16"Yüksek bir cennette(dir). Orada boş bir laf işitmezsin. Orada daima akan bir pınar (var). Orada yüksek tahtlar (önlerine) konmuş kaplar, sıra sıra dizilmiş yastıklar; yayılıp serilmiş saçaklı halılar var". 1. Yükseklik Birinci Sıfat: “Fi cennetin aliyeh” "Yüksek bir cennet" ifadesidir. Buradaki "yüksek"lik ile, mekan bakımından bir yükseklik kastedilmiş olabileceği gibi, derece, mertebe, şan, şöhret bakımından bir yüksekliğin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Mekan (yer) olarak yüksekliği, cennetlerin bir kısmının, bir kısmından daha yüksekte oluşu manasınadır. Nitekim "Cennetler arasındaki bir derecelik fark, gök ile yer arası mesafe kadardır" demiştir. İkinci Sıfat: "Orada boş bir laf işitmezsin" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu ifadeyle ilgili olarak iki mesele vardır: Kıraat Farkı Ayetteki “Lâ tesmeu” ifadesi üç şekilde okunmuştur: 1) Âsim, Hamza ve Kisâî, bunu, muhatab sigasında, tâ ile ve “Lâğiyete” kelimesinin nasbi ile “Lâ tesmeu fihâ lağiyeten” şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre, "Sen orada boş bir laf işitmezsin" hitabının yapıldığı zat, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olabileceği gibi, bu hitabı duyan herkes olabilir, yani, "Ey muhatab, sen cennette hiç boş ve lüzumsuz laf duymazsın" demek olur ki bu, hitabı duymayı ifade eder. Bu tıpkı, "Gördüğün zaman, orda görürsün" (Dehr, 76/20) ve "Onları gördüğün zaman sanırsın ..." (Dehr, 76/19) ifâdelerinde olduğu gibidir. “Lâ tesmeu”daki "tâ"nın, vücûh (yüzler) kelimesinden ötürü gelmiş, tâ-i te'nîs olması da mümkündür. Buna göre mana, "Orada yüzler, boş bir söz de duymazlar" şeklinde olur. 2) Nâfî, tâ ile ve “Lâğiyetu” kelimesini ref (ötüre) ile “Lâ tesmeu fihâ lağiyetun” "Orada hiçbir boş söz duyulmaz" şeklinde okumuştur. 3) İbn Kesir ve Ebû Amr, yâ ile müzekker olarak, yine “lağiyetun” kelimesini ref ile “Lâ yusmeu fihâ lağiyetun” şeklinde okumuşlardır. Bu şekil okuyuş, şu iki sebepten ötürü caizdir (mümkündür). a) Bu tür müennes kelimelerin (faillerin) amilleri (fiilleri) önce gelip, fiil ile fail (naib-i fail) arasına bir kelime girdiğinde, fiilin müzekker getirilmesi caizdir. Nitekim şair, "Sizden birinin aldatmış olduğu bir kimse, bu dünyada benden ve senden sonradan (ey sevgili), cidden demiştir, aldatılmış demektir." b) Buradaki “Lâğiye” kelimesi ile, "lagv" manası kastedilmiştir. Binâenaleyh bunun fiili, lafzından ötürü müennes manasından ötürü de müzekker getirilebilir. Dilciler, buradaki “Lâğiye” ile ilgili olarak, şu üç açıklamayı yapmışlardır: 1) Arapça'da, “leğâ, yelğu, leğven, lâğiyeten” denilir. Binâenaleyh lağv ve lağiye, aynı şekilde masdardırlar. Bu görüş, (Nebe, 78/35) ayetiyle de desteklenir. 2) Bu kelime, mahzûf bir kelimenin sıfatı olabilir. Buna göre takdiri “Kelimetun lâğiyetun” (boş bir söz) şeklindedir. 3) Ahfeş şöyle demiştir: "Lağiye" kelimesi, “Kelimetun zâte leğvi” "Lağvli bir söz", takdirindedir ve tıpkı, atı ve zırhı olan kimse için, direk "Fâris ve dâri" denilmesi gibidir. Tefsirciler de, bu ifadeyle ilgili şu izahları yapmışlardır: 1) "Cennet", "lağv"den (boş şeylerden) münezzeh bir yerdir. Çünkü orası, Allah'ın komşularının yeridir. Onlar orayı, boş, asılsız, lüzumsuz şeylerle değil, ciddiyet ve hak ile yapılan işlerle elde etmişlerdir. Dünyadaki her meclis de kıymetli ve önemlidir. Zira oralar da, lağvden, boş şeylerden beridirler (beri olmalıdırlar). Hangi meclis, bu bakımdan ne kadar ileri ise, kıymet, celalet, azamet bakımından da o kadar ileridir." Bu, Kaffâl'ın yaptığı bir izahtır. 2) Zeccâc şöyle demiştir: "Cennetlikler ancak hikmetli şeyler söylerler. Kendilerini Cenâb-ı Hak, sürekli nimetlerle rızıklandırdığı için hem O'na hamd-ü sena ederler." 