5"Andolsun fecre, on geceye, hem çifte hem teke, gelip geçeceği dem geceye ki bunlarda akıl sahibi için birer yemin (değeri) vardır". Kendisiyle Kasem Edilen Mefhumlar Bil ki Allahü teâlâ'nın kendileriyle yemin ettiği bu şeylerde, mutlaka ve mutlaka, -mesela, bunların, Allah'ın birliğine çok açık delil olmaları gibi- ya dini, yahut Cenâb-ı Hakk'a şükretmeye sevketmeyi gerektiren dünyevî faydalar bulunmaktadır. Yahut da, ikisi birden mevcuttur. İşte bu bahsettiğim sebeplerden dolayı, âlimler, bu şeylerin tefsiri hususunda iyice ihtilafa düşmüşlerdir. Bu cümleden olarak da, her biri, bu ifadeler; dini bakımdan daha büyük derece, dünyevî bakımdan da daha büyük bir menfaat olduğunu zannettiği şeyler ile açıklamıştır. Ayetteki, “Ve'-fecri” kelimesi hakkında âlimler şu izahları yapmışlardır: 1) İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre fecr, bildiğimiz sabah vakti olup, bu da, "fecr-i sâdık"ın "fecr-i kâzib"tan ayrılması, meydana gelmesidir. Allahü teâlâ, bu ifadeye, kendisi sebebiyle, gündüzün sona erip aydınlığın başlaması, insanlar ve kuşların vahşi hayvanlar gibi diğer canlıların rızıklarını aramak için yeryüzüne dağılmaları yüzünden yemin etmiştir ki, bu durum, ölülerin kabirlerinden çıkıp yayılmalarına benzer, onu hatırlatır. Dolayısıyla böyle oluşta, düşünen kimseler için, alınacak dersler vardır. Bu manaya göre ayetin bu ifadesi, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Aydınlandığı dem sabaha andolsun..." (Mûddessir, 74/34) ayeti gibi olmuş olur. Bir başka yerde de Cenâb-ı Hak, "Nefeslendiği dem sabaha ... andolsun..." (Tekvir, 81/18) buyurmuştur. Allahü teâlâ, bir başka ayetinde de, Kendisinin sabah vaktinin yaratıcısı olmasıyla övünerek, "Sabahı yaratıp çıkaran..." (En'âm, 6/96) buyurmuştur. Kimi âlimler de, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ifadesi ile, bütün gündüzü kastettiğini, ancak ne var ki, gündüzün tümüne, başlangıcı ile işaret ettiğini ve bu ifadenin ve hemzenin de, “Ve'd-duhâ” (Duha, 93/1), “Ve'n-nehâri izâ tecellâ” (Leyl, 92/2) ayetleri olduğunu söylemişlerdir. 2) Ayetteki "fecr" sözüyle, bizzat sabah namazı kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak, sabah namazına, "bu namazın, gündüzün başlayacağı bir vakitte kılınmasından ve o namazda, hem gündüz görevli olan meleklerin hem de gece görevli olan meleklerin hazır olmalarından dolayı yemin etmiştir. Buna göre bu ayet, tıpkı, “İnne kur'ane'l-fecri kâne meşhudâ” (Isra, 17/78) ayeti gibi olmuş olur ki, bu, "Sabah namazında okunan Kur'ân'a, hem gece melekleri, hem de gündüz melekleri şehadet eder" demektir. 