12"(Allah)'tan korkacak olan öğüt kabul eder. Bedbaht olan ise, ondan kaçınır. Ki O, en büyük ateşe girecek...". Ayeti ile ilgili olarak birkaç mesele vardır: Ahirete İnanma Yönünden İnsanlar Bil ki, insanlar, ahiret inancı hususunda üç kısımda mütalaa edilebilirler: 1) Ahiretin kesinkes olacağına inananlar.. 2) Olabileceğini kabul edip, bu konuda ne müsbet, ne de menfi kesin bir kararı olmayanlar. 3) Ahireti inkarda ısrar edip, böyle bir şeyin olmayacağını kati olarak söyleyenler. Binâenaleyh, ilk iki kısım için, böyle bir haşyet hasıl olabilir. Ama, üçüncü kısmı teşkil edenlere gelince, onlar için ne bir haşyet ne de bir korku söz konusudur. Bunu iyice kavradığına göre, ayet hakkında şu muhtemel iki tefsirin yapılabileceği ortaya çıkar: 1) Şöyle denilebilir: Haşyet içinde olan, Allah'ı, O'nun kudret, ilim ve hikmetini, kamil manada bilen kimselerdir ki, bu durum ve biliş, bu kimsenin, ahiretin olacağına kesinkes hüküm vermesini gerektirir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Allah'a (hakkıyla) ancak alim kimseler saygı duyar" (Fatır, 35/28) buyurmuştur. Buna göre, Cenâb-ı Hak adeta, "Eğer öğüdün fayda verecekse, öğütte bulun..." buyurunca, bu ayet te, o öğüdün fayda verdiği kimselerin kim olduğunu beyan buyurmuştur. Şimdi o öğüdden faydalanma işi, kalblerde meydana gelen haşyete bağlı olup, kalblerin vasfı da, Allah'tan başka hiç kimsenin muttali olamayacağı türden olunca, maksadı gerçekleştirmek için, Peygamberin, bu davetini genelleştirmesi gerekmiştir. Çünkü, bu öğüt vermenin maksadı, hatırlatmaktan istifade edebilen kimselere hatırlatmadır. Bunun yolu ise, hatırlatma işini genelleştirmekten geçer. 2) Adı geçen haşyet, ürperti, korku, itaatkar olanlar ile, kıyametin varlığı hususunda lehte ya da aleyhte söz söyleyenler için söz konusudur. Ama bu iş, inatçılar için düşünülemez. Halbuki, insanların ekserisi, bu hususta ileri geri söz söylemeyenler olup, inatçı değillerdir. Halkın içindeki inatçılar azdır. Binâenaleyh, çoğunluğu teşmil eden lehte ya da aleyhte söz söylemeyen kimselere, bir de "arifler" eklenince, sayısal üstünlük inatçılar için değil, bunlar için söz konusu olur. Ayrıca, inatçılardan pekçoğu, lisanen inatçıdırlar. Kalben inatçı olanlara gelince, bu, kendisi ile kalbi arasında bir husus olup, bu adeta, olmamış gibidir. Olsa bile, çok nadir ve azdır. Sonra insan, o büyük ateşe gireceğini, orada ne ölüp ne de hayatta kalacağını duyan kimsenin, ister istemez, kalbi buruk ve kırık olur. Dolayısıyla da, genel manada halkın ekserisinin bu öğütten istifade etmesi söz konusu olur. Ama, bu öğüdü kabuı etmeyen kimselere gelince, bunlar, gayet azdırlar. Halbuki, "Az bir şeyden dolayı pekçok hayrı yapmamak, büyük bir şerdir, "kötülüktür". İşte bu açıdan, Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer zikir fayda verecekse, öğüt ver..." ifadesi, bu öğüt vermenin genelleştirilmesini gerektirir. “Seyezzekkeru” Kelimesinin Başındaki, Sîn Hakkında “Seyezzekkeru” kelimesinin başındaki, sîn, muhtemelen “sevfe” manasındadır. Halbuki, Allah'ın bizzat kendi kelamında geçen “sevfe” ise, başına geldiği lafzın ifade ettiği mananın mutlaka olacağını bildirir. Ve bu tıpkı, mesela, “Senugriuke felâ tensâ” "Seni okutacağız, sen de asla unutmayacaksın..."