3) îbn Abbas (radıyallahü anh) da, bu kelime ile, Cenâb-ı Hakk'ın, "Sen orada, hiçbir yalan, hiçbir iftira ve Allah'a sövüp sayma ve inkâr diye birşey duyamazsın" manasını kastettiğini söylemiştir. 4) Mukâtil de, "Ehl-i dünyanın, içtikleri zaman, asılsız yeminler ve va'dlerde bulunmaları gibi, cennetlikler, cennette içki içtikleri zaman, biribirlerinden böyle yalan ve asılsız şeyler duymazlar" demiştir. Bu izahların en güzeli, Kâffal'ınkidir. 5) Kâdî de, "Lağv, faydasız şey demektir. Binâenaleyh Allahü teâlâ, cennetliklerin böyle şeylerden uzak olduklarını bildirince, bu "lağv"ın içine, duyana eziyet veren şeyler öncekilerle girerler" demiştir. Üçüncü Sıfat: "Orada daima akan bir pınar (var)" ayetinin ifade ettiği husustur. Keşşaf sahibi, "Cenâb-ı Hak, bu ifadeyle, pınar ve gözelerin çok olduğunu anlatmak istemiştir. Bu tıpkı, "Bir nefis (yani her nefis) bilir ki..." (Tekvir, 81/14) ayetinde olduğu gibidir" der. Kaffâl bu ifadeye, "Oranın yerinden akan ama çukurlar ve arklar meydana getirmeyen ve cennet ehlinin istedikleri gibi akan çeşmeler var" manasını vermiştir. Kelbî de, "Burada anlatılan pınarın, su mu, yoksa başka birşey mi akıtan bir pınar olduğunu bilemiyorum" demiştir. Dördüncü Sıfat: "Orada yüksek tahtlar var" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu, "Yukarı doğru yükselen tahtlar var" demektir. Bu, üzerine oturduğunda mü'minin, cennette Allah'ın kendisine verdiği bütün nimet ve mülkleri görebilmesi için böyle yükseltilmiştir. Harise b. Mus'ab şöyle der: "Bu divan ve tahtların, birbiri üstünde (kat-kat) olduğu haberi gelmiştir. Dolayısıyla bu tahtlar, Allah'ın dilediği derecede yükselirler. Mesela Allah'ın veli kulları bunlar üzerine oturmak istediğinde, bu tahtlar onlar için alçalır, onlar tahtlar üzerine kurulunca da, Allah'ın dilediği kadar yükselirler." Fakat birinci mana daha uygundur. İkinci mana da imkan dahilindedir. Birincisi daha uygundur. Çünkü bu, mükellefin daha fazla sevincini sağlayacak bir durumdur. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Bunlar, tahtları zebercedle, incilerle ve yakutlarla kakmalı (süslemeli) altından yapılmış ve göğe doğru yükselen tahtlardır" demiştir. Beşinci Sıfat: "(Önlerine) konmuş kaplar" ayetinin ifade ettiği husustur. "Ekvâb", kulpsuz testiler demektir. Katâde, bunların ibrikten küçük olduklarını söyler. Ayetteki, “Mevduatun” (konulmuş) kelimesiyle ilgili olarak şu izahlar yapılabilir: 1) "Bu kaplar, sahipleri için hazırlanmış" demek olup, tıpkı hayvanın üstündeki denkten birşey alıp, "Bu oraya konulmuştu, yani orada hazırdı" denilmesine benzer. 2) Bu kaplar, o akan pınarların yanlarına konulmuştur. Cennetlikler o pınarlardan içmek istediklerinde, bunları hep su ile dolu bulurlar. 3) Bu kaplar altından, gümüşten veya cevherden olup; bunlardan içmek, içenlere lezzet (zevk) verip, onlar bunları güzel buldukları için cennetliklerin önlerine konulmuştur. 4) Bu kaplar, büyük boydan mevzûdurlar, yani düşüktürler. Yani büyük boy ile küçük boy arasında orta boydurlar. Buna göre ayet, "Onlar onları iyice ölçülü yaptılar" (İnsan, 76/16) ayeti gibidir. Altıncı Sıfat: "Sıra sıra dizilmiş yastıklar" ayetinin ifade ettiği husustur. "Nemârık", bütün alimlere göre, "yastıklar" manasınadır ve bunun müfredi, “Numrakatun” şeklindedir. Ferrâ buna, arapların bu kelimenin müfredini, “Nimrakatun” şeklinde kullandığını da eklemiştir. Kelbî, "Bunlar, birbiri yanına dizilmiş, yastıklar (ve minderlerdir) insan oturmak istediğinde, birine oturur, birine yaslanır" demiştir. Yedinci Sıfat: "yayılmış, serilmiş saçaklı halılar..." ayetinin ifade ettiği husustur. Yani orada, halılar, yaygılar var. “Zerabiy” Kelimesi Hakkında: “Zerabiyy” kelimesinin müfredi, bütün dilcilere göre, ya “Zerbiyeten” şeklindedir, yahut da zâ'nın kesresiyle “zirbiyyin” şeklindedir. "Mebsûse" kelimesi ise, yayılmış, açılmış, mecliscilere dağıtılıp serilmiş manasınadır. |
﴾ 16 ﴿