3) Bu kelime ile, muayyen bir günün yeri kastedilmiştir. Buna binaen de âlimler şu izahları yapmıştır: a) Bu, Kurban bayramı gününün fecridir. Çünkü, hac'la ilgili olan emir ve yasaklar, Hazret-i İbrahim'in dininin taşıdığı özelliklerdendir. Arablar, haccı terketmezlerdi. Ve bu, bu gün, her müslümanın kurbanını kestiği büyük bir gündür. Böylece hac yapan herkes, bu işiyle, (adeta) nefsini kesmek suretiyle Allah'a yaklaşmak istemiştir. Kendisini kesemeyince de, kendisi yerine bu kurbanı kesmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Biz onun yerine büyük bir kurbanlık verdik..." (Saffat,37/ 207) buyurmuştur. b) Bununla Zilhiccenin, fecrini kastetmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak bunun peşinden, "on geceye..." ifadesini getirmiştir. Bir de Zilhicce, bu muazzam ibadetin kendisinde yapıldığı ilk aydır. c) Bununla Muharrem ayının fecri kastedilmiştir. Allah bu fecre yemin etmiştir. Zira bu fecir, her yılın ilk fecridir ve bu esnada, hacc, oruç, zekat gibi, yıldan yıla tekrarlanan pek çok hususlar meydana gelir ve yine gökteki ayın hesablarına yeniden başlanır. Bir haberde de, "Allah katında ayların en büyüğü Muharrem ayıdır" diye varid olmuştur. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın da, "Yılın fecri, Muharrem'dir" dediği rivayet edilmiştir. Böylece İbn Abbas (radıyallahü anh), Muharremin tamamını bir fecr saymıştır. d) Fecr ile, kendisinden sular fışkıran ve mahlukatın hayatının yattığı çeşmeler-gözeler kastedilmiştir. Hak teâlâ'nın "On geceye..." ifadesiyle ilgili olarak şöyle iki mesele var: Allahü teâlâ'nın bu sûrede kendisine yemin ettiği şeyler arasında, sadece bu ifade nekire olarak gelmiştir. Çünkü bu on gecede, başka gecelerde bulunmayan özel faziletlerin mevcut olduğu bir gecedir. Dolayısıyla bunun nekire getirilmesi, kendisinde büyük faziletlerin bulunduğuna delalet eder. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır: 1) Bu, Zilhiccenin on gecesidir. Çünkü Zilhicce'nin on gecesinde (gününde) bu dini emirler yapılır. Bir hadis-i şerifte de "Kendisinde salih amelin yapıldığı hiçbir gün, Zilhicce'nin on gününde yapılan amelden daha üstün değildir" denilmiştir. 2) Bu, Muharrem ayının başından sonuna kadar süre içerisinde geçen on gecedir. Bu ayet, o günlerin kıymetli olduğuna dikkat çeken bir ifadedir. Muharrem ayında geçen günlerden birisi de aşure günüdür. O günde oruç tutmanın faziletine dair haberler variddir. 3) Bu, Ramazan ayının son on günüdür. Allahü teâlâ, şerefinden ötürü bu günlere yemin etmiştir. Bir de bu günler içerisinde, Kadir gecesi de vardır. Çünkü bir hadisde, "Kadir gecesini Ramazan'ın son on günü içinde arayın" diye hadis varid olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Ramazan'ın son on gününe girdiği zaman, aileleriyle yatmayı terkettiği ve onları ikâz ettiği rivayet edimiştir ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu günlerde hiç cima etmeyip, ailesine teheccüd namazı emretmesinden kinayedir. Hak teâlâ'nın "hem çifte, hem teke..." ifadesiyle ilgili olarak iki mesele vardır: "Şef " ve "vetr", bedevi Arabın, "hasa" (tek), zekâ (çift); halkın da, "zevç" (çift), "ferd" (tek) diye ifade ettiği şeylerdir. Yûnus da şöyle der: "Ehl-i âliye, fetha ile "vetr"i sayı manasında, kesre ile "vitr"i de, intikam ve kin manasında kullanırlar. Temîm kabilesi ise, her iki mana için, kesreli "vitr" kelimesini kullanırlar. "Sen onu tek yaptın" manasında “Evtertehu ikâran” "Ben onu tek yaptım" manasında, “Evteruhu ikâran” denilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de "Cemre atmak isteyen, tek (sayılı) atsın" emri de buna varıp dayanır. Bu kelimeyi meksûr okumak, Hasan, A'meş ve İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın; meftuh okumak ise Medine halkının kıraatidir ve bu meftuh okuyuş, Hicaz lehçesidir. Müfessirler, "şef' " ve "vetr"in ne demek olduğu hususunda çok çeşitli görüşler ileri sürmüş ve bu hususu enine-boyuna araştırmışlardır. Burada, doğruya en yakın olanları sıralayacağız: 1) "Şef ", Kurban bayramı günü; vetr, Arafe günüdür. Allahü teâlâ bu iki güne kıymetli oluşlarından ötürü yemin etmiştir. Arafe gününün kıymetli oluşu, hacc işinin kendisine varıp dayanmasından ötürüdür. Nitekim bir hadisde, "Hacc arafattır" denilmiştir. Kurban bayramı gününün kıymetli oluşuna gelince bu, kurbanların bu günde kesilmesinden ve farz olan tavaf, tıraş olma, şeytan taşlama gibi, hacda yapılan pek çok işlerin bu günde yapılışından ötürüdür. "Kurban bayramı günü, en büyük hacc günüdür..." diye rivayet edilmiştir. Binâenaleyh bu tür faziletler, bu iki güne has olunca, Hak teâlâ bunlara yemin etmiştir. 2) Teşrik (tekbirleri) günleri de, haccda, geriye kalan işlerin yapıldığı günlerdir. Binâenaleyh bunlar da kıymetli günlerdir. Nitekim Hak teâlâ da, "O malum günlerde Allah'ı zikredin. Binâenaleyh kim bu iki günde acele ederse, ona bir günah yoktur" (Bakara, 2/203) buyurmuştur. O halde "şef ", Kurban bayramı gününden sonra gelen iki gün, "vetr" de üçüncü gündür. Bu görüşü benimseyenler şöyle derler: Şef ve vetr kelimelerini bu manaya almak, bunları Kurban bayramı ile Arafe günü manalarına almaktan, şu iki bakımdan daha evladır: a) Bayram ve arafe, "on gün" mefhumunun içine dahildir. Binâenaleyh "şef " ve "vetr" ile, bu ikisinden başka şeylerin murad edilmiş olması gerekir. b) Hacc işlerinin bu kısmı bugünlerde gerçekleşir. Dolayısıyla ayetteki bu ifadeyi bu manaya almak, haccta yapılan işlerin hepsine yemin etmeyi ifade eder. 3) "Vetr" (tek), Hazret-i Adem (aleyhisselâm) idi. Dolayısıyla, hanımıyla birlikte "şef " (çift) oldu. Bir başka rivayette ise, "şef Adem ve Havva; vetr (tek) ise, Allahü teâlâ'dır" denilmiştir. 4) Vetr, mesela akşam namazı gibi tek rekatlı; şef ise, çift rekatlı namazlardır. İmran b. Husayn, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Bunlar, namazlardır. Çünkü namazların birkısmı çift (rekatlı), birkısmı tek (rekatlı)dır" dediğini rivayet etmiştir. Namaz, imandan sonra ikinci dereceyi işgal eden bir ibadet olduğu için, Allahü teâlâ, namazın çiftine de, tekine de yemin etmiştir. Namazın, ibadetler içerisindeki yeri ve kıymeti aşikardır. 