(A'la, 6) ayetinde olduğu gibidir. Mananın, "Allah'tan haşyet eden, muhakkak öğüt alır. Eğer bu iş, tedebbür ve tefekkür gibi yolları kullanmak suretiyle, bir zaman sonra olacak olsa bile, bu kimse de, uzun bir müddet sonra öğüt almış demektir. Allah en iyi bilendir. Kafir Hakkında Tezekkür Soru: Herhangi bir konuda ilk önce bilgi bulunur da, sonra kişi onu unutursa, sonra hasıl olan bilgi "tezekkür" (hatırlama) adını alır. Halbuki, böyle bir durum, kafirler için sözkonusu değildir. O halde daha nasıl Allahü teâlâ, buna "tezekkür" adını vermiştir? Cevap: Delillerin kuvvetli ve çok net bir biçimde açık olmasından dolayı, adeta sanki böyle bir bilgi önce mevcutmuş da, daha sonra taklit ve inatları yüzünden yok olup gitmiş gibidir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, buna "tezekkür" adını verdi. Nüzul Sebebi Bu ayetin, Osman ibn Affan hakkında nail olduğu ileri sürüldüğü gibi, İbn Ümmi Mendûb hakkında nazil olduğu da ileri sürülmüştür. En Büyük Ateş Alimler, "en büyük ateş"in ne demek olduğu hususunda şu izahları yapmışlardır: 1) Hasan el-Basrî, "En büyüğü, cehennem ateşi; en küçüğü dünya ateşidir..." demiştir. 2) Dünyada günahlar olduğu gibi, bundan öteye, daha ileri derecede de masiyetler, isyanlar vardır. Aynen bunun gibi, ahirette de, lalettayin ateşler olduğu gibi, bundan daha şiddetli ateşler, derekeler vardır. Şimdi, kafir, asi kimselerin en bedbahtı olunca, ister istemez, ateşlerin en büyüğüne girecektir. 3) "En büyük ateş, en alttaki ateş olup, bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Münafıklar, ateşin en alt tabakasındadırlar..." (Nisa, 4/145) ayetinde de belirttiği gibi, kafirlerin payına düşen hissedir. Alimler, bu ayetin Velid Utbe ve Ubeyy Ibn Halef hakkında nazil olduğunu söylemektedirler. Halbuki sen, nazar-ı dikkate alınan şeyin, sebebin hususiliği değil, lafzın umumi oluşu olduğunu biliyorsun. Hele de biz, ayetteki bu tertibin doğruluğunu akli delillerle izah etmişken... Soru: Birisi şöyle diyebilir: Allahü teâlâ, bu ayetlerinde şu iki kısım insandan bahsetmiştir: 1) Öğüt alıp, haşyet duyanlar. 2) En büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimseler.. Ne var ki, "en şaki"nin bulunması, "şaki"nin mevcudiyetini gerektirir. Binâenaleyh, peki ya bu kısmın hali nedir, ne olacaktır? Cevap: "En şaki" ifadesi, "şaki"nin bulunmasını gerektirmez.. Çünkü, bu lafız, herhangi bir müşareket olmaksızın da kullanılmış olabilir. Ve bu tıpkı, Cenâb-ı Hakk'ın, "O gün cennetliklerin eğlenip duracakları yer çok hayırlı, dinlenecekleri yer çok güzeldir" (Furkan, 25/24) ayeti gibidir. Ayetteki takdirin, Cenâb-ı Hakk'ın, “Vehuve ehvenu aleyhi” (Rum, 27) ifadesindeki “Ehvenu” kelimesinin “heynu” "kolay" anlamına gelmesi gibi, “El-eşkâ”nın da “Eşkâ” manasına gelebileceği de ifade edilmiştir. Bunun yine tıpkı, şairin, "Semayı tavanlayan, yükselten zat, bizim için, sütunlar, daha sağlam ve daha uzun olan bir ev yapmıştır" şeklindeki ifadesinde olduğu gibidir. Bu konuda söylenilenler bundan ibarettir. Ne var ki, hakikat, bizim bahsettiğimiz şu husustur: İnsanlar, arif, mütevakkıf ve muanit diye üçe ayrılır. Binâenaleyh said, arif olandır; mütevakkıf, bazı günahları olandır; eşka ise, bizim de biraz önce bahsettiğimiz gibi, davete iltifat etmeyen, ona kulak asmayan, böylece de en büyük ateşe girecek olan muanniddir. Cenâb-ı Hakk'ın, |
﴾ 12 ﴿