatmada bulunması gerekir. Binâenaleyh daha bu öğüt işinin, "eğer öğüt fayda verirse..." diye, bir şarta bağlanmasının hikmeti nedir? Cevap: “İnne” edatı ile bir şarta bağlanan.şeyin, bu şart bulunmadığı zaman bulunmaması gerekmez. Buna ayetler de delalet eder. Şu ayetler bunlardandır: 1) "Eğer namuslu olmak istiyorlarsa, cariyelerinizi zinaya zorlamayın " (Nûr, 24/33); 2) "Eğer Allah'a ibadet ediyorsanız, Allah'a şükredin" (Bakara, 2/172); 3) "Eğer korkarsanız, namazlarınızı kısaltmada bir günah yoktur" (Nisa, 4/101). Çünkü bu korku olmasa bile, yine (seferde) namazları kısaltmak caizdir. 4) "Eğer bir katib bulamazsanız, (borca karşılık) rehin bırakın" (Bakara, 2/283). Halbuki, borçlanmada, yazmayla birlikte, rehin bırakmak da caizdir. 5) "Eğer Allah'ın kanunlarına riayet edeceklerine kani iseler, (bu ayrılmış karı-kocanın), yeniden birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur" (Bakara, 2/230). Halbuki bu kanaat kesin olarak bulunmasa bile, onların birbirlerine dönüp nikahlanmaları caizdir. Bunu iyice kavradığına göre diyoruz ki: Alimler ayette bu şartın yer alışıyla ilgili olarak şu izahları yapmışlardır: 1) Herhangi bir maksattan dolayı bir işe girişen kimsenin, şüphesiz, o vasıtanın o fiile yönelten o maksada ulaştırdığını bildiği şekil ve yöntem, ulaştıramayacağını bildiği şekil ve yöntemden daha gereklidir. İşte bundan dolayı, "Eğer zikir, fayda verecekse..." buyurmuştur. 2) Allahü teâlâ, iki durumdan en değerlisini zikretmiş, diğerine ise dikkat çekmiştir. Ve bu, tıpkı, Cenâb-ı Hakk'ın, “Serâbile tekikumu'l-harre” "Sızı sıcaktan koruyan elbiseler..." (Nahl, 16/81) ayetinde olduğu gibidir. Burada zımnen soğuktan koruma manası da vardır. Buna göre ayetteki takdiri mana, "Öğüdün ister fayda versin, isterse fayda vermesin, sen öğüt ve nasihatta bulun..." şeklindedir. 3) Bu ifadenin gayesi, Öğütten yararlanmaya teşvik olup, bu tıpkı bir kimsenin, birisine, hakkı ve hakikati açıkladığı zaman, "İzah ettim, eğer aklın varsa..." demesi gibi olur ki, bu kimsenin bu sözünden maksadı, karşı tarafı, yapılan izahı kabul etmeye ve ondan istifade etmeye teşviktir. 4) Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, yaptığı öğüdün onlara fayda vermeyeceği hususunda dikkatini çekmek olup, bu tıpkı, bir adama, "Eğer sana icazet edecekse, falancayı çağır..." denilmesi gibi olup, bu, "Onun sana icabet edeceğini sanmıyorum" demektir. 5) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunları, çokça Allah'a ve O'nun dinine davet etmiştir. Bu davet, her ne zaman çokça yapılmıştır, onları azgınlık ve isyanları da o nisbette çok olmuştur. Ama, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna hayıflandığı için, yanıp tutuşuyordu. İşte bunun üzerine ona, "Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin.. Binâenaleyh sen, benim tehdidimden korkanlara, Kur'ân'la öğüt ver..." (Kaf, 50/45) denilmiştir. İşin başında, genel anlamda bir öğütte bulunmak gereklidir. Ama, öğüdün tekrar tekrar yapılmasına gelince, bu ancak, bir netice alınacağına kanaat getirildiği zaman vacib olur. İşte bu sebepten dolayı, Cenâb-ı Hak, ayetteki öğüdü, fayda vermek şartına bağlanmıştır. Şart Neticeyi Bilmeyen Kullara Göredir? İkinci Soru: Bir şeyi bir şarta bağlamak, ancak neticenin ne olacağını bilmeyen kimseler hakkında güzel ve yerinde olur. Şu halde, Allâmu'l-guyûb olan Allah'ın, bu meseleyi böyle bir şarta bağlaması nasıl uygun düşer? Cevap: Kitaplarda şöyle bir rivayet vardır: Allahü teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya, "Ben o Firavun'un öğüt almayacağına, bir ürperti duymayacağına şehadet ederim, ama belki öğüt alır, ya da haşyet duyar diye, siz ona yine de yumuşak söz söyleyin.." demiştir. Binâenaleyh, hakka davet ve peygamber gönderme işi başka bir şey, Allahü teâlâ'nın, gaybları ve işlerin neticelerinin nereye varacağını bilmesi ise başka bir şeydir. Bu sebeple, bunları birbiriyle kıyaslamak mümkün değildir. Üçüncü Soru: Emredilen bu öğüt verme işi, meselâ, "Onlara, on kere öğütte bulunacaksın" gibi belli kurala bağlı mıdır, değil midir? Çünkü, ancak böyle bir kuralın olması halinde, öğüt verme sorumluluğundan kurtulunabilir. Cevap: Bu husustaki kural, "örf'dür. Allah en iyi bilendir. Saygılı Olan, Dersini Alır |
﴾ 9 ﴿