5) Şef, bütün mahlukattır. Çünkü Hak teâlâ, "Biz, herşeyden iki çift (eş) yarattık" (Zâriyât, 51/49) ve "Biz, sizi çift olarak yarattık" (Nebe', 78/8) buyurmuştur. Vetr ise, Allahü teâlâ'dır. Bazı kelamcılar, şu sebeplerden ötürü, Allah'a, "vetr" demenin doğru olmayacağını savunmuşlardır: a) Ayetteki "şef " ve "vetr" ifadelerinin, "çiftin ve tekin Rabbîne yemin olsun ki..." şeklinde olduğunu beyan etmiştik. Binâenaleyh "vetr" ile, merbûb (rabbi olan şey) manasının kastedilmesi gerekir. Böylece de o görüş batıl olmuş olur. b) Allahü teâlâ, bir başkasıyla birlikte hiç de bu şekilde anılmaz. Aksine başka varlıklardan seçilebilmesi için, saygı ile yad edilir. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah ve Resulü..." diyen birisini duymuş; onu böyle söylemekten nehyetmişve "Allah, sonra Resulü..." de" demiştir. Kelamcılar sözlerine şöyle devam ederler: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in “İnna'llahe vitrun yuhibbu'l-vitra” "Allah tektir, teki sever" Müslim, Zikr, 5-8 (4/2066). dediğine dair gelen rivayet ise kesin değildir. 6) Bütün mahlukat, ya tektir ya çifttir. Buna göre sanki, Hak teâlâ'nın, tekin veya çiftin Rabbine yemin ettiği söylenebilir. Dolayısıyla bütün mahlukat, bu iki ifadenin muhtevasına girmiş olur. Bunun bir benzeri de, "Gördüğünüz ve görmediğiniz şeylere yemin ederim..." (Hakka, 69/38) ayetidir. 7) Çift, cennetin dereceleri (katları)dır, çünkü bunlar sekiz tanedir, (vetr) ise cehennemin derekeleridir. Çünkü bunlar da yedi tanedir. 8) Şef, ilim ile cehalet, kudret ile acziyet, isteme ile istememe ve hayat ile ölüm gibi, mahlukata ait sıfatlardır. Vetr ise, Hakk'ın sıfatlarıdır. Yok olmayan bir varlık, ölümsüz bir hayat, cehaletsiz bir ilim, acziyetsiz bir kudret, zilletsiz izzet gibi... 9) Çift ve tek ile, bizzat, çift ve tek sayılar kastedilmiştir. Buna göre Hak teâlâ, sanki insanlar için mutlaka gerekli olan bir hesaba yemin etmiştir ve bu hesab, Allahü teâlâ'nın kullarına lütfettiği, kitabet (yazma) ve beyan (ifade-i meram) gibidir. Çünkü Hak teâlâ, "(Allah) kalem ile öğretti, insana bilmediğini öğretti" (Alak, 96/4-5) ve "insana beyanı öğretti" (Rahman, 55/4) buyurmuştur. Hesab da böyledir. Çünkü ibadet vakitleri, aylar ve günler, hesab neticesinde bilinip ortaya konur. Zira Hak teâlâ, "Güneş ve ay hesab iledir" (Rahman, 55/5) ve "Siz, yılların sayılarını ve hesabı bilesiniz diye... Allahü teâlâ bunu gerçek bir maksadla yarattı" (Yunus, 10/5) buyurmuştur, 10) Mukâtil, "şef ", gündüzler ile geceler; "vetr" ise, kendisinden sonra artık gecenin olmayacağı gündür ki o gün, Kıyamet günüdür" der. 11) Şef, mesela Muhammed-Ahmed; Mesih-İsa, Yûnus-Zunnûn gibi iki ismi bulunan peygamberlerdir, 12) "Şef ", Âdem ile Havva; "vetr", Meryem'dir. 13) "Şef ", Allahü teâlâ'nın Hazret-i Musa için fışkırttığı on iki göz; "vetr" ise, "Andolsun ki Biz Musa'ya dokuz mucize verdik" (İsra, 17/101) ayetinde ifade edilen dokuz mucizesidir. 14) "Şef ", Âd kavminin günleri, "vetr" ise gecelerdir. Çünkü Hak teâlâ, "Yedi gece, sekiz gündüz (onlara azab ettik)" (Hakka, 69/7) buyurmuştur. 15) "Şef ", "(Allah) göklerde burçlar yarattı" (Furkan, 25/61) ayetinde de belirtildiği gibi, on iki burç; "vetr" ise, yedi yıldız (gezegen)dir. 16) "Şef ",otuz güne tamamlanan; "vetr" ise, yirmidokuz günde tamamlanan aydır. 17) "Şef ", insanın uzuvları; "vetr" ise kalbidir. Nitekim Hak teâlâ, "Allah hiçbir kimsenin göğsünde iki kalb yaratmadı" (Ahzab, 33/4) buyurmuştur. 18) "Şef ", iki dudak; "vetr" ise dildir. Nitekim Hak teâlâ "(Ona) bir dil iki dudak vermedik mi?" (Beled, 90/9) buyurmuştur. 19) "Şef ", iki secde; vetr ise rükûdur. 20) Şef, cennet kapılardır. Zira bunlar zekizdir."Vetr' " ise, "cehennem kapılarıdır. Çünkü bunlar yedidir. Bil ki zahirin delatet ettiği şey, "şef " ile "vetr"in (çift ile tek)in, Allah'ın kendileri ile yemin ettiği kıymetli iki şey olduklarıdır. Bahsettiğimiz bütün bu hususların kastedilmiş olması ihtimal dahilindedir. Ayetin zahirinde, bunlardan özellikle birisinin kastedildiğine, herhangi bir emare yoktur. Şimdi bu hususta, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den gelen bir haber varsa, yahut ehl-i te'vilin (tefsirin) bir icmâı varsa, kastedilenin o olduğuna hükmedilir. Yok eğer böyle birşey yoksa, bu hususta söylenecek söz kesin olmaz, bir muhtemel mana olur. Herhangi birisi çıkıp, "Ben, ayetteki bu ifade ile, yapılan bütün bu izahların kastedildiğini; zira eş-şef' ve el-vetr kelimelerinin başındaki elif lâm'ın umumilik ifade ettiğini söyleyebilirim" der. Hak teâlâ'nın, "Gelip-geçeceği zaman geceye..." ayetiyle ilgili olarak iki mesele var: “İzâ yesr” ifadesi, "geçtiği zaman" manasına olup, tıpkı “Ve'l-leyli izâ edbera” (Müddessîr, 33) “Ve'l-leyli izâ as'ase” (Tekvir, 17) ayetleri gibidir. Gecelerin "serâ"sı onların, gelip-gitmesi, sona ermesidir. Yahut da bu ifade, "gece yürüme" manasınadır. Katâde buna, "Gelip ikbal ettiği zaman..." manasını vermiştir. Müfessirlerin çoğu, bu ifadeyle, hususi bir gecenin değil, aksine umumî gecelerin kaydedildiğini; bunun delilinin ise, "Aydınlandığında sabaha yemin olsun ki..." (Mûddessir, 74/14) ve "Gelip geçtiğinde de geceye... " (Tekvir, 81/17) ayetleri olduğunu; bir de Allahü teâlâ'nın gece ile gündüzü birbiri ardınca getirmesinin, sürelerinin uzayıp kısalmasının mahlukat için büyük bir nimet olduğunu; dolayısıyla bunların birbiri ardınca gelişlerinin, Hakîm bir müdebbirin tedbiri ve bütün malumatı bilen bir âlimin ilmiyle olduğuna dikkat çekme bulunduğu için, bunlara yemin edildiğini söylemişlerdir. Mukatil ise, bu gecenin, Müzdelife gecesi olduğunu, dolayısıyla bu ayetin manasının, "Kendisinde hareket edildiği-yüründüğü zaman o geceye.." şeklinde olduğunun ve bunun tıpkı, uyuma işi kendisinde meydana geldiğinde, "leylun nâimun" (uyuyan gece) ve seher vaktinin kendisinde bulunmasından ötürü, "leylun sâhirün" denilmesi gibi olduğunu ve bu gecenin başında, Arafat'tan Müzdelife'ye sonunda da Müzdelife'den Mina'ya gidişten ötürü, kendisinde yürüme işinin yapıldığı bir gece olduğunu söylemiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de bu gecede, ailesinden güçsüz kimseleri, önceden yola çıkardığı rivayet edilmiştir. Şafiî (r.h) göre ise, bu iş, ancak gece yarısından sonra caiz olur. Zeccâc, bunun, yâ'lı olarak, “İzâyesriy” şeklinde okunduğunu söylemiş, sonra da şöyle demiştir: "Bu yâ'nın hazfi bence daha doğrudur. Çünkü yâ, fasıla harfidir. Fasılalar da hazfedilirler. Yâ'lar da bu hazfedilen fasılalardandır. Yâ'nın hazfedildiğinin delili kesredir." Ferrâ da şöyle der: "Araplar bazan yâ'yı hazfeder ve makablinin kesresiyle yetinir. Nitekim bir şair ... demiştir. Şu halde bu, fasıla olmayan yerde caiz olduğuna göre, fasıla olan yerde haydi haydi caiz olur." Buna göre şayet, "Fasıla veya kâfiyede bulunduğu zaman, yâ'nın hazfi nasıl tercih edilebilir. Zira bu harf, kelimenin aslındandır. Binâenaleyh diğer harflerin kalışı gibi, bunun da kalıp, hazfedilmemesi gerekir" denilince, Ebû Ali buna şöyle diyerek cevap verir: "Fasılalar ve kafiyeler, durak yerleridir. Durma ise tağyirin (değişikliğin) yapıldığı bir yer demektir. Vakf (durmak), mesela; şeddelemek, sakin kılmak, harekeyi gizlice terennüm etme (söyleme) gibi şeylerle, kendisinde sahih harflerin bile değiştiği birşey olunca, ziyadeye benzerlik arzeden bu harfler, hazfedilmek suretiyle de değiştirilebilir. Vasıl ve vakıf halinde, bu ifade de yâ harfini isbat edenlere gelince, bunlar şöyle derler: Vakıf halinde isimlerde, mesela, "kâdin", "Gazin" kelimelerinde olduğu gibi, bir hazif bulunduğu gibi, vakıf halinde fiillerde böyle bir hazif yapılmaz. Nitekim “Huve yekdâ” "O hükmediyor" “Ene ekdâ” "Ben hükmediyorum" dersin. Böylece yâ harfini okur, hazfetmezsin. Hak teâlâ'nın "Bunlarda akıl sahipleri için birer yemin yok mu?" ifadesi ile ilgili olarak iki mesele vardır: "hicr", akıl demektir, kişiyi, uygun olmayan şeylere düşmekten hacrettiği, alıkoyduğu için, bu nesneye, tıpkı aklettiği için akıl; nehyettiği için nühye; zaptedip kavradığı için, "ihsâ" kökünden, "hasat" denildiği gibi, "hicr" ismi da verilmiştir. Ferrâ şöyle der: "Arap, birisi kendi nefsini ezip onu zapt-u rapt altına aldığında, "Falanca hicr sahibidir" der. Sanki bu kimse bu ifadeyi, "Falan adama yasak koydum" ifadesinden almış gibidir. Buna göre, akla, çirkin şeylerden alıkoyduğu için, "hicr" denilmiş olur. Bu kelime, birşey hususunda yasak koyarak, "Ondan menetme" manasına olan "hicr" kökündendir. Hak teâlâ'nın bu ayeti bir istifham (soru) olup, bununla tekid manası kastedilmiştir ve tıpkı, çok net bir hüccet getirip, sonra da, "Söylediğim bu şeyde bir hüccet yok mu?" diyen kimsenin sözüne benzer bir mana, "Akıl ve gönül (vicdan) sahibi olan herkes, Allahü teâlâ'nın üzerlerine yemin ettiği bu şeylerde bir takım enteresanlıkların bulunduğuna, tevhid ve rubûbiyyete dair delillerin yattığını, dolayısıyla da bu şeylerin, yaratıcılarına delalet ettikleri için, yemin edilmeye layık şeyler olduklarını bilip-anlar. Kâdî "Bu ayet, bizim, "Buradaki kasem (yemin), bu işlere değil, bunların Rabbine yapılmıştır. Çünkü bu ayet, yeminde mübalağanın (te'kîdin) bulunduğuna delalet eder. Yeminde te'kidin ise, ancak Allah adına yapılan yeminlerde olduğu malumdur" şeklindeki sözümüze delalet eder. Bir de, insanın bu tür şeylere yemin etmesinin yasak olduğu rivayet edilmiştir" der. |
﴾ 5 ﴿